İmajı Düşünmek

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
İçindekiler
Bugün imajlarla ilişkimiz ile dünyada varoluş tarzımız arasındaki bağlantı nedir? İmajların dünyayı algılayışımız, onu ifade edişimiz, kişisel ve kolektif kimliklerimiz üzerindeki etkisi nasıl anlaşılır? Bu sorulara yanıt vermek için, sanat kuramlarının, görsel kültür araştırmalarının, sinemanın ve edebiyatın imaj üzerine çalışmalarının yanında felsefi bir bakışa da ihtiyaç var.

Cogito’dan

  • İmajı Düşünmek

    Bugün imajlarla ilişkimiz ile dünyada varoluş tarzımız arasındaki bağlantı nedir? İmajların dünyayı algılayışımız, onu ifade edişimiz, kişisel ve kolektif kimliklerimiz üzerindeki etkisi nasıl anlaşılır? Bu sorulara yanıt vermek için, sanat kuramlarının, görsel kültür araştırmalarının, sinemanın ve edebiyatın imaj üzerine çalışmalarının yanında felsefi bir bakışa da ihtiyaç var.

    Günümüz dünyasında imajların bireysel ve sosyal varoluşumuzda giderek önemli roller oynamaya başladığına tanık oluyoruz. Zihinsel ya da maddi, statik ya da hareketli, özel arşivlerimizde ya da kamusal alandaki geniş ekranlarda bulunan tüm imajlar belli bir mesajı aktarmak ve duyguları harekete geçirmek konusunda eşsiz bir güce sahipler. Gelgelelim imajlar kendilerini her zaman aynı şekilde sunmazlar. Bunun nedeni imajın muğlak bir fenomen olmasıdır, imaj hem yabancılaştırır hem özgürleştirir. Söz konusu muğlaklık beraberinde bir tür güvensizliği de getirir. İmajda hiçbir zaman kendimizi dilde olduğu gibi evimizde hissetmeyiz.
    Fotoğraf, sinema, dijital imajlar ve sentez imajlar felsefenin imaja karşı takındığı eski tutumları sarsmıştır. Dijital devrim ve modern teknoloji, Platon’dan beri felsefenin kendisinden uzaklaştırdığı imajları hayatımıza sokmayı başardı. Özellikle sentez imajlar söz konusu olduğunda imajın kendisini bir tür kopya olarak sunacağı “asıl” şeyden bahsetmek güçleştiği için imajın artık sadece taklit modeliyle açıklanamayacağı fikriyle yüzleşmemiz gerekir. Öyleyse imajı nasıl yeniden düşüneceğiz? Platon’dan Adorno’ya kadar felsefenin imajlara karşı takındığı eleştirel tutumun önemi bizim için açık olsa da, imaj meselesi söz konusu olduğunda bu eleştirinin bir tür dışlamaya ya da yok saymaya dönüşmemesi gerekir. Kaldı ki imajı düşünmek, modern imajlarla ilişkimiz hakkında bir kriz okumasına dönüşerek, Panofsky’i takip eden eleştirel bir ikonoloji olanağını ortaya çıkarabilir. Söz konusu eleştiri, imajı halihazırda görsel kültür çerçevesinde verili bir fenomen olarak almak yerine onu yeniden sorunsallaştırmaya çalışır. Şu halde, imajı düşünmek için televizyon ve ardından internet ile ortaya çıkan görme rejiminin ğnı, yönetimini ve iletimini sorunlu hale getirir. Bunun yanında ekran üzerinde görülen sayısal imajın ve dijital teknolojilerin bakışa nasıl egemen olduğu ve belli bir üretim ve dağıtım ekonomisi içinde toplumsal hayatı nasıl istila ettiği sorgulanmalı. İmajları sınırsızca depolamak ve her ânı kayıt altına almak geçmişi daha iyi hatırlayıp geleceğe hazırlıklı olmamızı sağlamaz. Bu anlamda bakışa nüfuz eden, onu yönlendiren ve eğiten imajlardan söz edebiliriz. Görsel hegemonyanın konuşan özneleri nasıl tükettiği ve imajın sözün konumunu sarsarak toplumsal güvenilirlik ilişkilerini nasıl aşındırdığı incelenmeli. İmajın bakışın sadece nesnesi değil aynı zamanda öznesi haline geldiğine tanıklık ediyoruz. Bu tarz bir sorgulama elbette kolektif bellek, toplumun imgeseli ve politika ile birlikte ele alınmalı.

    Modern dünyada imajlar olmadan bir kültürden bahsetmek neredeyse imkânsızdır çünkü imaj öznelerarası ilişkide dil ile rekabet edecek kadar kurucu bir role sahiptir. Gottfried Boehm’in ifade ettiği gibi imajlar “modernliğimizin laboratuvarı” olarak kendilerini düşüncenin konusu haline getirirler. İmajlar elbette bizi bir düşüncenin etkilediği gibi etkilemez fakat onlar belli bir algılama tarzı ortaya çıkarır. Modern imajların dünyayı algılayışımızda yarattığı dönüşümün sonuçlarını henüz kavramış değiliz, öyle ki sadece bizim algımız değil nesnelerin kendileri de teknik yoluyla yeni kavranırlık kriterlerine maruz kalır.  Bu durumda dijital teknolojilerin mi imajı özgürleştirdiği ya da imajın mı maddi gerçekliği özgürleştirdiği soruları sorulmaya başlanır. Gayri maddi üretim ilişkileri ve sınırsız enformasyon içinde imajlar, görünürlük endüstrisinin vazgeçilmez aygıtına dönüşür. İmajlar sorgulanmadıkları için gerçekliğin kendisinden çok daha gerçek hale gelirler. Böylece görsellik dünyanın kumaşı haline gelir.

    Şu halde dünyanın görünürlüğünü yeniden betimleyebilmek amacıyla imaj fenomeninin kendisine gitmeliyiz. İmajlara dönmeyi hedefleyen bir sorgulama öncelikle onların yaşam dünyamız (Lebenswelt) içindeki konumlarını ortaya koymaya çalışmalıdır. Simulakrlara karşı kendimizi korumak yerine, imajın bize ne sunduğunu, nasıl verildiğini, nasıl bağımlılık yaptığını ve özellikle imaj eğitimini düşünmemiz gerekiyor. İmaj pedagojisi bir tür tüketim nesnesine dönüşen imajlara bakışın, onlara mesafe almanın ve onları deşifre etmenin eğitimi olmalıdır.

    Ne var ki imajın ne olduğu ya da nasıl işlediği sorusuna cevap vermek hiç de kolay görünmüyor. İmajın görünürlüğünden onun anlaşılırlığına geçiş nasıl işler? Asıl işi kavramlar üretmek olan felsefe imajı nasıl ele alır? Günümüzde “imaj bilimi” (Bildwissenschaft) nasıl yapılmalıdır? İmajın ne olduğunu sormak onun varlığını araştırmak ise imajın varlığı sorusu düşüncemizin önüne bir engel olarak çıkıyor çünkü imajın mimetik özelliğini hedefe koyan klasik töz ontolojisi içinde ilerlemek birtakım zorlukları beraberinde getirir. Söz konusu yaklaşıma göre imajın bize bir şey göstermesinin koşulu, onun görmediğimiz bir gerçekliğe bağlı olmasıdır. İmaj bir yandan gerçekliğin görünüre gelmesi, diğer yandan bu görünürün tanık olduğu bir gerçeklik yokluğunu ya da namevcudiyeti çağrıştırır. Dolayısıyla, imaj gerçekliğin hayaleti olarak varlık ve yokluk arasında bir yerde konumlanır. İmajın duyusal boyutu onun evrensel olmasını engeller ve belli bir göreceliliğe götürür. Böylece asıl olanın anlamı kaybolur çünkü imaj doğası gereği şeyin gerçekliğine işaret etmekte yetersiz kalır. Gelgelelim, modern dünyanın imajları kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırları bulanıklaştırdıkları için imaj artık şeyin fiili varoluşunun yokluğu yerine bir tür mevcudiyet yanılsamasına yol açar. İmaj artık şeylerle bir benzerlik ilişkisine sahip olmayan sanal gerçekliktir. Hatta Jean Baudrillard’ın ifade ettiği gibi, “sentetik imaj yeniden yaşanması mümkün olmayacak bir ânı tespit etme niteliğinden uzak olduğu için, onda zamansal kesinlikten, analojik imaja özgü zamansal punctum’dan eser yoktur”.

    Şu halde imajların şeylerin yerine nasıl geçtiğini düşünmek yerine, imajların bize nasıl verildiğini ve bizim onlara nasıl eriştiğimizi yeniden düşünmek istiyoruz. Fiziksel nesneler mekânda birbirleri ile belli bir dışsallık ilişkisi içerisinde bulunurlar. Örneğin çalışma masam mekândadır ve diğer nesnelerle belli bir dışsallık ilişkisi içerisinde bulunur. Oysa taşın, ahşabın, kumaşın, kâğıdın üstünde ya da dijital ekranlarda bulunan imaj, çalışma masamın bulunduğu şekilde mekânda değildir ve maddeye indirgenemez. İmaj diğer fiziksel nesnelere nedensellik ilişkisi ile bağlı değildir. Elbette imajın fiziksel dayanağı fiziksel dünyaya dahildir ve öznelerarasılık içinde ona belli ölçüde sabitlik ve devamlılık kazandırır.  İmajın tarihsel ve estetik koşullarını belirleyebilir ama onun varlığının anlamını bütünüyle kuşatamaz. Dolayısıyla imajın varlığının ortaya çıkış koşulları onu ifade eden araçların koşullarına indirgenemez. Fiziksel dayanak zarar görse hatta yok olsa bile imaj varlığını sürdürür. İmaj kendisini ifade eden aracı aşarak dilsel metafor, resim, fotoğraf ya da dijital platformlar gibi başka araçlara geçer. Bu anlamda Husserl’in ifade ettiği gibi imaj ideal bir nesnedir ve algılanan şeyin maddi gerçekliğiyle karıştırılamaz. Husserl’in ardından imajın fenomenolojik betimlemesini yapan Sartre onu gerçek-dışı (irréel) olarak adlandırır. Ona göre imajın yönelimsel bir yapısı vardır ve o, ne muğlak bir düşünce ne de zayıf bir duyumdur, o, bir şey değil bir eylemdir.

    Devamı bu sayıda...
  • Antikçağ’da Şiire Karşı Diyalektik: poetik kültürde ve sokratik kültürde imge üretimi - Nazile Kalaycı

    I- Antikçağ’da felsefe ile imge üretimi arasındaki ilişkiyi en titiz tartışan filozofun Platon, bu tartışmayı en hassas yönlerine kadar analiz eden metnin de Devlet (Politeia) diyaloğu olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu eserde Platon imge üretiminin ustası olan şairleri halkı kandırdıkları gerekçesiyle devletin dışına atmak istemekte, bu tavrını da etik, estetik, epistemolojik ve politik bakımlardan gerekçelendirmektedir: Şairler ürettikleri imgelerle duyguları eğitmek yerine azdırır; onların kullandıkları teknik –gerek dizelerin ezber yapmaya göre düzenlenmiş olması, gerekse kelimelerin muğlak kullanılışı– bizde eleştirel bir zihnin gelişmesini engeller; şairler imgesiz düşünebilmeyi imkânsız kılarak ortak kavramlara ulaşmamızı sekteye uğratır; imgelerin pençesine düşen ruhlar hakikate göre kurulacak polis için tehlikelidir. Ne var ki Platon’un imge üretimine dair düşünceleri basit bir düşmanlıktan fazlasıdır; çünkü imge üretimine şiddetle karşı çıkan filozofu diyalog boyunca imge üretirken, yasaklamaya çalıştığı sanatı icra ederken görürüz. Platon’un bu iki-arada tutumunu gördüğümüz tek eserin Devlet olduğunu söylemek de doğru olmaz; filozofun neredeyse bütün eserleri yoğun ve canlı imgelerle doludur. Eserlerde kullanılan alegori, mecaz, metafor, analoji ve modellerin yanı sıra, yaratılan karakterler, anlatılan mitoslar, soylu yalanlar, dahası meseleleri canlandırarak anlatma biçimi ve diyalog formunun bizzat kendisi imgelem yetisinden bağımsız üretimler değildir; neredeyse bütün diyaloglarda dramatik-mimetik biçim hep işbaşındadır. Phaidros diyaloğunda yazının kusurunu cansızlığı ve hakikati donuklaştırması diye belirleyen Platon, onu canlı kılacak imgeleri kullanmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. Diyalogların ana karakteri Sokrates bile –burada tarihsel Sokrates’i değil, dramatik Sokrates’i kast ediyorum– Platon’un yarattığı bir imge değil midir? Savunma’da rahatsız eden at sineğine, Menon’da uyuşturan torpil balığına, Şölen’de dinleyenin ruhuna işleyen zehirli yılana, Phaidon’da en güzel şarkısını ölmeden önce söyleyen kuğuya, Kharmides’te bir aslanın merhametine sığınan karacaya, Birinci Alkibiades’te gençlerin bakımına muhtaç yaşlı bir leyleğe benzetilen Sokrates ve Sokrates’in pratiğini görselleştiren bütün bu hayvanlar birer imge değiller midir? Devlet’te kullanılan devlet gemisi metaforu, mağara alegorisi, bölünmüş çizgi modeli, güneş imgesi, ruh göçü konusunda anlatılan Er Mitosu filozofun ürettiği imgeler değil midir? Diğer diyaloglardan da birkaç örnek vermek gerekirse, Phaidon’da ruh konusunda ileri sürülen “akort edilmiş lir” ve dokumacı tarafından üretilmiş “son palto” metaforları, ayrıca yeraltı dünyasına dair alegorik anlatım; Şölen’de topaç gibi yuvarlanan “çift cinsiyetliler”; dahası bilginin “kafesteki kuş”a (Theaitetos), sofistin sanatının “balık avlama”ya (Sofist), ruhun “biri beyaz diğeri siyah iki at tarafından çekilen araba”ya (Phaidros), Demiourgos’un farklı türden ruhları ürettiği ve karıştırdığı kozmik kabın “krater”e (Timaios) benzetilmesi Platon’un kullandığı imgelerin sadece en meşhurlarıdır. Bunların arasında politik imgeler, ahlaki imgeler, psikolojik imgeler, pedagojik imgeler ve epistemolojik imgeler vardır. O halde sorulması gereken sorular şunlar: Platon’un kullandığı bu imgeler, filozofun imge düşmanı yanıyla nasıl bir arada durmaktadır? Acaba Platon iyi imge ve kötü imge arasında, imgeden yararlanmanın doğru ve yanlış yolları arasında bir ayrım mı yapmaktadır? Bazı imgeleri ötekilerden daha kullanılabilir kılan nedir? Platon ne zaman imgeye/şaire karşıdır, ne zaman kendisi bir imge üreticisine/şaire dönüşmektedir? Son olarak, Platon’un imge üretimine karşı oluşunun tarihsel arka planı nedir? Makalede bu soruları tartışmak niyetindeyim. Bunun için tarihsel arka plandan yola çıkarak Platon’un imge üretimine dair tavrının politik gerekçelerini ele almakla başlayacağım (II); bu gerekçeleri de sözlü kültürden yazılı kültüre doğru ilerleyen süreçle bağlantılı olarak inceleyeceğim (III). Bu süreç şiirden düzyazıya, poetik zihinden diyalektik zihne, dilin figüratif kullanımından argümantatif kullanımına doğrudur. Bu nedenle bu konulara da değineceğim (IV). Ardından Platon zamanında yaşanan devrim niteliğindeki dönüşümü tartışma konusu yapacak (V) ve bu bağlamda Devlet diyaloğunu temele alarak imge üretimi ile adalet arasındaki ilişkiyi inceleyeceğim (VI). Sonra, kopya ile model, görünüş ile idea arasındaki ilişkiyi kesmeye çalışan Platon’un bir imge üreticisine nasıl dönüştüğünü Devlet’te sunulan soylu yalanlardan yola çıkarak tartışacak (VII) ve Sofist diyaloğundan hareket ederek de iyi imge ve kötü imge arasındaki ilişkiyi ele alacağım (VIII). Makalenin sonunda, imgenin peşine düştükçe imge ile ideanın, iyi imgenin peşine düştükçe de kötü ile iyinin, hatta sahte ile gerçeğin arasındaki farkların silikleşmesine yol açan Platon’u agonal geleneğe ait bir filozof olarak ileri süreceğim (IX).

    II- Antikçağ’da düzyazı felsefi düşüncenin ifade biçimi olmadan evvel, yazı biçim olarak şiire yakındır; sadece yazı değil konuşma da böyledir, duygu ve düşünceler ölçülü ve uyaklı dizelerle anlatılmaktadır. Burada şiir derken kastedilen destanlar, tragedyalar, komedyalar, dithyramboslar, dahası Sokrates öncesi düşünürlerin ve Thukydides öncesi tarihçilerin yazmış oldukları da dahil bütün bir Yunan külliyatıdır. Gelenek aktarımının henüz söze dayalı olduğu zamanlardır söz konusu olan. Homeros’tan önce Yunanların bütün kültür birikiminin sözlü hafızada depolandığını biliyoruz. Yazı Homeros’la birlikte ve onun çağında kullanılmaya başlar; ama Platon’un yaşadığı dönemde, yani yaklaşık üç yüz yıl sonra, kültür hâlâ sözlüdür. Halk yarı okuryazardır; şairler okunsun diye değil, dinlensin ya da sahnelensin diye yazmaktadır. Poetik kültüre savaş ilan eden Platon zamanında (elbette Platon’un savaş ilan ettiği şiir bugün bizim anladığımız şiir değildir; arada ortak unsurlar olsa da burada söz konusu olan şiirle biçimlenen bir kültür ve şiirle biçimlenen bir zihin yapısıdır) büyük bir devrim gerçekleşir. Devlet diyaloğu da bu savaşın ilanı gibidir ve savaş Sokrates’in şu sözleriyle ilan edilmektedir: “Glaukon... büyük bir savaş bu bizimki, sanıldığından çok daha büyük bir savaş... Dinlesek de, söylediklerine kanmadan dinleriz şiiri, içimizin dümenini kaptırmayız ona... onlar senin devletine girdi mi... acı ve tatlı duygular kanunların yerini alır, toplum her şeyde en iyiye bakacak yerde, acıya tatlıya bakar... bu başıboş sanatı devletimizden atmakta haklıyız; aklın gereğine uymak ödevimiz...”

    İlk bakışta sorun şiirin içeriğiyle ve içeriklerin sebep olduğu duygulanımlarla ilgiliymiş gibi görünür: Şairler arasında kaba saba hikâyeleri anlatanlar, çok abartanlar, insanları aşağılık, acınası durumlarda gösterenler, adil kişilerin felakete düşüşünü betimleyenler, tanrılarla ilgili ensest, cinayet, tecavüz, ihanet, zulüm hikâyelerini söze dökenler, duyguları eğitmek bir yana azdıranlar kötü alışkanlıklara yol açmaktadır. Havelock’a göre, sorun sadece içerik olsa mesele bir revizyonla halledilebilecek, ayıklama yoluyla zararlı içerikler yararlılardan ayrılabilecektir. Oysa şiir biçimi açısından da tehlikelidir. Gerek kelime seçimi –kelimeler açık ve tek anlamlı değil, muğlak, belirsiz ve çok anlamlıdır–gerekse dizelerin ölçüm, uyum ve tartımla dile getirilişi şairlerin bizdeki duygulara hükmedebilmelerini sağlayacak ve eleştirel bir zihnin gelişmesini engelleyecek şekilde düzenlenmiştir. Şiir sahip olduğu teknik araçlar sayesinde bilinçdışına etki ederek cezbetmekte ve kandırmaktadır; patalojik bir etkidir bu. Kısaca şiirin muhtevası ahlaki açıdan zararlıdır, mekanizması zihin için tehlikelidir; şiir aklı kötürüm bırakmakta, ruhu zehirlemektedir.

    Buraya kadar şiirin pedagojik ve linguistik bakımlardan yol açtığı sorunlardan söz edildi; ne var ki Platon’a göre şiir insanları karmaşaya sevk ettiği için politik bakımdan da tehlikelidir. O halde bu hastalığın ilacını bulmak bir zorunluluktur; bu ilaç “şeylerin kendisine” (auto kath auto) uzanan, onların gerçekte ne olduğunun bilgisini içeren, dahası yeni bir zihin yapısı geliştirmeyi ve yeni bir eğitim modeli olmayı hedefleyen diyalektiktir; Devlet diyaloğu ise diyalektik yöntemin ele alındığı temel eserdir. Ne var ki diyaloğun temel konusu imge üretimi ile felsefe, şair ile filozof arasındaki ilişki değil adalettir (dikaiosyne). Diyalogda diyalektik adaleti sağlayacak, hem bireyi hem de toplumu adalete götürecek yöntem olarak sunulmuştur: poetik zihin adaleti yıkar, diyalektik zihin adaleti inşa eder; şair ürettiği imgelerle toplumu karmaşaya sevk eder, filozof-kral ise toplumu bir ilke etrafında düzene sokar. Adalet, filozofun polisi düzene sokmak için dayandığı ilkedir (en genel anlamıyla da felsefe yapmaktır). Platon diyalogda adaleti geçmişteki işlevsel ve imgesel kavranışından ayırıp soyutlamaya ve onun formunu belirlemeye çalışmaktadır. Devlet’te adalet tartışması bilgi türleri, imge üretimi, çocukların eğitimi, toplumsal sınıflar, bu sınıfların işleri ve erdemleri, sanatın işlevi, soylu yalan (pseudes gennaion), bellek aktarımı, veraset, ölümden sonraki yaşam gibi konular etrafında gelişir; bütün bu bakımlardan da eski ve yeni çatışması söz konusudur.

    Devamı bu sayıda...
Burak Şaman - Hat Nasıl Bir Surettir?
Nami Başer - İmago
Cana Bostan - Divandaki Tarih Meleği: Walter Benjamin’de İmge-Uzam
Mehmet Şiray - Jacques Rancière’in İmge Felsefesi: Estetik İmgenin Diyalektiği
Hakan Yücefer - İmgenin Ardındaki İmge: Deleuze’de Eylem-İmgenin Üç Krizi
W.J.T. Mitchell - Resimler Ne İster?
Jacques Rancière - İmajlar Gerçekten Yaşamak İster mi?
Emmanuel Alloa - İmajların Okunurluğu: Bir Görsel Hegemonya Eleştirisi
Georges Didi-Huberman - Tarihin Özgür Gözleri
Pelin Dilara Çolak - Sanatı ‘Sanat’ Yapan Nedir? Sanatın İmgesel Doğası Üzerine Bir Deneme
Lewis Johnson - İmajlarla Çalışmak: Resimlemenin Yapıbozumu ve Gözde İlkin’in Sanatı
Zeynep Talay Turner - Kavram, Metafor, Benzetme: Nietzsche, Blumenberg, Musil
Özgür Taburoğlu - Bilge Karasu Anlatılarında Işıklı İmgeler

 

Abone olmak için idealdergi@idealkultur.com adresine mail atabilir ya da 05559811838 - 02125288541 numaralı telefonları arayabilirsiniz.
* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.