Yağmurla Gelen

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Çocuk gözleri neler neler biriktirir şu hayatta?

Yaşar Kemal’den: Yağmurla Gelen.

"Yağmurla Gelen", açlığın, kimsesizliğin, korkunun, kâbusların koynundan çıkmanın, direnmenin, inat etmenin, sokakların diliyle yoğrulan bir çocuğun hayatını anlatıyor... Dünyaya bir kez Muhterem Yoğuntaş’ın gözlerinden baktıktan sonra, o dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak...

"Yağmurla Gelen", Türkiye edebiyatının büyük ustası Yaşar Kemal’den hayata tutunmak, kök salmak isteyen bir çocuğun, Muhterem Yoğuntaş’ın belleklerden silinmeyecek hikâyesi... Daha önce, "Çocuklar İnsandır" kitabında yayımlanan bu hikâye, şimdi de YKY’nin Doğan Kardeş dizisinden Mustafa Delioğlu’nun resimleriyle yayımlanıyor.

Nereden geldiği bilinmeyenler hep belalı yağmurlarda gelirler...

Onun nereli olduğunu, buraya ne zaman geldiğini kimsecikler bilmiyor. Burada doğmuş, burada büyümüş gibi. Geldiği günü bir iyice anımsıyorum. Bir hoş, kıvırcık saçlı, çok kara, esmer, kocaman gözlü bir çocuktu. On yaşındaydı. On yaşındaydı derken atmıyorum, Muhterem tamı tamına on yaşındaydı. Biliyorum. O da yaşını günü gününe biliyordu. Boğazında asılı torbasındaki bir kağıtta yaşı, doğum günü, nerede doğduğu, babasının kim, anasının kim olduğu yazılıydı. İlk önüne gelene, kimliğini kanıtlamak için Muhterem hemen kağıdını gösteriyordu.

Geldiği günü iyice anımsıyorum dedim ya, gerçekten bugün, bu an çıkıp gelmiş gibi gözlerimin önünde Muhteremin gelişi. Lodos daha sabahtan azıtmıştı. Dalgalar kıyıları dövüyor, asfalt yolu aşıyordu. Lodos azıcık durur gibi olunca bir yağmur başladı ki, pat pat düşüyordu damlalar. Yoğun, ağır, kabarmış damlalar. Öyle damla gibi değil de avuç avuç dökülmüş gibi yağıyordu. Bir alışkanlık mıdır nedir, Muhterem Yoğuntaş gibi böyle tepeden, nereden geldiği bilinmeden gelenler hep böyle belalı yağmurlarda gelirler. Ya da bir tuhaf lodoslu, fırtınalı, soğuk, karlı günlerde gelirler. Muhterem Yoğuntaş, öylece yağmurdan çıkıp geldi. Büzülmüştü, üşüyordu, hiç belli etmeden kapıdan kahveye süzüldü, kapının öteki ucunda köşede kendine bir yer bulup sandalyaya tünedi. Yırtık giyitleri bedenine yapışmış, kemikleri olduğu gibi dışarıya fırlamıştı. Böyle yağmurlu, fırtınalı, olağanüstü günlerde kahveler hep tıklım tıklım dolar. Bizim kahve de dolmuştu. Kahveci Rüstem hem ocakta çay demliyor hem de taze, tüten çayını masalara beşer onar dağıtıyordu.

Giyitleri daha kurumamıştı Muhteremin, kahvecinin çay terazisi elindeydi. Yıldırım gibi, masaların arasından süzülerek çay dağıtıyordu. Gidiyor, geliyor, çay söylüyor, “şekerli biiir,” diye usta bir kahveci gibi birleri uzatarak kahve söylüyordu.

Aziz Usta, yani Kaptan Aziz biraz sonra ayaktaydı, telaş içindeydi. Ardında da Muhterem Yoğuntaş. Muhterem, durmadan:
“Olur Ustam, yaparız Ustam, sen aldırma Ustam, ne kıymeti var,” diyordu, Azizin yöresinde dönüyordu. Aziz önde, Muhterem arkada, yüz yıllık eski dost gibi kahveden çıktılar gittiler. Yağmur azıtmıştı. Denizin yüzü gittikçe daha derin çaparlaşıyordu.

Aziz Ustanın motoruna binip denize açıldılar. Bütün balıkçılar dışarıya uğradılar, bu bir delilikti. Aziz Kaptan deli miydi, lodos azalmışsa bile daha sürüyordu, dalgalar adam boyuydu. Yağmur indiriyordu.

Bir iki saat sonra cıcıkları çıkmış Azizle Muhterem kendilerini dar attılar kahveye. Muhterem Yoğuntaş hemen ocağa koştu, Ustaya, kendisine birer çay yaptı, tüttüre tüttüre masaya getirdi. Muhterem bir hamlede çayını götürdü. Sonra terazisi elinde masaların arasında dolaşmaya, para toplamaya, ocakta çay kahve yapmaya başladı. Candan yürekten çalışıyordu. Kahveci ötede oturmuş, kırmızı mendilini boynuna atmış, bacaklarını iyice uzatmış germiş, sarı yüzüyle yorgunluğunu çıkarıyor, dostlukla, minnetle Muhterem Yoğuntaşa bakıyordu. Burada ona hemen bu anda bütün kahvedekiler tek başına Muhterem değil de, Muhterem Yoğuntaş diyorlardı. Muhterem Yoğuntaş bundan çok kıvanç duyuyordu. Birisi onu Muhterem, diye çağıracak olsa, o, hemen ekliyordu, Yoğuntaş.

“Muhterem, gel buraya...”
“Yok amca, Yoğuntaş...”

Yalvarırcasına boynunu büküyordu.

Ona tek başına Muhterem, diyen de pişman oluyor, acele acele, Yoğuntaş, Yoğuntaş, diyordu. Böylelikle Muhterem bir gün sabahtan akşama kadar Yoğuntaşı bütün kahveye ezberletti. O günden sonra bir daha da kimsenin aklına tek başına Muhtereme, Muhterem demek gelmedi. Hep Muhterem Yoğuntaş, dediler. Yoğuntaşı, tutturmak kolay olmuştu Muhterem Yoğuntaş için.

Muhterem yumuşaktı, su gibi huylu iyi bir çocuktu. Hemen hiç kızdığını görmedim onun. Bunca süre geçti aradan, bir kere olsun onun yüzünün asıldığını, bir kimseye küçücük de olsun sövdüğünü, bir kere olsun birisinden bir kişiye yakındığını hiç görmedim.

O gün kahveden eve dönmedim, halbuysam ki hiç huyum değildir uzun bir süre kahvelerde pineklemek. Sevmem kahveleri. Muhterem olunca iş değişti. Merak ettim bu yeni çocuğu. Belki de yeni değildi, belki de burada Muhteremi herkes tanıyordu da ben tanımıyordum, olur ya.

Azize sordum:
“Aziz Kaptan, kim bu senin tayfa?” dedim. “Kimin oğlu? Cin bir şey maşallah.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.