Bakır Gök

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Emiliano Monge, “Meksika’nın tarihini üzeri beyaz örtüyle kaplanmış bir duvar gibi canlandırır zihninde ve bu örtüde açtığı ufak tefek deliklerden okurun geri kalanı tahmin etmesini” ister. Germán Alcántra, çatışma ve şiddetin anne karnından ölüme, çorak düzlüklerin yegâne kuralı olduğu o coğrafyanın insanıdır. Ve bakır renkli bir gökyüzü altında her tür lirizmin tatlı sarhoşluğundan uzak, neredeyse önüne çıkanı öğüten bir makinenin ritmik soluk alışverişleriyle ilerler onun hikâyesi.  Azgın ve soğuk, her taşın altına sinmiş ve bir o kadar öznesiz şiddetin, adeta yazgı gibi, toprağın ve havanın bir unsuru gibi varlığını hissettirdiği o meçhul coğrafya yirminci yüzyılın şiddetle karakterize tüm toplumlarından bir parça sunuyor adeta bize. Latin Amerika’nın en önemli 25 yazarı arasında gösterilen, 2012 Jaén Ödüllü genç yazardan, cesur ve yüzleşmeye ve zorlu bir okumaya hazır okurları için... Hastalıklı yelin var gücüyle beraberinde sürüklediği mikroplu talaş kırpıntıları, taş parçacıkları ve kükürtlü tozun yanı sıra kaynağını fundalık arazinin altından almayan gürültüler ve kokular da yolculuk eder: göremediğimiz kümes hayvanlarının kanat sesleri, ölü bir tavşanın çürüyen cesedi, bir yılanın gergin çıngırağı, dikenli kaktüslerin etrafını saran çiçeklerin açma sesi...

 

İstifa

Bu, hiç farkında olmasa da kendi çağı olan bir adamın - Germán Alcántara Carnero’nun ve burada yalnızca onun adında yoğunlaşan bir yerin hikâyesi... Kesik kesik bir biyografi gibi anlatılmayı gerektiren, kabına sığmaz ve doğal bir şiddetin hikâyesi ve başlangıç noktası aslında burası olmamalı: 13 Mayıs 1956’da güneşin tam tepedeki yerine konumlanmasından ve kadınların evlerin perdelerini çekmesinden dakikalar önce; küçük frenk inciri kaktüslerinin harmani gibi sürükledikleri gölgelerini devşirdikleri, kuşların kireç beyazı duvarların çatlakları arasında ya da henüz yeşerip yapraklanmış dalların üzerinde saklanmaya gittikleri vakitte, bürosunda –süslü püslü detayları olmayan bir büroda– oturmakta olan Félix Salvador Germán Alcántara Arreola ve María del Pilar y Consuelo Carnero’nun tek evladı Germán Alcántara Carnero bu saate adeta hayatının atlasında yer almıyormuşçasına tanıklık ediyor: Bu anın o denli hayalini kurmuştu ki nihayet gelip çattığına, her şeyin geride kaldığına inanmak zor onun için.

Germán Alcántara, ‘Sonunda hepsi bitti,’ diye geçirir içinden ve tıpkı yerden havalanan bir kuş sürüsünün kanat çırpması gibi, yüreği onlarca duyguyla pır pır eder. Az önce tanıştığımız ve parmaklarıyla çalışma masasının üzerinde hayali bir çizginin üzerinden geçmekte olan bu adam, ‘İşte her şeyin sona erme zamanı,’ diye geçirdi içinden ısrarla: ‘İşte bu yanda şimdiye kadar yaşadığım hayat ve şu yandaysa şimdi başlayan hayatım. Kin, nefret ve hüzün öteki tarafta kaldı, buradaysa teselli ve umut kapıda.’ Bu hikâyenin akışı boyunca izini süreceğimiz Germán Alcántara –sürekli bir akışı olmayacak bir hikâye bu, zira bir hikâye olmasından önce bir hayat söz konusu ve bir hayatın yalnızca göz alıcı kısımları önemlidir– kafasını sallayarak ve ellerini şaklatarak çalışma masasına çizdiği hayali çizgiyi siler, küçük bir teneke kolu seyrederek hayallere dalar; kapısında iki kadının dikildiği ve çok geçmeden gözünün önünden silinecek derme çatma bir eve doğru giden açıklığın geniş görüntüsü canlanır gözünün önünde: Germán Alcántara Carnero’nun yüzüne bir sinek konar ve çocukluğundan bu yana sakladığı küçük teneke kol salt bir nesne olup çıkar gözünde.

İzlediğimiz bu adamı anılarından söküp alan sıcaktan mayışmış sinek boşlukta taklalar atarak çalışma odasının sol köşesinde duran lenduha gibi bir nesnenin üstüne konar: İki parmak toz katmanının altında duran vaktiyle sarı olan bu gri vantilatörün kolları dönmeyeli uzun zaman oldu; Germán Alcántra’nın çoktan bu eşyayı başından atması gerekirdi ama Anne Lucretius Ford’un bu büroyu ilk ziyaretinde getirdiği hediyeyi nasıl atsın tabii... Bu adamın –aynı zamanda bizim adam diye hitap edeceğimiz bu adamın–hatıralarında kırılmış ve kirli bir vantilatör şu anıları çağrıştırıyor: Bizimadam buradan aşağı inen koridoru dönünce Anne Lucretius Ford’u aletin içinde bulunduğu kutuyu sürükleyerek merdivenleri çıkarken gözünün önüne getiriyor; bu aleti bugün burada bırakacak giderken. Germán Alcántra Carnero vantilatörün paslı üç koluna bakarak aslında Anne Lucretius’la konuşur gibi, ‘Bugünden itibaren başlayacağım hayat aklına hayaline gelmezdi değil mi!’ diye belirtir. Kafasını sallayarak onun yeniden bir vantilatör olduğunu hatırlar ve şu an içinde bulunduğumuz ana geri döner. ‘Geçmişi düşünmemeliyim, sadece olacakları düşünmek istiyorum bugün.’

Ve yüksek sesle bir kez daha belirtir, “Bugün yeni bir sayfa açıyorum... Geçmişi düşünmemeliyim... Artık hatırlamama gerek yok... Bugün her şey yeniden başlıyor.” Germán Alcántra Carnero’nun kafasında yankılanan sesler nihayet susar ve Anne Lucretius Ford’un hatırasının çekip gittiğine ve onu geçmiş zamandan koparıp şu an bulunduğu o en çok arzuladığı anın içine sökün eden başka bir anı olmadığına emin olur. Gelgelelim bir öncekinden farklı bir sinek bu kez bizim adamın gözlerinin önünden uçar ve beriki tuhaf biçimde onun uçuşunu takip eder ve bu kez de gözleri Teobaldo Pascua Gómez’in portresine takılır. Vaktiyle patronu olan adamın burnunu, taş gibi iki elmacık kemiğini, sağlam şakaklarını, gür kaşlarını, mat saçlarını, çenesiz suratını, bomboş ve buz gibi bakışlarını görünce bizim adam isabetli karar verdiğine kanaat getirir; ‘Çekip gitmekle iyi ediyorum. Kalsaydım kaderim hep aynı kalacaktı. Benim sonum da tıpkı o kiliseyi yakmak için dağa çıktığımız o sabahki gibi olacaktı.’ Adamın yani bizim bizim adamın şansına sinek bir kez daha uçmak üzere havalanır ve yeniden hatıralara daldığını anlayan Germán Alcántara Carnero da gözlerini Teobaldo’un portresinden ayırır; sonra iki elini de yumruk yaparak kısık sesle söylenir, “Bunların hiçbirini düşünmemem gerek artık.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.