Hasta Bir Dünyada Yaşlanmak

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
İçindekiler

Yaşlılık  çalışmaları ya da gerontoloji, bu dosyadaki sosyolojik makalelerde de özellikle vurgulandığı üzere, Türkiye’de derinlemesine çalışılmamış bir alan. Yaşlılık çalışmalarındaki eksiklikleri, yaşlanma sürecindeki eşitsizliklerin siyasal, kültürel ve iktisadi etmenlerini,  sosyoekonomik ve yapısal sorunları ele alan bu makale ve söyleşilerde  bir mücadele alanı olarak yaşlılığın imkânları, hak temelli ve eşitlikçi uygulama talepleri de dile getiriliyor. Dosya bir yandan da yaşlılık ve toplumsal cinsiyet ilişkisine, yaşlılığın ruhsal süreçlerine ve yaşlılıkta psikanalitik çalışmanın dinamiklerine, “çirkin tekrarlar”dan kurtularak yaşamla ve yeniyle yeni bir ilişki kurma imkânlarına, sanatın ve sanatçının yaşsızlığına odaklanan yazılarla bu kasvetli zamanlarda yaşlı olmanın ne anlama geldiğini tekrar düşünmeye davet ediyor.

Cogito’dan

  • Hasta Bir Dünyada Yaşlanmak

    Geleceğin giderek daha da bulanıklaştığı son onyılların kesin öngörülerinden biri de şu: Dünya nüfusu hızla yaşlanıyor. 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun yüzde 16’sını, Türkiye nüfusunun ise yüzde 18’ini yaşlıların oluşturacağı tahmin ediliyor. Bu tahminin hemen ardından, nüfusun yaşlanmasının mevcut sistemde yapısal bir sorun teşkil edeceği, ileri yaşın beraberinde getirdiği sorunlarla başa çıkacak bir altyapının noksan olduğu önemle vurgulanıyor. Refah artıp insan ömrü uzadıkça, ömrü uzamış bireylerin o refahı sağlayan düzende hak ettiği bakımı, desteği ve güvenliliği göremeyecek olması şaşırtıcı değil çünkü insan haysiyetine yaraşır bir yaşamı giderek daha imkânsız kılan neoliberal düzende, genç yaşlı, beyaz siyah, kadın erkek “işe yaramayanların”, “verimsizlerin” peşinen yok ve yük sayılması güncel bir zorunluluk.

    Sadece birkaç ay gibi kısa bir süre önce, kanıksamışlığın verdiği körlükle normal kabul edilen bu düzenin eski düzen olarak tarihte donup kaldığı, yeni düzenin ise bütün belirsizliğini koruduğu bir ara dönemdeyiz şimdi. Ama yavaş yavaş “yeni normalin” de, eskinin ilke ve ilişkilerinin, bütün yükün gözden çıkarılmış kesimlerin omuzlarına yüklenerek ayakta tutulmaya çalışıldığı, daha da pekiştirildiği bir eski-yeni düzen olacağı belirginleşiyor. Ve bu uyumlanma döneminde eski daha derinlemesine sorgulanırken, bir yandan da bütün çelişkileri, eşitsizlikleri, ayrımcılıkları iyice keskinleşerek su yüzüne çıkıyor. Koronavirüsün “yaşlı” insanlar için daha öldürücü olduğu verisi de, ölümlülüğümüzle yüzleştiğimiz bu istisnai dönemde, ölümle hesaplaşmayı becerememiş, ölümü bastırmış toplumun genelde kalıpyargılarla örülü yaşlılık algısının çarpıklığını, yaşlılara yönelik ayrımcılığı iyice öne çıkardı.

    Yaşlılık çalışmaları ya da gerontoloji, bu dosyadaki sosyolojik makalelerde de özellikle vurgulandığı üzere, Türkiye’de derinlemesine çalışılmamış bir alan. Yaşlılık çalışmalarındaki eksiklikleri, yaşlanma sürecindeki eşitsizliklerin siyasal, kültürel ve iktisadi etmenlerini, sosyoekonomik ve yapısal sorunları ele alan bu makale ve söyleşilerde bir mücadele alanı olarak yaşlılığın imkânları, hak temelli ve eşitlikçi uygulama talepleri de dile getiriliyor. Dosya bir yandan da yaşlılık ve toplumsal cinsiyet ilişkisine, yaşlılığın ruhsal süreçlerine ve yaşlılıkta psikanalitik çalışmanın dinamiklerine, “çirkin tekrarlar”dan kurtularak yaşamla ve yeniyle yeni bir ilişki kurma imkânlarına, sanatın ve sanatçının yaşsızlığına odaklanan yazılarla bu kasvetli zamanlarda yaşlı olmanın ne anlama geldiğini tekrar düşünmeye davet ediyor.

    Yaşlanmak sayısı, önümüzdeki yıllarda çok daha fazla tartışılacağı belli olan yaşlılık ve yaş ayrımcılığı konularında daha derin ve etraflı düşünce alışverişlerine yol açması umuduyla, bir ara dönemde hazırlanmış bir ara sayı.

    Güz 2020 sayısı için bir Spinoza özel dosyası hazırlanıyor.

    Şeyda Öztürk

  • Necmiye Alpay - Altmış Beş Artı Damgası

    Her şey yarım doğrular olarak sunuldu ve geniş geniş yutuldu. Sunanlar egemenler, yutanlar damgayı yiyenlerdi. Soru soran olunca dünyanın tepesindeki adam dayanamayıp bağırdı: “Economy, stupid!”

    65+’lar ve kronik hastalığı olanlar bizim burada hemen evlere hapsedildi. Hepsi değil tabii. Önemli karar alıcılar istisna tutuldu. Giderek, hapsedilenlere 2000’den sonra doğanlar da eklendi. Çünkü, denildi, Covid-19’dan ölenlerin çoğu 65+ yaş grubuna mensup, 2000’den sonra doğanlar ise fazla hareketli, fazla virüs taşıyorlar. Yanlış mıydı bu gerekçeler? Yalan mıydı yani?

    Bir süre ses çıkmadı, yalnızca sosyal medyada “yaşçılık/ yaş ayrımcılığı (ageism)” adlı ayrımcılık türünü, bunun da diğer ayrımcılık türleri gibi insan haklarına aykırı olduğunu hatırlatanlar çıktı. Tabii hatırlamak için, önceden biliyor olmak gerekir, hiç değilse böyle bir bilgiyle karşılaşmış olmak. Hatırlayan hukukçulardan İbrahim Kaboğlu, yasağın Anayasa’ya aykırı olduğunu açıkladı. Gerontolog Özgür Arun da yaşlılık bilimi açısından bakarak konuya hakkıyla sahip çıkan açıklamalarda bulundu...

    Mahpusların günde en az on beş dakika açık havaya çıkarılma hakkı vardır. Bunu kırk yıl önce darbe dönemlerinin cezaevlerinde öğrenmiştik. Beş tarafı beton bir avluya, işkence altında da olsa “havalandırma”ya çıkarılırdınız. Disiplin cezası olarak tabutluklara attıklarında orada en fazla dokuz gün tutulurdunuz, sınır buydu, fazlası kalıcı hasar bırakma tehlikesi taşıyordu. Bu ceza için ayrıca mahkeme kararı gerekliydi. Gerçi mahkeme kararının uygulama sonrasında alındığı da oluyordu, “Önce öl, sonra öde” dediği gibi şairin.

    Meslek hastalığı mı, algıda seçicilik mi? Uzun yıllar çevirmenlik yaptıysanız, önemsediğiniz eski yeni bazı çeviri metinler sizde özgün metne bakmak ihtiyacını doğurur. Bazen atlatırsınız bu itilimi, bazen atlatamazsınız. Camus’nün Veba’sını milyon yıl önce okumuştum. Aklımda sokak kuytularındaki fare ölüleri kalmış. Covid-19 günlerinde herkes gibi benim de arada bir aklımdan gelip geçerken üçüncü ayın başlarında bir gün romanın Türkçesini açtım, alınlık sayfasında Daniel de Foe imzalı şu cümleyi gördüm:

    “Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyle göstermek kadar mantığa uygundur.”

    Pek anlaşılmayan bu cümleyi Foe’ya yakıştıramayıp Fransızcasına baktım:

    “Il est aussi raisonnable de représenter une espèce d’emprisonnement par une autre que de représenter n’importe quelle chose qui existe réellement par quelque chose qui n’existe pas.”

    Şöyle diyordu aslında Foe: “Gerçekte var olan herhangi bir şeyi var olmayan bir şeyle göstermek akla ne kadar uygunsa, hapsedilmenin bir türünü bir başka türüyle göstermek de o kadar uygundur.” Camus bu cümleyi alınlık yapmakla şunu demiş oluyordu kısaca: Elinizdeki kitap bir metafor olarak da okunabilir.

    Çevirinin devamına bakmadım.

    Besbelli hapsedilmek evinin bahçesi olanları daha az etkilemektedir. Balkon ne derece işe yarıyor, bilmiyorum, biraz hava alsanız bile balkonda volta atamazsınız. Belki güneşlenmek için pencereden daha iyidir, Fransız balkonu bile olsa. Ama zaten kapatılmış olma gerçekliğini bunların hiçbiri ortadan kaldıramaz. Hem de herkes gibi, herkesle birlikte değil, yalnızca ölümün eşiğindekiler olarak kapatılmışsanız.

    Bir süre sonra birileri uyarmış olmalı ki yetkilileri, para cezaları başlamadan önce gidip parklarda oturan yaşlılara saygısızlık eden kendini bilmezlere de hitaben, büyüklerimizi ne kadar çok sevdiğimizi, onların bizim kıymetlilerimiz olduğunu, bu yasağı onları korumak için getirdiklerini vurgulamaya başladılar ve bir bakan ekleyiverdi: “Allah sizi başımızdan eksik etmesin”.

    Devamı bu sayıda...

Lynne Segal - “Temel Koşullar” – Birleşik Krallık’ın Covid-19 Karşısındaki Tutumunda Yaşlanma veya Yaş Ayrımcılığı
Lynne Segal - Toplumsal Cinsiyet, Arzu ve Yaşlanmanın Skandalları
Françoise Dastur - Michel Eltchaninoff: “Ölüm kaygısı yaşama sevinciyle bağdaşmayan bir şey değil kesinlikle”
François Villa - Psikanaliz Yaşlanma Sorunuyla Karşılaştığında
Bella Habip - Psikanalizde Yaşlılık
Toros Güneş Esgün - “Çirkin Tekrarlar”ı Bırakmak: Tante Rosa, Yaşlılık ve Beauvoir
Fisun Yalçınkaya - Sanatçının Yaşsızlığı ya da “Zamanının İlerisinde” Sanat
Ayşe Günaysu - Eren Keskin -  İnsan Hakları Kimin Hakları? Covid-19 Salgını ve Hak İhlalleri

  • Özgür Arun - Eşitsiz Yaşlanmak: Türkiye’nin Serüveni, Alanın Niteliği ve Yaşlanma Gündemi

    Yaşlanma çalışmalarına ilgim saha araştırmaları sırasında yaşadığım karşılaşmaların etkisiyle oluştu. Türkiye’nin yaşlandığını kırsal alanlarda kalkınma araştırmalarına katıldığım sırada fark ettim. Sahadaki gözlemlerim akademide edindiğim bilgilerden oldukça farklıydı. Akademi, Türkiye’nin genç bir nüfusu olduğunu mütemadiyen zikrederken, yaşlanma neredeyse hiç konuşulmuyordu. Nitekim TÜİK’in nüfusa ilişkin resmi rakamlarını görenler, Türkiye’nin Avrupa’nın delikanlısı olduğunu vurgulamaya devam ediyor.

    Bu yüzyılın başlarında Türkiye’nin nüfusu 67 milyondu. Yaşlıların (65+) oranı %5 düzeyindeydi. O nedenle akademi de yaşlanmaya ilişkin derli toplu bir bakış sunamıyordu. Biraz da bu nedenle sanırım o zamanlarda sosyoloji için yaşlanma tartışılmaya değer bir mesele olarak görülmüyordu ki, yaşlanma sosyolojisi diye bir dersimiz de yoktu. Bugün Türkiye’nin nüfusu 80 milyonun üzerinde, yaşlı nüfusun oranı da %10’lara erişti. Bilebildiğim kadarıyla, Türkiye’de önde gelen sosyoloji bölümlerinde hâlâ yaşlanma sosyolojisi dersi yok! Sosyolojinin yaşlanmayla hak ettiği düzeyde ilgilenmeyişi belki de nüfusun büyüklüğü ve yaşlıların oranıyla da alakalı olmayabilir!

    Yaşlanma çalışmaya başladığımda alanın bu kadar renkli ve bir o kadar da zorlayıcı olacağını hiç hayal etmemiştim. Çok renkli çünkü yaşlanma çalışmaları sadece belirli bir yaş grubundaki insanlar hakkında yapılan çalışmalardan ibaret değil. Yaşlanma çalışmak, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemini de çalışmak anlamına geliyor. O nedenle yaşlanma çalışmaları, yaşlıları ve yaşlılığı çalışmayı da kapsayan, ancak bu iki boyutun çok ötesinde bir kavrayış geliştirmeyi, yaşam döngüsüne odaklanmayı da gerektiriyor. Renkliliği bir açıdan buradan kaynaklanıyor. Ancak bu aynı zamanda sorunların da düğümlendiği bir nokta. Zira Türkiye’de alanyazında bu tip bir perspektifi geliştirmeyi sağlayacak, öğrencilere ve araştırmacılara bu meyanda donanım kazandırabilecek düzeyde birikmiş çalışma yok.

    Yaşlanma meselesi, Türkiye’nin demografik dönüşümü ve yaşlanma hızı düşünüldüğünde, hak ettiği ilgiyle çalışıl(a)mıyor. Oysa o denli zengin bir mesele ki… Sahaya çıkan bir araştırmacının bugün Türkiye’de yaşlanma meselesine temas etmeden ilerleyebilmesi, çalıştığı başlık özelinde kavrayış geliştirebilmesi neredeyse imkânsız. Haydi imkânsız demeyelim ama büyük bir eksik bırakır. O halde nasıl olur da, yaşlanma çalışmaları sosyologların, sosyal bilimcilerin ilgisinden bu denli uzak, çoğunlukla tıbbileştirilerek çalışılabilir? Nasıl olur da yaşlılar, yaşlılık ve yaşlanma süreci, sosyal, idari ve beşeri bilimler içinde ilgiyle karşılanmaz; basitçe medikal/biyolojik bir perspektifle ele alınabilir?

    Bu yazıda, Türkiye’nin yaşlanma serüveni hakkında araştırmalarım neticesinde öğrendiklerimi, edindiğim bilgileri, gözlemleri ve deneyimlerimi üç bağlamda sunmak isterim. Türkiye’nin yaşlanma dinamiklerini ele almak, nasıl yaşlandığını anlamak, sahayla kuracağımız ilgiyi de belirleyecek. O nedenle önce Türkiye nasıl yaşlanıyor? sorusuna yanıt vermeye çalışacağım. İkincisi Türkiye’de yaşlanma çalışmalarında hangi konular ilgi bekliyor? Gelecekte araştırmacılar için sıcak meseleler neler? Bu sorulara yanıt verebilecek bir yaşlanma çalışmaları ajandası sunmak isterim. Son olarak yaşlanma çalışmaları söz konusu edildiğinde, biraz da akademinin hal-i pürmelalini görmek iyi olmaz mı? Türkiye’nin yaşlanma sürecinde, araştırmacıların, nasıl olur da içinden geçtikleri, tanıklık ettikleri bir döneme bu denli yabancılaşmış olduklarını tartışmak isterim. Zira, Türkiye akademisi, sınırlı sayıda iyi örneği ayrı tutarak söylemek gerekir ki, yaşlanma çalışmalarında hâlâ bir perspektif geliştirebilmiş değil. Yönsüz, kuramsal ve yöntemsel perspektiften yoksun, yaşlılar hakkında yapılmış çalışmalar var. Ekseriyeti sağlık-hastalık düalitesiyle inşa edilmiş, sorun odaklı çalışmalar. O nedenle de özneleri kurbanlaştıran çalışmalar. Bu meseleyi son bölümde daha da açarak tartışmak istiyorum.

    Türkiye’nin Demografik Düzeni
    Yaşlanma hakkında yazdığım ilk yazıda Türkiye nüfusunun her geçen gün hızla yaşlandığını söyleyerek söze başlamıştım. Aradan geçen bunca zamandan sonra bugün hâlâ Türkiye hızla yaşlanıyor demekten ikrah ediyorum. Türkiye yaşlandı! Çok kısa bir süre içinde çok hızlı bir dönüşüm geçirdi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye’de yaşlıların (65+) oranı %4 düzeyindeyken, kuruluşun 100. yılında %10’u geçmesi bekleniyor (TÜİK, 2020a). Nüfusu %7 ile %10 arasında olan toplumlara yaşlı, %10’u geçmiş olanlara ise çok yaşlı toplumlar deniliyor. Bu bakımdan, Türkiye, birkaç yıl içinde, yaşlı bir toplum olmaktan çıkıp çok yaşlı bir toplum haline dönüşecek.

    Devamı bu sayıda...

Alan Duben - Kuşaklar ve Nüfus Yaşlanması: Aile, Devlet ve Piyasa
Gülçin Con Wright - Yaşlanma, Yaşlılık ve Yaşlılar: Kavramsal Tartışmalar, Toplumsal Algılar ve Yaşlının Sosyal Statüsü
Merve Tunçer - Kriz Döneminde Yaşçılık: Yeni Mücadele Alanları
Göksenin İnalhan - İnsan-Mekân-Zaman: Yerinde Yaşlanma ve Sağlık-Herkes için Yaşanılabilir Kent
Mutlu Binark - Eşitsizliklerin Yeniden Tezahürü: Dijital Eşitsizlikler ve Yaşlı Bireyler

Geçen Sayıdakiler
İmajı Düşünmek
Yazarlar Hakkında

Abone olmak için idealdergi@idealkultur.com adresine mail atabilir ya da 05559811838 - 02125288541 numaralı telefonları arayabilirsiniz.
* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.