Çocuklar İnsandır

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yapı Kredi Yayınları’nın 4000. başlık kitabı: Yaşar Kemal’den  "Çocuklar İnsandır"… 

Dünyanın ucundaki çocuklar

Yaşar Kemal’in “Çok iyi bir roman yazsaydım bu kadar sevmezdim” dediği kitap, şimdi Yapı Kredi Yayınları tarafından ‘Çocuklar İnsandır’ başlıklı özel bir baskıyla okurla buluşuyor... 1975'te, Cumhuriyet gazetesinde Ara Güler'in fotoğrafları ve Turhan Selçuk'un çizimleriyle yayımlanan ve 1978’de Allahın Askerleri adıyla kitaplaşan bu röportaj dizisi, şimdi gazetedeki özgün sunumuyla basılıyor. Yapı Kredi Yayınları’nın 4000. başlık kitabı olma özelliğini de taşıyan Çocuklar İnsandır, savaş, açlık ve yoksullukla yoğrulmuş dünyamızda acılarla büyüyen küçük insanları ve onların küçük omuzlarındaki büyük yükleri anlatıyor.

Yapı Kredi Yayınları, bugün başlık sayısında 4000. kitabına ulaşarak Türkiye için önemli bir başarıya imza attı. Edebiyat, şiir, felsefe, sanat, tarih, şehir monografileri ve çocuk edebiyatı gibi alanlarda yoğunlaşan yayın etkinliğiyle Yapı Kredi Yayınları; Sanat Dünyamız, Cogito ve Kitap-lık dergileriyle de sanat, felsefe, edebiyat ve çizgi roman alanlarında önemli bir boşluğu dolduruyor. 2000. başlık kitabı "İbn Battûta Seyahatnâmesi", 3000. başlık kitabı  Kazım Karabekir’in Günlükleri olan Yapı Kredi Yayınları, 4000. başlık kitabı olarak büyük usta Yaşar Kemal’in "Çocuklar İnsandır"ını seçti.

Yaşar Kemal, 1975 yılında İstanbul’un sokak çocuklarını bir röportaj serisiyle anlatmıştı. Surların altında, çamurun içinde, karanlık sokaklarda masalları vardı bu çocukların. Büyük Usta’ya “Kaç Yaşar Amca, karanlık kavuşuyor” diyen çocukların masalında ‘çocuk-büyük eşitliğini’ getirecek ve kendilerini kurtaracak bir devrim bekleniyordu. Aradan 38 yıl geçti. Türkiye, İstanbul, bütün sokaklar değişti ama bekledikleri devrim gelmeyen sokak çocukları hep orada kaldı, sayıları arttı. Büyük ustanın da dediği gibi “Dünyanın bir ucunda kaldı o çocuklar “...

Gazetedeki tefrikasına uygun olarak ve Turhan Selçuk’un çizimleri ve Ara Güler’in arşivde bulunabilen fotoğraflarıyla birlikte ilk kez yayımlanan "Çocuklar İnsandır", ancak çok usta bir yazarın öngörüsü ve sezgisiyle kaleme alınabilecek röportajları bir araya getiriyor. Yapı Kredi Yayınları’nın 4000. başlık kitabı olma özelliğini de taşıyan bu özel baskıda ayrıca 13 Eylül 1975 tarihinde "Cumhuriyet" gazetesinde yayımlanan, Kemal Özer’in Yaşar Kemal’le yaptığı “Neden çocuklar insandır?” başlıklı röportaja da yer veriliyor. 

İnsan, evrende gövdesi kadar değil gönlü kadar yer kaplar
Kemal’in, 1970’lerde sokak çocuklarıyla yaptığı röportajların bir araya getirildiği bu kitap, röportajın ne kadar çarpıcı bir edebi tür olduğunu göstermesi bakımından önemli bir örnekti... Kundura boyacılarının, yankesicilerin, hırsızların, katillerin, kaçakçıların, surların dibinde çamur içinde yaşayanların, kendi gölgesinden bile korkanların ve gözüpeklerin; müthiş bir yoksulluğun, itilmişliğin, ötelenmişliğin ayna gibi parladığı hazin ve sarsıcı bir kitaptı bu. Florya’dan Balat’a, Sirkeci’den Dolapdere’ye uzanan bir başka İstanbul sureti. Zilo’su, Selim’i, Muhterem Yoğuntaş’ı ve daha nicesiyle, Yaşar Kemal’in kaleminden unutulmamaya mühürlenen hayatlar...

Peki, bir balık tutmak için bin balığı öldüren, küçücük bir toprak parçası için koskoca ormanı yakmaktan çekinmeyen bir toplumda bu  hikâyelerin ne önemi olacaktı? Kemal Özer’in kendisiyle yaptığı bir röportajda belirttiği gibi, Yaşar Kemal bu toplumda bile bu çocukların kurtarılabileceğine inanır. Kendilerini bir “devrim”in kurtaracağına inanan, “devrim”in “çocuk ve büyük eşitliği” olduğunu düşünen bütün bu çocuklar, ustanın deyişiyle “en az bizim kadar ciddi adamlardır”.

Kemal Özer’in 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde Yaşar Kemal’le yaptığı röportajda Yaşar  Kemal, yaşadığı bir olayı şöyle anlatır: “Bir akşam Menekşeden yukarı çıkıyorum. Menekşe, benim evin orda gecekondu mahallesi. Bir çocuk geliyor karşıdan, beş yaşlarında. Birdenbire yanıma geldi. ‘Kaç Yaşar amca’ dedi.‘Niye kaçayım?’ dedim. ‘Kaç karanlık kavuşuyor’ dedi. Çocuk, daha çok, düşte yaşıyor. Deneyleri az olduğu için, bozulmamış olduğu için, özlemlerini gerçek haline, düş haline getiriyor. Ve ben öylesine sevinçliyim ki bu yazdıklarımdan, örneğin çok iyi bir roman yazsaydım bu kadar sevinmezdim. Çünkü burda verdiklerim, insanoğlunun gerçeğine bütün yaptıklarımdan daha yakın. Öyle geliyor bana.”

“Çocuklar en az bizim kadar ciddi adamlardır. Çocuklar oynar, biz oyuncaklarla oynamayız. Oysa her baba, hepimiz, her çocuk gibi oyuncaklıyız. Ben hala bu yanımda uçurtma uçururum ve büyük tad alıyorum bundan. Babalar uçurtmuyor da onun için onlarla uçurtmuyorum. Yoksa çocukların arasına karışma alçakgönüllülüğünü gösterseler, onlarla da uçururum.”

“İğreniyorlar kendilerine acındırmaktan. Hiç acındırmıyorlar, yiğit gibi çıkıyorlar. 16 yaşını bulmuş serseri çocuklardan hapishane görmüş birkaçına sordum, sizi ne kurtaracak diye. Bizi hiçbir şey kurtaramaz diyor çoğu. Biz böyleyiz diyor. Birkaç tanesine rastladım, bizi devrim kurtarır dedi. Bugünkü Türkiyenin atmosferinden onları yeni bir düzenin kurtaracağını ya hapishanede öğrenmişler, ya dışarda. Soruyorum, nedir bu devrim diyorum. Ne bileyim, devrim işte, devrim kurtaracak bizi, diyorlar. Bir tanesine, devrim nedir dedim. Devrim çocuk ve büyük eşitliğidir dedi.”

“Ben çocukları çok severim. Onları anlamaya çalışırım sevmekten daha çok. Ben çocuklara çocuk gibi davranmam. Bir çocukla ilişkim, dostluğum, arkadaşlığım varsa, o benim arkadaşımdır, çocuk değildir. Çocuk gibi bakmam. Ayrı bir insan türü gibi bakmam. Niye bu böyle? İnanmadım hiçbir zaman çocukların, insanların çocuklara davrandığı gibi çocuk olduklarına. Basbayağı insandır onlar. Çok şeyler öğrenmemiştir daha, zenginliği azdır yaşlanmış insanlara karşılık, daha az yaşamıştır, ama düpedüz insandır. Anaların babaların çocuklara yaptıkları inanılmaz bir zulüm benim için. Ayrı bir yaratıkmış gibi bakıyorlar. Korkunç baskılar yapıyorlar. Baskılar, dayaklar, öğütler canından usandırıyor çocukları. Ya da şımartıyorlar şefkatle, okşamayla. Çocuk, insanlıktan çıkıyor her iki halde de. Yine benim çocuklarda saptadığım bir şey var, bütün çocuklar evlerden kaçmak istiyor. Benim bu bir araştırmamdır. Derinliğine indiğin zaman her çocuk, bir eli yağda, bir eli balda bile olsa, kaçmak istiyor. Çocuk, dünyamızda rahatsız bir kişidir. Bu, dünyamızın da bir sorunu. Bu kadar kötü yetiştirilen, bu kadar kötü davranılan insanlar büyüdükleri zaman yarım oluyorlar. Savaşların, kötülüklerin nedenlerini ararsak, temelde, çocuklukta insanların başlarından geçenler karşımıza çıkıyor. Bir gün dünyamız gerçek bir barışa, insanca bir yaşama kavuşacaksa çocuklara davranışımızın değişmesi gerekiyor. Bu, dünyanın hiçbir yanında sanırsam yapılmıyor. Dünyadaki eğitim düzeni de berbat bir düzen. Dünyayı öğretecekleri, insanı öğretecekleri yerde dünyayı ve insanı ezberletiyorlar. Nasıl olmalı? Elbet eğitimciler uğraşıyorlar bunun üstünde. Bir Pestalozzi çıkıyor, bir adım ileri atabiliyor. Ezberletmek yerine göstermek hiç olmazsa. Ama bir gün insanoğlu gerçekten iyi bir dünya kurarsa tek gideceği yer, ezberci ya da görerek eğitim değil, yaşayarak eğitimdir.”

“Bana gelince, bir ay, bir aydan da daha çok bu çocukların yaşamlarına karıştım. Onlarla dost oldum. Bana çok güvendiler. İsteseydim onlarla birlikte arpacılığa, söğüşçülüğe, tufacılığa çıkabilirdim. Bu yaştan sonra artık bana yakışmaz, değil mi? Bunu çocuklara söyledim, kimi güldü, kimi ciddiye aldı, kimi de anlayışlı davrandı. Onlara karışamayacağımın sebebini anladılar anlatmaya gerek kalmadan olgunlaşmış, anlayışlı çocuklardı. İçlerinde birkaç da ahmağına rastladım, şaşılacak şey, şaştım.”

“En sonunda her sözcüğü ağır, ikircikli, teker teker, üstüne basarak söyledi. Cibali kalelerinin orada derken kuşkuyla bana baktı. Acaba inanacak mıyım, inanmayacak mıyım? İnandığımı, yüzümde hiçbir inançsızlık görmeyince, anladı. Buna o kadar sevindi ki, neredeyse boynuma sarılacaktı. Belki en inanılmazına inanmıştım. Zilonun düşüne inanmıştım. Bu anlattığı düş müydü, gerçek miydi, ne olursa olsun, düş olsa da ben onun düşüne gerçek gibi inandım. Ben de onun ya düş, ya gerçek düşünü kafamda güzelleştirip gerçekleştirdim. Bahçe belki Floryadadır. Ama o Florya parkı var ya, onun beş misli büyüklükte, on yirmi misli genişlikte bir park. Parkın kuytusunda var ya, işte o kuytuda bir nar ağacı. Nar ağacı tepeden tırnağa çiçek açmış. Nar ağacının önünde o kuş yuvası gibi tahta ev kurulu. Nar ağacında arılar kaynaşıyor. Nar ağacını da şöyle halka gibi bir hanımelleri ağılı kuşatmış. Ağılın sol ucunda yan yana üç tane telli kavak öyle salınıp durur. Bunu ben kurdum, kurup Ziloya söyledim, önce birden sevindi, gözleri ışıldadı, sonra birden olmaz, der gibi, kesinlikle olmaz, der gibi başını salladı. Beğenmemişti bu nar ağacını. Sonra ben ona, kuş yuvası evini kurduğu yer üstüne, türlü yerler, ağaçlar, biçimler, deniz kıyıları söyledim. Değil, değil, hiçbirisi değildi. Ama nasıl bir yer, nasıl bir yer olmalıydı o kuş yuvasının yeri? Alnını kırıştırmış, derin, ağrılı, zor bir düşünceye dalmış, candan sarılmıştı. Uzun bir süre alnının kırışıklığı açılmadı, uzun bir süre gözlerini önüne dikip, öyle taş gibi kesilmiş düşündü kaldı. Birkaç kere yüzü ışıldadı bir şeyler söyleyecek oldu vazgeçti. Ben ha bire, ona yardım etmek için, sular, yerler, ağaçlar, kayalar, adalar, kuşlar, tazılar söylemeye başladım. Beni dinliyor dinliyor sonra birden yüzünü buruşturup burnunu kıvırıyordu. Sonunda ben karışmadım. O da düşünmekten vazgeçip konuşmasını kaldığı yerden sürdürdü, hiçbir şey düşünmemiş gibi.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.