Melankoli

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

İtalyan psikiyatr Eugenio Borgna "Melankoli" adlı kitabını, klinik melankolinin semptomlarından ziyade yapısal olgularını psikolojik ve insani yönleriyle oldukları gibi ortaya koyma projesi olarak tanımlıyor. Yazar bu çalışmasında depresyonu ve melankoliyi klinik bir gerçeklik olarak ele almaktansa, psikopatolojik ve antropolojik yönlerine odaklı bir söylem oluşturuyor. Melankoliyi yaşama şekillerini bir yandan hastaların öznel deneyimlerinden bir yandan da felsefi ve edebi metinlerden dönüşümlü olarak aktarıyor. Psikoterapinin ve psikiyatrinin temellerine ilişkin söylem, ancak basmakalıpları ve ideolojileri kırarsa ve ancak fenomenoloji ve felsefeyle: felsefi düşünce ve özellikle de (Heideggerci) varoluşsal düşünceyle cüretkâr bir şekilde yüzleşirse anlamlı olur.

Melankoli (depresyon) gibi sonsuz bakış açısıyla çözümlenip incelenmiş insani ve psikolojik, metafizik ve klinik, gündelik ve edebi bir deneyim hakkında söylenecek ne kalmıştır? Bu konu hakkında farklı farklı bilişsel alanlarda bir dizi araştırma, bir dizi çalışma bulunmaktadır: Konuyla ilgili bakış açıları da, meselenin ortaya konuşundaki kavramlar ve sınıflamalar da (bukalemun misali) değişmektedir.

Melankoli ve depresyon zaman zaman farklı psikolojik gerçeklikleri işaret etmek için, zaman zaman da aynı ya da birbirinin yerine geçebilecek gerçeklikler için kullanılmaktadır. Semantik ve terminolojik her seçim, zayıf ve keyfî kalmaktadır: Psikiyatri, genellikle, melankoli ve depresyonu birbirinin yerine geçebilen kavramlar olarak kullanmaktadır: Bunun içinde de, dış kaynaklı ya da tepkisel (yan anlamıyla nevrotik) olarak adlandırdığımız depresyonlar (melankoliler) ya da iç kaynaklı ya da endojen (psikotik) olarak adlandırdığımız depresyonlar (melankoliler) yer almaktadır. Betimleyici psikiyatri (fenomenolojik çözümlemelerde ve betimlemelerde bulunan psikiyatri): Hastalığın (tıbbi anlamda “hastalıkların”) çeşitli semptomatolojik bileşenlerinin (semptomların bağlamsal olan, kuramsal-olmayan bileşimine atıfta bulunan çeşitli sendromların) altında yatan doğal birimlere ulaşmayı amaçlayan (hayal eden) psikiyatri, depresyonu (melankoliyi) klinik ve süreçsel otonomluktan çıkarır; onu, sembiyotik olarak maniye bağlar ve bağlam içinde, yersiz ve uygunsuz kalan “manik-depresif psikoz” kavramından söz eder. Manik deneyimlere eşlik eden depresyon (melankoli) süreçleri vardır ama klinik bakımdan manik Gestalt’lerle hiçbir ilgisi olmayan depresyonlar da bulunmaktadır. “Manik-depresif psikoz” kavramının gerek kuramsal gerekse klinik bakımdan kabul görmediği günümüzde, depresyon ve –daha yoğun bir anlam doluluğuna sahip olması bir yana– melankoli arasında terminolojik ve içeriksel bir ayrım yapmayı haklılaştıracak herhangi bir neden de yoktur.

Melankoli (burada) psikopatolojik bir deneyim olarak nevrotik ya da tepkisel özelliği olmayan, psikotik özellik taşıyan ve bu özelliği nedeniyle bizimkinden radikal bir biçimde başka bir varoluşu bulunan, klinik bir deneyim olarak çözümlenmekte ve betimlenmektedir. Her halükârda söylemimiz klinik bir söylem olma niyetinde değildir: Bu çalışma, depresyonu, klinik bir gerçeklik (klinik bir Gestalt) olarak ele alıp bunun semptomatolojik yönleri üzerine odaklanmayacaktır. Çalışmamız, gündelik deneyim biçimlerinin dışında ortaya çıktığı kuşku götürmez olan ama aynı zamanda da köklü psikolojik ve insani yönlerini muhafaza eden depresyonun psiko(pato)lojik ve antropolojik yönlerine odaklı bir söylem oluşturmak amacındadır.
Söylemin doğrultusu bu şekildedir ama elbette ki söylemin psiko(pato)lojik ve antropolojik anlamıyla bağıntısız ve alakasız sayılamayacak daha başka birtakım düşünceler de bu çalışmaya dahil olacaktır.

Elbette ki melankoliyi (melankoli üzerine) yazmak, bu acılı insani deneyimi ele almak, dile gelmez olanın yanından geçmek demektir: Melankolide meydana gelen, elden kaçan ve gizemli anlamı dile getirebilen fazla söz yoktur. Sadece bir ruh halinden (Stimmung) ibaret olmayıp klinik melankoli (depresyon hali) de olabilen melankolinin sonsuz sayıdaki yönünün derinliklerine inmek ve onları yakalamak (elbette ki) benim için kolay olmayacaktır. Tek yapmak istediğim, melankoli içinde bulunan her hastanın dolaylı olarak ifade ettiği sessizlik sözünü gizlememek ve karartmamaktır sadece. Melankoliyi (psikotik deneyim haline gelen melankolik deneyimi) oluşturan yapıları ayrıştırdığımızda, sadece klinik melankoliyi daha iyi tanımış olmakla kalmayız, bu melankoliden diğer bütün melankoli biçimlerine (şiire ve gündelik hayata da) uzanan ipuçlarını ve bağıntıları da yakalarız.

Psikotik deneyimin Gestalt’ini belirleyen şey, ne görünürde psikotik olan semptomlar ne de bunların yan yana gelmesidir; psikotik deneyimi, anlam içerikleri ve yeni bir varoluş biçimi olarak belirleyen şey, bazı asli varoluşsal yapıların dönüşümüdür (bu çalışmanın ilk bölümünün içeriksel amacı bunu ele almak olacaktır). Her psikotik deneyimde anlam ve anlam yoksunluğu birbirine bağlanır ve birbirine karışır; ama her ideolojiyi parantez-içine-almaya niyetli ve şeylerin diyalektik olarak yeniden değerlendirilmesine yönelik fenomenolojik bir söylem doğrultusunun izlenmesiyle, en radikal psikotik deneyimde bile anlamın aydınlık yolunun açıldığı görülür. Böylelikle psikotik deneyim, anlamların an-arşisinden koparılır ve anlamsızlığı kurtaran (ona yeniden yeterlik kazandıran) anlamın saklı kökeni yeniden inşa edilir.
İkinci bölümün içeriksel doğrultusu, melankoliye kapılmış kişilerin yaşadığı deneyimler üzerinden ilerlemek olacaktır. Melankoli; klinik öykü kesitlerinin izinden gidilerek, psikopatolojik ve insani bir gerçeklik olarak ortaya konacak; melankoliyle ilgili asli içeriksel alanların birbirinden nasıl ayrılıp, nasıl tecrit oldukları, ardından homojen bloklar olarak nasıl birleştikleri gösterilecektir: Hüzün ve acı (sonsuz ve keskin acı), kaygı mevcudiyeti ve umudun kırılması (ölümcül hastalık olarak ortaya çıkan umutsuzluk), yıpranan ve ayrışan bedenin alt üst edici deneyimi (bedenin dönüşümü), iletişimi ve özneler arasılığın açık sınırlarını kesintiye uğratan otistik yalnızlık deneyimi ele alınacaktır.

Üçüncü bölümde, melankoliyle (klinik melankoliyle) bağlantılı ve bağlantısız içeriksel alanlar betimlenecektir. Mani (manik deneyim), melankolinin arka planında yer almaktadır: Manik deneyimin, melankolik deneyimin yerini alarak, kişinin varolma biçiminde ve gerçekliği algılama şeklinde mutlak bir karşıtlık yaratması olasıdır ama şart değildir. Şunu belirtmemiz gerekir ki, melankoliye karşı durduğunu söylediğimiz manide de, melankolide olduğu gibi, ölümün uçucu ve yürek paralayıcı gölgesi seçilir gibidir. Olası ölüm (istemli ölüm) deneyimi, klinik melankolinin bazı uç-durumlarında, bununla çatışkılı olan olanaksız ölüm deneyimine dönüşmektedir: Buna göre ölüm, artık yeniden-yaşanamaz, radikal çözülmüşlüğüyle hayal bile edilemez bir şey olmuştur ve bu duruma korkunç bir kaygı eşlik etmektedir. Can sıkıntısı deneyimi melankoliyle bağlantılıdır; ama büyüleyici ve alışılmadık manzaralar oluşturan (özellikle de) zamansal ve mekânsal olan, birbirine benzeyen ya da benzemeyen çelişkili ve belirsiz öğelerin mevcudiyetiyle, melankoliden uzaklaşan da bir şeydir. Bu üçüncü bölüm, yaratıcı deneyim ile melankolik Stimmung deneyimi: yaratıcı deneyim ve klinik melankoli arasındaki (olası) bağıntıların işlenmesiyle sonlanacaktır.

Dördüncü kısımda, diyalog (söyleşi) fenomenolojisi aracılığıyla, depresif deneyimi (melankolik deneyimi) ele almak için kullanılan, kırılgan olmakla birlikte kaçınılmaz da olan yollar ortaya konmaya çalışılacaktır. Bunu yapmaktaki amaç, sözün ve sessizliğin, çehrenin ve bakışların önemini kavramak ve göstermek, melankolik varoluşun içinde bulunduğu donuk yalnızlığın iç ve dış (otistik) engellerini aşmaktır. Yeniden (olanaklı ve olanaksız bir) diyalog kurmaya ve (kolay ve zor bir) karşılaşma gerçekleştirmeye çalışmak, ancak anlama yaklaşan ve depresif halin (melankolik halin) ulaşılmazlığına saygı duyan varoluşsal bir tutumla mümkündür.

Melankolinin (depresif deneyimin) farklı farklı yönlerini ele alan ve elbette ki kalbime değen ve dokunan pek çok yaşamın psikopatolojik ve klinik deneyiminden yola çıkarak oluşturduğum söylemin izlediği süreçte, yukarıda söylenmiş bölümlerin hepsi içeriksel olarak birbirine bağlıdır.

Bu yolda, klinik melankolinin (iç kaynaklı ve endojen: gizemli ve tanınmaz, karanlık, her ortaya çıkışında ulaşılmaz bir olay mahiyetindeki depresyonun) biçimsel ve nedensel oluşumuyla ilgili her söylemi parantez-içine-alarak, özellikle de melankoliyi yaşama şekillerini göstermek arzusundayım: Bu amaçla, (hastalar tarafından) yaşanmış deneyimler ile daha başka deneyim alanlarından doğan (felsefi ve özellikle de edebi alanlardan doğan) metinleri dönüşümlü olarak aktaracağım. Psikopatolojik ve klinik kökenli olmayan metinlerin eklenmesi, bu çalışmanın sularını bulandırmakta, çizgisini bozmakta mıdır, bilimsellikten yoksun bir karmaşa mı yaratmaktadır? Bir diğer deyişle, psikopatolojiden ve klinik alandan uzak ve görünürde bunlarla bağdaşmayan alanlara girmek, söylemin sürecini bozmakta, onu kesintiye uğratmakta ve yöntemini altüst mü etmektedir? Bana öyle geliyor ki, Jean Starobinski, söylemimin anlam ve yöntemiyle (ya da anti-yöntemiyle) ilişkili bir şeyler söylemektedir. “Yöntemsel bir gözlem: ne kadar keyfi olursa olsun, bir soruya cevap mahiyetindeki metinlerin birbirini izlediği her bir dizim, beraberinde, aynı eserin ya da farklı farklı eserlerin farklı farklı yerlerini yeniden okumayı getirecek ve aksi takdirde algılanamayacak yankılar uyandıracaktır: Eleştirinin yapıları ve de eserin gizli ama nesnel yolları bunlardır.”

[Psikotik deneyimlerin nedenlerini elbette ki bilememekteyiz ama bunları sağlayabilecek şartları (durumları), bu deneyimlerin görülebileceği ve dengesizliklere yol açabilecek bazı bağlamları, bazı tarihsel-yaşamsal, ailesel ve sosyal koşulları bilmekteyiz. Her durum her birimiz için aynı anlamı taşımaz ama psikotik deneyimlerin, özellikle de depresif deneyimlerin anlam oluşumunda büyük önem taşıyabilecek bazı durumlar bulunmaktadır. Depresyonun, klinik melankolinin tetiklenmesinde ya da böyle bir dengesizliğin oluşumunda: arzu edilmiş ve ulaşılmış ancak sonradan anlam parçalanmasına uğramış hedefler, ev değişiklikleri, Heimat, vatan toprağının yitimi, kişi için büyük önem taşıyan birilerinin mevcudiyetinden yoksun kalmış ev deneyimlerine bağlı varoluşsal ve ailesel çatışma ve gerilimler rol oynayabilmektedir; ama bu saydıklarımızın yanı sıra, doğum dönemini izleyen zamanlarda beliren durumlar da etkili olabilmektedir zira doğum sonrası süreçte, zaman zaman, depresif bir Gestalt’in ortaya çıktığı görülür.]

Psikiyatride Normallık ve Anormallik Arasındakı Sınırlar

Yabancılık hali alan bir başkalığın yapısal gerçekliği dediğimiz psikotik deneyim, déraison egemenliğine ve a-normalliğin ortaya çıkışına indirgenemez. (Anormallik yerine “hastalık” da diyebiliriz ancak hastalık terimi psikiyatride sorunlu bir anlam içermektedir çünkü psikotik deneyimlerin nedenleriyle ilgili fikir birliği bulunmamaktadır ve Kurt Schneider1 gibi net ve amansız bir klinik psikiyatr bile bu nedenlerin metafizik olduğunu varsaymıştır.)

Psişik normallik ve anormallik kavramlarının teorik ve pratik tanımları sorunlar içermekte ve elden kaçmaktadır. Her halükârda normalliğin (ipucu niteliğinde) iki temel biçimi vardır: Bunlardan biri, (ortalama norm anlamında) istatistiksel norm kavramına bağlıdır; diğeri ise ideal norm kavramıyla ilintilidir ve ortaya konan ideal norm kavramının ideolojik uzantılarını da içermektedir. Psişik normallik ve anormallik, her bir kültürde ve bazen her bir insanda, birbirine bağlanıp birbirine karışan, netliği bulunmayan, soyut kavramsal alanların içinde yer almaktadır; ancak, psikotik deneyimi psikopatolojik ve klinik bileşimleriyle belirleyen şey, bir normun olmayışı (norm yadsınışı) değildir. Bir diğer deyişle, istatistiksel anlamda psişik normallik sınırlarının ötesinde bulunan psikotik gerçekliklerde de, bir norma ve antropolojik bir temele sahip anlam yapıları bulunmaktadır: Fenomenolojik ve antropolojik araştırmalar da bunu göstermektedir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.