Munch

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Edvard Munch (1863-1944) ismi çoğu kişi için unutulması imkânsız bir resmi çağrıştırır: Çığlık, ateş gibi yakıcı, kan kırmızısı bir günbatımı önünde kafatasına benzer bir yüzü olan korkudan sinmiş bir figürün insanın midesini ağzına getirecek bir dehşet içinde attığı çığlık. Bu ikonik resim geç 19.yüzyılda Dışavurumculuk akımında temsil edilen endişe ve korkunun simgesi haline gelmiştir. Ancak resmin yaratıcısı hassas bir ruhtu.

Edvard Munch (1863-1944) ismi çoğu kişi için unutulması imkânsız bir resmi çağrıştırır: Çığlık, ateş gibi yakıcı, kan kırmızısı bir günbatımı önünde kafatasına benzer bir yüzü olan korkudan sinmiş bir figürün insanın midesini ağzına getirecek bir dehşet içinde attığı çığlık. Bu ikonik resim geç 19. yüzyılda Dışavurumculuk akımında temsil edilen endişe ve korkunun simgesi haline gelmiştir. Ancak resmin yaratıcısı hassas bir ruhtu, içe dönüktü; kendini çok inceleyen ve içgözlemler yapan biriydi. Seksen yaşına kadar yaşadı ve başlamasında çok büyük rol oynadığı Dışavurumculuk akımının dünya çapında kabulüne tanık oldu. Nedense bu denli açık ve net korku imgesini yapan kişinin erken 20. yüzyılın şiddetli değişimlerine dayanamayacağı düşünülür ama o hayatının büyük bölümünü depresyonla ve kaygılar çekerek geçirdiyse de kendine bir yaşam alanı buldu ve psikolojik derinliğe sahip, rahatsız edici güzellikte eserler üretti. 1863 yılında doğdu. Annesi, çok narin yapılı Laura Bjølstad, ondan yaşça epey büyük olan babası da doktor Christian Munch’tu. Munch bir yaşındayken ailece (Oslo’ya) o günkü adıyla Christiania’ya taşındılar. Beş kardeştiler; Edvard ikinci ve en büyük oğlan çocuktu. Erken yaşlarda Munch zorlu iki genetik mirasla uğraşması gerektiğini anladı: Annesini ve daha sonra büyük ablasını alıp götüren verem riski ve hafif de olsa zihinsel dengesizlik ihtimali. Laura Munch otuz yaşında, beşinci çocuğunu doğurduktan kısa süre sonra öldü. Bu vefatın aile üzerindeki etkisi tahmin edilebilir. Babaları en ağır şekilde acı çekti, çocuklar annelerinin kendileri için belli belirsiz olan anılarını ilerki yıllarına taşıdılar ama yaşadıkları kayıp hissi onları hiç terk etmedi. Babalarının dindarlığı Laura’nın ölümünden sonra daha belirginleşti, öyle ki Hıristiyanlık ilkelerine karşı gelirlerse ebediyen lanetlenirler korkusu çocukların içlerine yerleşti. Munch’un çocukken ölümle karşılaşmasından doğan mutsuzluğu, babasının sağı solu belli olmaz hareketleriyle daha da katlandı. Munch ve kardeşleri babalarının fanatik dindarlığı ne zaman ortaya çıkacağından hiçbir zaman emin olamıyorlardı – ama bu durumlarda görevlerini bilen Hıristiyan ya da itaatkâr çocuklar olma konusunda kendilerini yetersiz hissettireceğini biliyorlardı. Babalarının genç eşinin ölümüyle nerdeyse tamamen bastırılan neşeli yapısı bazen kısa bir süre ortaya çıkıyor, o zamanlarda herhangi bir normal baba gibi çocuklarıyla oynuyordu. Ama karanlık tekrar basıyor ve o şiddetle bağırıp çağırmaya başlıyordu. Munch ileri yıllarda babasının gerçekten kısa sürelerle aklını yitirdiğini yazacaktı. Bu hassas, sessiz ve kendi de sık sık hasta olmaya meyilli küçük oğlan için muhakkak ki dehşet vericiydi. Kardeşlerin en büyüğü olan ablası Sophie –Edvard on üç yaşındaydı– öldüğünde, Edvard beş yaşındayken annesini kaybettiğinden çok daha derin acı çekti. Babasının ablası başında dua edişini kaygıyla izledi, ablası için hiçbir şey yapamıyordu. Dr. Munch’un ebedi cennet sözü, kızın yaşamak için duyduğu büyük istekle kıyaslanınca hiçbir anlamı kalmıyordu. Kızın hayatta kalmak için çabalamasını izlemek dayanılmazdı. Edvard’ın çaresizliği ve üzüntüsü birkaç yıl sonra tutkuyla yapacağı resimlere bulaşacaktı: Olağanüstü Hasta Çocuk’un (s. 117) ilk versiyonunu 1885-1886’da yaptı (yaklaşık on yıl aralarla toplam altı versiyon yapmıştı). 120x120 cm’lik bu büyük resimle, ablasının ölümünden dolayı hayatı boyunca hissettiği yoğun duyguları ifade etti. Ablası, son hastalığı sırasında acılarından kurtulmak için yardım istemişti – ancak ne Edvard ne de doktor babası ona yardım edebilmişti. Bu yetersizlik hissi zamanla suçluluk duygusuna dönüştü: O hayatta kalmıştı. Ablası ölüm döşeğindeyken onun yerini alamamıştı. Resimde kendisini ablasının yerine koyma çabaları da boşunaydı. Hayatı boyunca bu hislerini çözemedi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.