Yazılar 3 - (1935)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yazılar, Nâzım Hikmet'in çok yönlü yazar kişiliğini farklı bir boyutta sunuyor: "Orhan Selim" imzalı Akşam yazılarında İstanbul'un bugün bile diriliğini koruyan temel sorunlarını irdelerken kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla ırkçılığın tarihçesinden çağının sanatına, kültürüne, dış politikasına ve kendi serüvenli yaşamına geniş bir yelpazeden dünyayı kuşatıyor..." Nâzım Hikmet Külliyatı'nın düşün damarı...

Ne Vakit?

Spor işlerinde yayayımdır. Hele futbol gibi sporlarla uğraşmadım.

Spor iyidir, diyorlar, iyi olsun. Sağlam gövdeyi severim. Spor gövdeyi sağlamlandırıyor. Bu da iyi! Delikanlılar spor yapsınlar. Sözüm yok. Evimde bir radyom olsaydı Selim Sırrı'nın gösterdiği düzenle gövdemi işletirdim. İşlemeyen demir paslanır. Gövdemiz bir düzen içinde işletilirse ışıldar. Bu da güzel!

O da iyi, buna sözüm yok, bu da güzel! Ancak... "Ancak" diyince şu bilmem ne kulübüyle bilmem ne kulübünün son maçlarındaki kafa, kol, bacak kırılmasından söz açacağım sanmayınız. Futbol maçında kafa kol kırılır mı kırılmaz mı? Bilmem. Birisi çıkıp, kırılır derse, "Kırılır," derim, kırılmaz derse, "Kırılmaz," derim. Kırılır mı? Kırılmaz mı? Bunu bu işten anlayanlar kestirsin.

Benim şimdi düşündüğüm nesne okuyucularımın ve bildiklerimin arasındaki futbolcuların, bacaklarıyla kafalarını değil, gönüllerini kırmadan, işi şakaya vurup futbol için bir iki söz etmektir.

Günlerden bir gün, beni bir futbol maçına götürdüler. İlk gidişim! Ortaya, karşılıklı on birerden 22 kişi çıktı. Bir de ikide bir düdük çalan bir adamcağızla elleri bayraklı iki üç kişi daha.

Oyuncular karşılıklı dizildi. Çayırın orta yerine içi havayla doldurulmuş meşin bir top kondu, Pazarola Hasan Bayın kafası büyüklüğünde... Beni maça getiren bildik dedi ki :

--- Uzun sözün kısası, senin anlayacağın, bu topu hangi takım daha çok karşı yakanın iki direği arasından geçirirse, o oyunu kazanmış olur...

Düdüklü adamcağız düdüğünü öttürdü. İçlerinde uzaktan yakından tanıdıklarım da bulunan, kimisinin yaşları yaşıma yakın, otuzluk otuz üçlük futbolcular başladılar meşin topa tekme atıp peşinden koşmaya. Koş babam koş! Koş babam koş! İlkönceleri şaşırdım, biraz sonra beni bir gülmedir aldı. Koskoca adamların şu meşin topu ille de karşı yakadaki iki direk arasına geçireceğiz diye ha babam ha koşmaları, birbirlerini itip kakıştırmaları, benim gibi spor işlerinde bilgisiz bir kişiciğe gülünç gelmiş, ne çıkar? Orada tribünlerde toplanan binlerce adam coşkunluk içindeydi. Top ileri geri her havalandıkça bar bar bağırıyorlardı.

Oyuna gelenlerin işi sağlama almaları dudaklarımdaki gülüşü kurutuverdi. Bu kadar adamın, çoluklu çocuklu, kadınlı erkekli bu kadar yurttaşın böyle candan yürekten haykırışlarına bakılırsa, ortada paylaşılan -- ve -- hey bilgisiz senin düşüncenin yetmediği büyük bir koz var, dedim. Gözlerimi dört açtım. Maçın sonuna dek kafasına birdenbire yumruk yemiş bir çocuk şaşkınlığıyla kımıldanmadan oturdum.

Maç bitti. "Yeşil-Turuncular", "Al-Lacivertliler"i yendi, dediler. Meğerse bunlar, topu ötekilerden iki kat çok direklerin arasından geçirmişlermiş. Alkış, alkış, gürültü patırdı, kalabalığa karışıp stadyumdan dışarı kapağı attım. Atış o atış, bir daha gitmedim futbol maçına.

Bundan böyle de gitmeyecek miyim? Gideceğim! Ne vakit?

İçi havayla dolu meşin bir topu iki direk arasından geçirmenin derin, yaratıcı, coşturucu ustalığına erebildiğim vakit!

[Orhan Selim / Akşam, 30.1.1935]

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.