Vango - Yurtsuz Prens

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Unutulmaz bir kahraman, nefes kesici bir macera.

Timothée de Fombelle, serinin ilk kitabı Yerle Gök Arasında’da olduğu gibi, geçmişimize ve günümüze, insanı insan yapan tüm duygulara dair zevkle okunan ve izler bırakan bir hikâyeye imza atıyor.

Geçmişin karanlık hayaletlerinden bir türlü kurtulamayan Vango, gerçekleri açığa çıkarmak için atıldığı tehlikeli, heyecanlı, tutkulu macerasını sürdürüyor. Peder Zefiro’yla birlikte düşmanlarına karşı savaşırken, bir yandan da ailesini yok eden adamın izini sürüyor.

Korkunç bir hava kazasında hayatının aşkı güzel Ethel’i yitirdiği inancı, Vango’yu hayattan koparıyor. Ama kendi hayatımıza ilişkin kararları bile tek başımıza alamadığımız zamanlar vardır. Nazi ordularının bütün Avrupa’yı işgal ettiği İkinci Dünya Savaşı işte böyle bir zamandı...

Blue Comet’teki Ceset

Yedi yıl sonra, Mayıs 1936, aynı yer

Buğday tarlalarının yerini çoktan paslanmaya başlamış depolar almıştı, ama Vango parmakları arasındaki kara toprağı tanıdı. Yıllar önce Ethel’in gözden kayboluşunu seyrettiği yerde, tam o noktada diz çökmüştü.

Kaçış orada başlamıştı.

Yedi yıl sonra, düşmanlarının yüzünü hâlâ bilmiyordu.

Henüz şafak sökmemişti. Vango önceki akşam deniz yoluyla ulaşmıştı New York’a, üçüncü mevki biletiyle. Zeplin şirketinin yeni uçan ejderi “Hindenburg”un ilk kez ineceği Lakehurst’e doğru aceleyle yola çıkmıştı.

Vango, Hugo Eckener’le konuşmak istiyordu.

Bazılarının günlük programları gazete bayilerinde büyük harflerle ilan edilir. Onları nerede bulacağınızı öğrenmek için sokaktaki gazete satıcılarının bağırışlarına kulak vermeniz yeterlidir: “Eckener “Hindenburg”la New York’a geldi! Ayrıntılar “Post”gazetesinde!”

Vango Sicilya’dan gelip Le Havre’dan Ethel’le birlikte gemiye binmişti. Gemi Southampton Limanı’na uğradığında genç kız İskoçya’ya gitmek üzere Vango’dan ayrılmıştı. Vango ise Amerika’ya gitmek üzere gemide kalmıştı.

Ethel, birbirlerinden ayrı geçirdikleri onca zamandan sonra Vango’nun onu neden burada, rıhtımda terk ettiğini anlayamıyordu. Yağmurun altında tir tir titriyordu. Delikanlı ne yapacağını da söylemiyordu inatla. Bu defa hiçbir söz vermemişti, susuyordu; saçlarından sular akan Ethel oğlana sırtını döndü. Geminin düdüğü hareket saatinin geldiğini haber veriyordu.

Vedalaşmadılar. Daima tekrarlanan o sahne. Vango, Ethel’in kapüşonunun altından gördüğü gözlerinde bir tür tehdit olduğunu hatırlayacaktı hep. Kız da hiçbir vaatte bulunmuyordu.

Göğün batı tarafı hâlâ karanlıktaydı. Zeplin bir-iki saatten önce gelmezdi. Hava serindi. Balonun ineceği uzaktaki tarla ıssızdı. Vango gökteki son yıldızların altına uzandı.

Sacdan yapılma bir barakanın penceresinden, siyahlar giymiş bir adam onu gözetliyordu.

Sessiz martılar dönüyordu Vango’nun tepesinde. Daha “Normandie”gemisinin güvertesinde kıyıya yaklaşırken çift süreni ya da sürtme ağlı bir balıkçı teknesini izleyecekleri gibi tepesine toplanmıştı küçük martı sürüleri. Şimdi karanlığa rağmen, denizden çok uzaklardaki bu hangarların arasında tekrar bulmuşlardı oğlanı. Gece kuşu rolüne bürünmüş beş-altı martı. Vango uyuyakaldı, beyaz kanatların yanıp sönüşü onu hipnotize etmişti.

Siyahlı adam biraz bekleyip haydutlara yaraşır bir mantoya bürünerek saklandığı yerden çıktı. Oğlana yaklaştı, uyuyan yüze eğildi. Endişeli kuşlar toplaşıp yaklaştılar. Adam bakışlarını bu gece devriyesine doğru kaldırdı, sonra Vango’nun ayakkabılarının bağcıklarını çözüp ayakkabıları avcı çantasına koyarak uzaklaştı.

Vango ışık yüzünden uyanınca, fırtına çıkacağı hissine kapıldı. Araladığı gözleri fırtınaya hazırlanan bir gökyüzüyle buluşmuştu. Dirseklerine dayanarak doğrulunca, ayakkabılarının olmadığını fark etti. Etrafındaki otların arasına baktı. Kemerini kontrol etti, değerli taşlarla dolu kuşağını parmaklarıyla yokladı. Demek ki sadece eski ayakkabıları çalınmıştı. Başka bir şey değil.

Tehlikeyi tartmak için kafasını geriye attı. Gri gökyüzü ve cıva rengi yansımaları bir kükremeyi sürüklüyordu beraberinde. Bu gri göğü dört kocaman motor itiyordu, içinde yüzden fazla kişi olsa gerekti... Avrupa’dan gelen “Hindenburg”zepliniydi bu.

Vango ayağa kalktı, gözleri kamaşmıştı. Ethel’le 1929’da “Graf Zeplin”de yolculuk ettiği zaman, günün birinde Kaptan Eckener’in döner kapılı bir sigara salonu ve sarı deri kaplı alüminyum piyanosu olan çok daha büyük ve ağır bir zeplini havalara çıkartacağını hayal edemezdi. Ama Eckener’in hayalleri dağları bile uçurabilirdi.

Vango iniş alanına doğru yalınayak koşmaya başladı.

Bariyerlerin çevresinde büyük bir kalabalık vardı. Meraklılar akın akın gelmeye devam ediyorlardı. Vango aralarından geçerken eskiden tanık olduğu o coşkuyu göremedi. Zeplinin yakınlarında hep gördüğü o çılgınca, çocukça neşeye bir şey gölge düşürüyordu sanki. Şaşırtıcı bir sessizlik vardı; balonun halatlarını tutmak için yerini almaya başlamış gemicilere verilen emirler çınlıyordu bu sessizlikte.

Vango neyin değiştiğini biliyordu.

Birkaç hafta önce, yeni “Hindenburg”balonundan Almanya semalarına boca edilen propagandadan çok söz edilmişti. Bütün şehirlere Hitler’in portresini taşıyan ilanlar atılmış, hoparlörlerden Nazi şarkıları dinletilmişti. Bu korkutucu yayın işi zeplinin Amerika’daki imajını da lekelemişti. Okyanusu geçerkenki deniz serpintisine rağmen, zeplinin yan tarafındaki gamalı haçı çevreleyen daire kan renginde parlıyordu.

Balon durdu ve yaya köprüsü çıkarıldı. Vango girişte durup inmeye başlayan yolcuları uğurlayan Yüzbaşı Lehmann’ı tanıdı. Basamakların başında beliren yolcular, aşağıda biriken kalabalığa zafer kazanmış serüvencilerin bakışlarıyla bakıyordu. Kırışıksız beyaz gömlekleri, kusursuz biçimde taranıp şekil verilmiş saçları ya da yüksek topuklu iskarpinleriyle bile aslında insanların geri kalanından farklı bir havaları vardı; başka bir dünyadan gelmiş gibiydiler.

Bu, uçan makinenin büyüsüydü.

Vango, Hugo Eckener’e yaklaşmadan önce insanların dağılmasını beklemeye karar verdi.

Merdivenden sarışın bir kadın iniyordu. Otel görevlisine benzeyen iki delikanlı kadının valizlerini ve kürklerini taşıyarak arkasından gidiyordu. Vango bakışlarıyla takip etti onları. Bir bilet bin dolar olduğundan, zeplinde uşaklarıyla yolculuk edene pek rastlanmazdı. Uşaklarını genellikle bir yük gemisinin ambarında, muhabbetkuşu kafesleri ve on iki sandık dolusu kılık kıyafetle arkalarından getirtirlerdi.

Bir başka yolcu fotoğrafçıları üstüne çekerek sarışından derhal rol çaldı. Adını fısıldıyordu herkes. Avrupa turnesinden dönen ünlü bir şarkıcıydı. Dudaklarında bir reklam gülümseyişi vardı. Vango farkına varmadan kalabalıkla sürüklendi. Gazetecilerin ve meraklıların girdabına kapılınca ayakları yerden kesilir gibi oldu. Polisler starı korumaya çalışıyorlardı; sıkış tıkış ilerleyenlerse polis kordonunu yarıp onu çepeçevre sarıyorlardı.

Vango kendini koyverip mantar tıpa gibi sürüklendi. Akıntıyı ters yönde kat edebilmek için sağına soluna dirsek atıyordu. O yüz, zihnine nakşolmuş haldeydi.

Adam bıyığını kanca gibi burmuştu, favorileri yanaklarının bir kısmını örtüyordu, kahverengi bir fötr şapkayı gözlerine kadar indirmişti, ama oydu işte.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.