Uçsuz bucaksız ilgi alanı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
İçindekiler

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, Kemal Seyhan, Bige Örer, Mamut Art Project, İnci Eviner, Nur Koçak ve daha pek çok sanatçı, eser ve sanat çalışanı “Sanat Dünyamız”ın 154. sayısında

Bursa Nilüfer Belediyesi’ndeki Nâzım Hikmet Kültürevi 27 Ocak –27 Şubat 2016 tarihleri arasında “Calvino’nun Gölgesi” başlıklı bir sergi /proje sundu. Italo Calvino’nun “bir kış gecesi eğer bir yolcu kitabının önermesiyle yaşanan bir sürecin paylaşımları...”  olarak tanımlanan, sanatı ve edebiyatı bir araya getiren, çok katmanlı okuma sağlayan bu sergiyi Gültekin Emre yazdı.

İstanbul Bienali’nin Direktörü Bige Örer, Türkiye ve uluslararası sanat sahnelerinin fiilen içinde yer alan çalışmalarıyla öne çıkan bir isim. Mine Haydaroğlu’nun kendisiyle yaptığı söyleşi, Bienalden günümüz sanatının dinamiklerine kadar birçok konuya uzandı; fotoğraflarla birlikte sanat sahnesine pencereler açtı.

Kültür, sanat ve tıp tarihimizin önemli isimlerinden Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver’in (1898 –1986) hakkında yazıyı Ünver’in kızı, müzehhib, minyatür ve kat’i sanatçısı Gülbün Mesara ile araştırmalarını bir süredir birbirinin devamı niteliğinde üç kuşak sanatçı olan Hoca Ali Rıza, Süheyl Ünver ve Ahmet Yakupoğlu üzerine yoğunlaştıran sanat tarihçisi Ömer Faruk Şerifoğlu kaleme aldılar.

Azra Tüzünoğlu’nun Pilot Galeri’de 19 Mart 2015 tarihinde düzenlediği etkinlikte sanat tarihçisi Yrd. Doç. Dr. Osman Erden’in moderatörlüğünde sanatçılar İnci Eviner ve Nur Koçak kendi dönemleri ve deneyimleri üzerinden Türkiye’de kadın sanatçı olmak, feminizm vb hakkında konuştular.

2012 yılından bu yana aktif Mamut Art Project yeni sanatçılara çalışmalarını tanıtabilecekleri bir alan sunan, sanat dünyasının çeşitli aktörlerini bir araya getiren alternatif bir oluşum. KüçükÇiftlik Park’ta düzenlenen bu yılki Mamut Art Project’te 51 sanatçının yapıtları yer aldı. Nazlı Pektaş, Mamut’un kurucusu Seren Kohen ve satış direktörü Ekin Kohen’le konuştu.

Pera Müzesi, 25 Mayıs-14 Ağustos 2016 tarihleri arasında, “Mario Prassinos / Bir Sanatçının İzinde” başlıklı sergiyle, 20. Yüzyıl avangartları arasında, Sürrealizmle başlayıp realist bir anlayışa yönelen İstanbul doğumlu sanatçıyı izleyicilerle buluşturdu. Sanatçı üzerine bir derlemeyi Lale Yılmaz kaleme aldı. Akademisyen ve sanatçı Prof. Ferhat Özgür ve sanat tarihçi Barış Acar avangardizm üzerine konuştular.

Sanatçı Kemal Seyhan’ın çalışmalarını sanat tarihçisi Necmi Sönmez araştırdı, yorumladı.

EDİTÖRDEN

  • Uçsuz bucaksız ilgi alanı - Mine Haydaroğlu

    İNSANIN DOĞASI, SOSYAL YAPILARIN DİNAMİKLERİ VE ZİHİN-BEDENMEKÂN ARASINDAKİ ETKİLEŞİMLER GİBİ UÇSUZ BUCAKSIZ İLGİ ALANLARI VAR SANATIN. BU SAYIMIZDA YER ALAN METİNLER VE ESERLERDE DE RAHATLIKLA GÖREBİLİRİZ: GÜLTEKİN EMRE’NİN “CALVINO’NUN GÖLGESİ” BAŞLIKLI SERGİYLE İLGİLİ YAZISI EDEBİYAT-SANAT İÇ İÇELİĞİNE BİR ÖRNEK TEŞKİL EDİYOR. NECMİ SÖNMEZ SANATÇI KEMAL SEYHAN’IN ÇALIŞMALARINDAKİ KAVRAM, FORM VE TUTKUYU, ZİHİNSEL VE DUYUMSAL NİTELİKLERİ VURGULUYOR.

    İSTANBUL BİENALİ DİREKTÖRÜ BİGE ÖRER’İN SÖYLEŞİSİ VE FOTOĞRAFLARI TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA SANAT SAHNESİNDEKİ DİNAMİKLER HAKKINDA PEK ÇOK BİLGİ VERİYOR.

    GENÇ SANATÇILAR İÇİN ALTERNATİF BİR OLUŞUM OLARAK MAMUT ART PROJECT’İN YAPISI, KURDUĞU YOLLAR NAZLI PEKTAŞ’IN SELEN VE EKİN KOHEN’LE SÖYLEŞİSİNDE DİLE GETİRİLİYOR.

    GÜLBÜN MESARA VE ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU’NUN SÜHEYL ÜNVER YAZISI İSTANBUL’A ÖZGÜ BİR GEÇMİŞE PENCERELER AÇIYOR, İSTANBUL İLE KURULMUŞ BİR BAĞIN İZLERİNİ TAKİP EDİYOR.

    İNCİ EVİNER - NUR KOÇAK - OSMAN ERDEN’İN TÜRKİYE’DE KADIN SANATÇILARIN YERİNE DAİR GÖRÜŞLER VE DENEYİMLER ÜZERİNE KONUŞMALARI, KAVRAMLAR VE PRATİKLER ÜZERİNE DAHA ÇOK TARTIŞILMASI GEREKTİĞİNİ GÖSTERİYOR.

    FERHAT ÖZGÜR VE BARIŞ ACAR’IN SÖYLEŞİSİ AVANGARDI BİR SEMPTOM OLARAK ELE ALAN, DÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR KONUŞMA.

    LALE YILMAZ, PERA MÜZESİ’NDEKİ SERGİSİ VESİLESİYLE MARİO PRASSİNOS’U ANLATIYOR.

    BU VE DİĞER SAYILARIMIZA KATKIDA BULUNAN BÜTÜN YAZAR VE SANATÇILARIN ÇALIŞMALARI, SANATIN VE HAYATIN BİNBİR RENGİNİN VE FARKLILIKLARLA ZENGİNLİĞİNİN BİRER GÖSTERGESİ.

Calvino’nun Gölgesi’ndeki Fotoğraflar - Gültekin Emre
  • İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer ile Söyleşi - Mine Haydaroğlu

    İSTANBUL BİENALİ’NİN DİREKTÖRÜ BİGE ÖRER, TÜRKİYE VE ULUSLARARASI SANAT SAHNELERİNİN FİİLEN İÇİNDE YER ALAN ÇALIŞMALARIYLA ÖNE ÇIKAN BİR İSİM. SANAT TARİHİMİZ İÇİN ÖNEMLİ BİR BİLGİ, BİRİKİM VE DENEYİM KAYNAĞI. KENDİSİYLE YAPTIĞIMIZ SÖYLEŞİ, BİENALDEN GÜNÜMÜZ SANATININ DİNAMİKLERİNE KADAR BİRÇOK KONUYA UZANDI; FOTO ALBÜMÜYLE BİRLİKTE SANAT SAHNESİNE PENCERELER AÇTI.

    Mine Haydaroğlu: 2008 yılından bu yana İstanbul Bienali Direktörü olarak hem yurtiçinde hem yurtdışında sanat dünyasının içindesiniz. Genel olarak İstanbul Bienali ile ilgili çalışmalarda öncelikleriniz neler?

    Bige Örer: Direktörlüğünü üstlenmemden bu yana İstanbul Bienali’nin güncel sanatın tanımını sivil dönüştürücülük, ortak bir kamusallık ve eleştirellik ile okul ve üniversitenin ötesinde, deneyime dayanan sürekli eğitim gibi değerleri kapsayacak şekilde genişletmesi ve bununla birlikte sanatın bilim ve felsefe gibi alanlarla etkileşimine katkıda bulunacak şekilde gelişmesi için çalıştım. İstanbul Bienali’nin dönüştüren ve sürekli sorgulayan bir işlevi olması benim için olmazsa olmaz bir özellik. İzleyicimizin de uluslarüstü ve çokkültürlü bir nitelikte olduğunu söyleyebilirim. Her bienalde dünyadaki ve Türkiye’deki sanatsal gelişmeleri eşzamanlı olarak takip fırsatı sunmak, yeni prodüksiyonlara yer vermek ve mekâna özgü çalışmaların üretilmesini desteklemek, önceliklerim arasında oldu. Türkiye’de üretilen sanatın yurtdışında tanıtımı ve dolaşımının desteklenmesinin de İstanbul Bienali’nin üstlendiği diğer bir misyon olduğunu söyleyebilirim. Sanat dünyasının aktörlerini çeşitli şekillerde bir araya getirerek bienali sürekli bir eğitim-üretim-eleştiri alanına dönüştürmek de diğer bir amacım oldu.

    Devamı bu sayıda...
  • Deleuze-Guattari ve Sanat Duchamp Dolayımıyla - Nusret Polat

    YRD. DOÇ. DR. NUSRET POLAT YİRMİNCİ VE YİRMİ BİRİNCİ YÜZYILLARDA FELSEFE VE SANATI BULUŞTURAN ETKİLİ KAVRAMLARI İNCELEMEYE DEVAM EDİYOR. BU SAYIDA ÖNCELİKLE DELEUZE-GUATTARI VE DUCHAMP’IN ÇALIŞMALARINI İÇİNDEN ÇIKTIKLARI ÇİZGİ VE ÇİZGİ DIŞILIKLA ELE ALIYOR.

    Gilles Deleuze’ün felsefesinin en etkileyici yanlardan biri, onun “birey” kavramına getirdiği bakış açısının tazeliğinde ve buradan yola çıkarak ortaya koyduğu (ilişkilere dayalı ve farklarla işleyen) diferansiyel sentetik (birleştirici değil “ayrıştırıcı sentez”) yapısında aranmalıdır. Hiç şüphesiz bu bakış açısı ve sentez ex nihilo bir yaratı değildir. Deleuze, tıpkı Foucault gibi, fikirlerin bir kişiye ait orijinal yaratılar olduğu veya olabileceği görüşüne şiddetle karşı çıkmıştır. Nitekim Deleuze, kendi fikirlerini oluştururken felsefe (Spinoza, Leibniz, Hume, Nietzsche, Bergson, James, Foucault), edebiyat (Sacher-Masoch, Proust, Lewis Carroll, Kafka, Artaud, Beckett), sanat (Bacon, Warhol) ve sinema tarihlerine bakıp işine yarayan ne varsa alıp kullanmıştır. Fakat bu demek değildir ki, bizler daima mevcut olan fikirleri bir şekilde tekrar ederiz. Tam aksine fikirlerin ya da söylemlerin anonimliği, daima, mevcut olan(lar)ın yeni bağlantılar içinde yeni bir bakış açısıyla ya da tarzında sunulmasıdır. Felsefenin görevi bu yeni bakış açısıyla ya da tarzıyla sunulan fikirlere yeni kavramlar yaratmak ve böylece olayların ve düşüncenin karmaşıklığına yeni eklemeler ya da bağlantılar yaparak dünyamızı daha da zenginleştirmektir. Dolayısıyla söz konusu olan, bütünlüğü ve tutarlılığı içinde mutlak anlamda kendine ait bir “birey”in bakış açısı değildir; aksine içinde bulunduğu toplumun sonsuz kıvrımları, hatları ya da blokları içinde tekil ya da ayrıştırıcı bir sentez olarak daima (ön)bireyleşen bir bireyin bakış açısıdır. Fransız filozof Gilbert Simondon’dan gelen bu fikre göre birey, sabit ya da sonlanmış bir bölünmez kimliğe sahip değildir, aksine daima “metastable”dır, yani “değişken” ya da “arada”dır. Yeşil ne sarıdır ne de mavidir ama ikisinin arasında uzanmaktadır.2 Van Gogh şöyle diyordu: “Yalnızca üç temel renk var: kırmızı, sarı, mavi; “karışımlar” ise turuncu, yeşil ve mor. Ama bunlara biraz siyah, biraz da beyaz ekleyince sonsuz gri çeşitleri elde edilebiliyor: kızıl gri, sarımsı gri, mavimsi gri, yeşilimsi gri, turuncumsu gri, leylağımsı gri. Kaç tane yeşilimsi gri olduğunu, örneğin, söylemek imkânsız. Çeşitlilikler sonsuz çünkü.” Bir rengin başka bir rengin karışımı olması ya da bir rengin sonsuz çeşitlilikte tonları olması gibi, bir birey de başka bireylerin etkilerinin sınırsız bir karışımı ya da tonlamasıdır. Dolayısıyla, bireyleşme veya tekillik gibi Deleuze’cü kavramlar bizi monoblok bir “tek” kavramının algısına götürmemelidir; tersine, Deleuze’ün bu kavramlarla kastettiği “teklik” değil, “tekil” halleriyle bireylerin içinde barındırdıkları “çokluk”tur. Bireyleşme ve tekillik, bireyin daima (sonsuz) farkları veya çoklukları içinde barındırması anlamına gelir. O nedenle Deleuze’ün kavramsal dünyasında bireyleşme, tekillik, çokluk ve fark gibi terimler aşağı yukarı aynı anlamda kullanılır ve tüm bu kavramlar “hayat” dediğimiz içinde sonsuz ve karmaşık bir ilişkiler ağını barındıran “olay”ın diğer adlarıdır.

    Devamı bu sayıda...
  • Bir İstanbul Ressamı: Süheyl Ünver - Gülbün Mesara - Ömer Faruk Şerifoğlu

    KÜLTÜR, SANAT VE TIP TARİHİMİZİN ÖNEMLİ İSİMLERİNDEN ORD. PROF. DR. AHMET SÜHEYL ÜNVER (1898–1986) HAKKINDA YAZIYI ÜNVER'İN KIZI, MÜZEHHİB, MİNYATÜR VE KAT’I SANATÇISI GÜLBÜN MESARA İLE ARAŞTIRMALARINI BİR SÜREDİR BİRBİRİNİN DEVAMI NİTELİĞİNDE ÜÇ KUŞAK SANATÇI OLAN HOCA ALİ RIZA, SÜHEYL ÜNVER VE AHMET YAKUPOĞLU ÜZERİNE YOĞUNLAŞTIRAN SANAT TARİHÇİSİ ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU KALEME ALDILAR.

    Ömrünü tıp, sanat ve kültür tarihimize adamış, akıl almaz bir çalışkanlıkta, sıra dışı bir kültür adamı olan Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver (17 Şubat 1898 – 14 Şubat 1986), aramızdan ayrılalı 30 yıl olmuş. Süheyl Ünver, kültür ve sanat tarihimizle az çok ilgili hemen herkesin muhakkak, birkaç eserinden yararlandığı, dünümüzü bugüne bağlayan müstesna bir şahsiyettir. 88 yıllık ömrünün fasılasız 75 yılını hekimliğinin yanı sıra; okumak, yazmak, araştırmak, ders vermek, resim yapmak, tezhip çalışmak, sohbet etmek ve arşiv oluşturmakla geçiren Ünver’den geriye öyle bir miras kalmıştır ki; bir insan ömrüne bunca emek ve ürün nasıl sığar, diye düşündürür... İki bine yakın yayımlanmış eserinin –kitap, makale, risale, gazete yazıları– özetleriyle dökümü, müstakil bir kitap olmuştur.1 Dolayısıyla bu toprakların kültürü, tarihi ve sanatına dair, herhangi bir konuda çalışacakların, Ünver’in o konudaki çalışmalarını görmek için Süleymaniye Kütüphanesi’nden başlayarak, mutlaka bakması gerekir.

    Sultan II. Abdülhamid döneminin Posta ve Telgraf Nezareti İstanbul müdürlerinden Tırnovalı Mustafa Enver Bey ile ünlü hattatlardan Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya gelen Süheyl Ünver, 1915’te girdiği Mekteb-i Tıbbiye’den 1920’de mezun olur. Haseki hastanelerinde hekimlik yaptığı yıllarda Dr. Âkil Muhtar Özden’in asistanlığını üstlenir. 1927-1929 arasında Paris’te Fransız Prof. Marcel Labbé’nin yanında ihtisasını tamamlar. 1927’de Paris’teki ihtisas günlerinde, hekimlik çalışmalarının yanı sıra Bibliothèque Nationale’de Şark yazmaları bölümünde, Türk–İslâm tıbbına ait yazma kitapları incelerken, bir taraftan da aynı kütüphanede bulunan eserlerden, Türk süslemesinin nadide örnekleri olan tezhip ve minyatürleri kendisi için istinsah eder, kopyalarını çıkarır.

    Devamı bu sayıda...
  • Türkiye’de Kadın Sanatçıların Yerine Dair Görüşler, Deneyimler - Osman Erden - İnci Eviner - Nur Koçak

    AZRA TÜZÜNOĞLU’NUN PİLOT GALERİ’DE 19 MART 2015 TARİHİNDE DÜZENLEDİĞİ ETKİNLİKTE SANAT TARİHÇİSİ YRD. DOÇ. DR. OSMAN ERDEN’İN MODERATÖRLÜĞÜNDE SANATÇILAR İNCİ EVİNER VE NUR KOÇAK KENDİ DÖNEMLERİ VE DENEYİMLERİ ÜZERİNDEN TÜRKİYE’DE KADIN SANATÇI OLMAK, FEMİNİZM VB HAKKINDA KONUŞTULAR.

    Osman Erden: Herkese merhaba. Bugün Nur Koçak ve İnci Eviner’le beraberiz. Pilot Galeri’nin “Türkiye Güncel Sanatında Resmin Yeri” başlıklı konuşma dizisinin üçüncüsünde biraraya geldik ama bugün güncel sanatta resmin yerinden ziyade, Nur Koçak ve İnci Eviner örnekleri üzerinden Türkiye’de kadın sanatçının sanat alanındaki yeri üzerine konuşmayı düşünüyoruz. Özellikle Akademi bağlamında konuşacağız. Aynı zamanda feminizme değineceğiz. Konuşmayı bu bağlama oturtmak için kısa bir giriş yapmak istiyorum.Türkiye’de feminizmin ilginç bir tarihi var. 68 hareketleriyle Avrupa’da ve Amerika’da olgunlaşan feminist hareketin, Türkiye’ye daha geç sirayet ettiğini görüyoruz. Türkiye’deki 68 hareketinin özelliklerine baktığımız zaman orada kadın hakları, feminizm gibi konular örgütsel mücadele içinde daha ziyade bölücülük olarak görülüyordu. Türkiye’deki sol hareketliliğin içinde o dönemde bir kadının feminist olarak ortaya çıkması çok yadırganan bir durumdu. 70’li yıllarda kadınların kitleler halinde sol örgütlere üye olduklarını görüyoruz. Bu dönemde İlerici Kadınlar Derneği gibi örnekler de var; fakat henüz sol içinde bir feminizmden bahsedilemiyor. Türkiye’deki tarih ilginçtir, bu bir yorum tabii, bu tespite katılmayabilirsiniz, 1980 Darbesi sayesinde aslında feminizmin önü açılmıştır diyebiliriz. 80 Darbesi’nin solu ezmesiyle birlikte artık feministler o sol hareketin içerisinden çıkıp bağımsız olarak mücadelelerini vermeye başlıyorlar. Dünyaya baktığımız zaman aslında feminizmin köklerini 19. yüzyıl sonlarında, özellikle Avusturya, Almanya, İngiltere’de buluyoruz. Kadınlar içinde bulundukları dünyanın, toplumun geleceğine dair söz sahibi olmak isteyip eğitime önem veriyorlar. Sanata baktığımız zaman özellikle empresyonistler arasındaki kadın sanatçıların, mesela Mary Cassatt’ın Kitap Okuyan Kadın’ı gibi sembolik resimleri var. “Kitap okuyan kadın” imgesi çok önemli ve toplum içinde kadının yer sahibi olmasına dair mücadelesinin bir simgesi oluyor. Türkiye’ye baktığımız zaman, 80’lerde olgunlaşan feminist hareket dedik; fakat aslında Osmanlı’nın son zamanlarında sağlam bir feminist hareket görüyoruz. Osmanlı’da kadın hakları meselesi önemli. Türkçe olarak, Osmanlıcası aklımda değil, kadın haklarını müdafaa dernekleri var mesela. 1913 ve 1921 arasında Kadın Dünyası isimli bir dergi çıkıyor. Bu dergide kadınların haklarına nasıl kavuşacağına, toplumda nasıl mücadele etmeleri gerektiğine dair manifesto niteliğinde yazılar var. Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi isimli kitabında bu konuya ayrıntılı olarak değiniliyor. Fakat cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınlar daha ziyade Batılılaşmanın simgesi haline geliyorlar. Yani kadın olmalarından mütevellit hakları değil, Batılılaşma’nın getirdiği haklar üzerinden kadın meselesi okunuyor cumhuriyetin ilk yıllarında. Kadına verilen haklar bu bağlamda kullanılıyor. Türkiye’deki Batılılaşma’da, kadınları erkek seviyesine çıkartmak üzere kurulu bir kadın hakları tanımlaması var cumhuriyetin ilk dönemlerinde. Bu çerçeve içinde ilk önce konuşmacılarımıza öğrenci oldukları dönemde Akademi’de bir kadın sanatçı, öğrenci olarak nasıl var olduklarına, nasıl mücadele ettiklerine dair bir soru sormak istiyorum. Nur Koçak’ın 1960-1968 yılları arasında Akademi’de öğrenci olduğunu biliyoruz ki o dönemde zaten feminizm Türkiye’de belki de hiçbir şekilde zikredilmeyen bir kavram. Dünyada da zaten feminizmin sanat alanına girmesini 1970 yıllarının başında görüyoruz. Fakat Nur Hanım Akademi’nin o erkek egemen ortamında yaşadıklarını, deneyimlerini bize anlatır belki.

    Devamı bu sayıda...
Bağımsız Sanatçılar Mamut’un Agorasında - Nazlı Pektaş
Kavram, Yalın Form ve Tutku Kemal Seyhan’ın 2000-2016 Dönemi - Necmi Sönmez
Edibe Ecemiş’in Resimlerinde Bilinç Akışı ve Karnavallaşma - Tufan Erbarıştıran
İstanbul’a Yeniden Hoş Geldiniz, Prassinos - Lale Yılmaz
Avangardı Bir Semptom Olarak Okumak - Ferhat Özgür - Barış Acar

 

Abone olmak için idealdergi@idealkultur.com adresine mail atabilir ya da 05559811838 - 02125288541 numaralı telefonları arayabilirsiniz.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.