- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Bir Nedene Sunuldum
-
Kategori:
Edebiyat / Öykü -
Yazar:
Yalçın Tosun -
ISBN:
978-975-08-3453-0 -
Sayfa Sayısı:
136 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Ekim 2015 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
5. Baskı / Şubat 2022
Gönül bağlarını, arzuları, gizli sevdaları ve saklı kırgınlıkları anlatma ustası Yalçın Tosun’dan yirmi yeni öykü;
“Bir Nedene Sunuldum”
“Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler”, “Peruk Gibi Hüzünlü” ve “Dokunma Dersleri” ile son dönem öykücülüğümüzün parlayan imzalarından Yalçın Tosun Bir Nedene Sunuldum’da kendine özgü sadelikle yine güçlü bir erotizm yaratmayı başarıyor. Geçen zamanla birlikte yitip giden duyguları bir gümüş ustası gibi savatlıyor, yalnızlığın ve sevgisizliğin saklı kederini inceden inceye duyuruyor.
“Peruk Gibi Hüzünlü” ile 2012’de Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan Yalçın Tosun, dostluğu, sevgiyi ve mutluluk arayışını yalın bir kederle dillendiren, gönül kırıklıklarına ustalıklı bir sevecenlikle yaklaşan bir yazar. Dördüncü kitabı “Bir Nedene Sunuldum”da sayıları giderek artan okurlarına 20 yeni öykü sunuyor.
Yalçın Tosun bu kitabıyla kendi çizgisini iyice derinleştiriyor.
Fesleğenler
Tomris Uyar’a
Sâre Hanım en çok fesleğenleri severdi. Her gece yatmadan evvel ve her sabah kalkar kalkmaz onlara su vermeyi hiç ihmal etmezdi. Dediğine göre, fesleğenler suyu çok severmiş; öteki çiçekler dayanır ama fesleğenler susuzluğa hiç dayanamazmış.
Sol bacağı daha kısaydı. Devrile devrile yürümesiydi onu o yapan şey. Bir de telaşlı halleri. Telaşı bilhassa severdi sanki. Kısa bacağının izin verdiği ölçüde hızlı hızlı hareket ettiğinde daha önemli duyardı kendini. Önemli değil de, nasıl söylemeli, bir işe yarıyormuş duyardı. Aslında bilirdi ki, pek bir işe yaramazdı. En azından kocasına göre böyleydi bu. Sâre Hanım da uzun zamandır buna inanmaya başlamıştı.
Saçları kıvır kıvırdı. Büklüm büklüm dökülürdü yemenisinin kenarlarından fışkıranlar. Ufacık yüzünde, çizik zeytin gözleri, hokka burnu, bir sırrı en derininde gizlermişçesine her daim kapalı duran yuvarlakça ağzı –şu işe bakınız ki– dağılmadan durabiliyordu. Kendi anlamını yaratmış bir bütünlüğü vardı yüzünün. Kocası hiç beğenmezdi Sâre Hanım’ı gene de. Gebersin diye gözünün içine bakardı. Gözüne bakmakla kalmaz, açıkça dile getirirdi bu dileğini çeşitli vesilelerle. Ama Sâre Hanım tınmazdı. Fesleğenlerin suya ihtiyacı vardı çünkü. Hem o giderse ne olurdu onlara.
Kocası, pis, uğursuz bir sarı çıyanın tekiydi. Gözleri de çakır. Ucuyla değdiğini ağlatır. Öyle kirli bir bakış atardı ki yeni yıkanmış avludaki halıyı nazenin ayaklarıyla ezen, komşunun ortanca kızının tüysüz bacaklarına, kız anında kayıp iki seksen yapışırdı halının üstüne. Her defasında. Süt bacaklar havada. Kaşları nemrut, dili ceberut, kelamı sehven, selamı kerhen bir adamdı işte. Ne kadar uğursuz olsa da, kocası ölsün istemezdi. Ölse üzülmezdi belki, ama istemezdi yine de. Bir şeyi istemek başka, olduğunda üzülmemek başkaydı ne de olsa. Böyle bilirdi Sâre Hanım.
Bir gün fesleğenlerinden biri topak topak topaklanır, verilen suyun hepsini kusar oldu. Sâre Hanım’a öyle geldi ki, bu fesleğen gidici. Oturdu başına, uzun uzun baktı ona. Sonra saygı duydu bu kararına. Bir an gelir, dünyadaki tüm canlılar gitmeyi isteyebilirdi. Kendisi de kaç kez istemişti. Anlayabiliyordu yani onu. Sâre Hanım herkesi, her şeyi anlayabildiğini sanıyordu. Anlayamazsa ölecekmiş gibi geliyordu hatta. Ne tuhaf. Oysa anlamaktan da ölebilirdi insan. Fazla anlamaktan ölebilirdi.
Gene de kendine engel olamadı, fesleğeni kararından döndürmek istedi. Son bir ümit, toprağını özel bir karışımla değiştirmek için meydandaki çiçekçiye gitmeye karar verdi. Kendini farklı duyardı belki böylece. Biraz daha tutunmak isteyebilirdi.
Çiçekçinin kapalı kapısını itti. Açamadı. Sonra nota ilişti gözü. “Cenazem var” yazmıştı Köse Erhan –çiçekçi daha çok böyle bilinirdi– çizgili bir defter yaprağına ve özensizce yapıştırmıştı cama. Omuzları düştü Sâre Hanım’ın. Ne zaman gelirdi acaba? Beklese miydi, kapının önündeki hırpalanmış, kir pas içindeki hasır tabureye çöküp? Gözü tutmadı tabureyi, oturmak istemedi. Elinde küskün fesleğen, yüzü kapıya dönük, birkaç dakika kısa bacağının üstüne dökülerek dineldi. Tam dönmeye karar vermişti ki, ensesinde bitti Köse Erhan.