Taşın Belleği: Mardin

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yapı Kredi Yayınları’ndan kültür coğrafyası içinde köklü geçmişi ve özgün kimliğiyle özel bir konuma sahip olan Mardin üzerine bir şehir monografisi yayımlandı... Taşın Belleği: Mardin... Tarihçesi, kent dokusu, kültür tarihi, ekonomisi, yazarların ve gezginlerin izlenimleri, bugünü ve yarınıyla konusunun uzmanı 24 bilim insanı ve yazar tarafından ele alınan bu kapsamlı kitabı, Özgür Nizam fotoğrafladı; çeşitli fotoğrafçıların ve koleksiyonerlerin arşivlerinden yararlanıldı.

Yeni’den Mardin...

Metin Sözen
Prof. Dr. Metin Sözen ÇEKÜL başkanı

21. yüzyıla girerken, yeni bir gündemle varlığını duyuran Anadolu kentleri içinde Mardin, kendine özel yer oluşturmaya çalışan kimlikli yerleşmelerin başında gelmekteydi. Aradan geçen kısa süre içinde, bulunduğu coğrafyanın verdiği olanaklarla, geçmişte yapılmış yanlışları düzeltmek için yoğun çaba gösteren tüm kesimler, bunun ilk sonuçlarını görmenin heyecanıyla, bir dizi etkinliklerle UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi” içinde yer almasını sağlayacak iyileştirmelere yönelmiş bulunuyorlar. Burada en büyük dayanak, uygarlık tarihinin, Anadolu’daki büyük birikimiyle yola çıkmış olmalarıdır.
Gerçekten insanlık tarihinin geçirdiği evrimin ilk evreleri dikkatle izlendiğinde, Mardin’in içinde yer aldığı “bereketli hilal”de yapılan yeni araştırmalar, bizleri şaşırtıcı sonuçlara götürmektedir. Böyle özellikli bir kültür coğrafyasının içinde Mardin’in; köklü geçmişi ve bir daha yaratılması güç özgün kimliği gözden geçirildiğinde, bazı temel noktaların altını “yeniden çizmenin” kaçınılmaz olduğunu görülmektedir.
Mardin’in kurulduğu yer, yaslandığı dağın özelliği, uzayıp giden ova ve kısa aralıklarla karşımıza çıkan birbirinden önemli kültür odaklarıyla ilişkisi, bir bakıma kendisini ayrıcalıklı bir yerleşme yeri konumuna getirmektedir. Kenti ve çevresini ayrıntılı inceleyenler, bu noktadan hareketle Mardin'in derinlikli tarihini belgelerle açıklamaya çalıştıklarında, benzer durumun geçmişte de söz konusu olduğunu görmektedirler.
20. yüzyılın ortalarında, önündeki uzayıp giden ovadan bakıldığında Mardin, tarihin belirli bir döneminde ve bir büyük ustanın varlığıyla oluşmuş izlenimi verirdi. Bu çarpıcı özellik, onu birçok yerleşme yerinden ayırıyordu. Bölgenin sürekli “insanlık tarihinin ilklerine tanık” olduğu düşüncesiyle yaklaşanlar için kentin bu görünümü, zamanı geçmişe yöneltmek açısından güçlü bir veri niteliği taşımaktaydı.

Mardin’e ve Sorunlara İlklerin Coğrafyasından Bakmak
Bu köklü birikimlerin, kent merkezinden köylere kadar uzanan yerleşmelerin geçirdiği evrimin ışığında yeni bir değerlendirme ortamı aradığımızda, Türkiye’nin değişen ilişkilerinin niteliğine de kısaca değinmek gerekmektedir. Türkiye’nin uzun yıllar genellikle “kalıcı değerlerin yaşatılmasına öncelik tanımayan” geçici belirli başlıklar üzerinde yoğunlaşması, gündem geliştirmesi, sağlıksız yapılaşmayı hızlandırmıştır. Bunun yanı sıra, Mardin ve benzeri yeni araştırmaları bekleyen kimlikli Güneydoğu Anadolu kentlerinde oluşan karışık-karmaşık yeni ortam da, saptanması gereken doğruları bulmamızı, bilimsel araştırmaları boyutlandırmamızı güçleştirmiştir.
Bir süre sonra köklü gelişmelerin özüne inmeyi engelleyen bu yeni gelenek, tam bir zaman yitirmeye dönüştüğünden, “kentlerin kendilerini yenileme”, gelişme alanlarını sağlıklı belirleme olanağını zayıflatmaktadır. İster istemez bu süreçte, binlerce yılda oluşmuş doğrular yoğun nüfus hareketiyle de öğrenilemez, özgün yerleşmeler yeterince izlenemez duruma gelmektedir. Sonuçta tüm Anadolu kentlerinde görüldüğü gibi, “geçmiş değerleri geleceğe aktararak yaşama” şansı da azalmaktadır.
Oysa dünyamızda geliştirilen her kavram, teknoloji adına üretilen her öğe, günümüzü ve geleceği etkileyecek boyuta kısa sürede ulaşabilmektedir. Bu nedenle, “gelişmeleri özüne uygun”, önünü arkasını düşünerek izleyen uluslar, küreselleşmenin olumlu-olumsuz sonuçlarına, bir oranda önlem alma şansını da yakalayabilmektedir. Geçmiş değerlerin özümsendiği, doğrularına süreklilik kazandırıldığı, yeniliklerin aralıksız gözden geçirildiği, günlük dalgalanmalarla zamanın yitirilmediği bir ortamı egemen kılan toplumlar, ülkelerini-kentlerini köşeye sıkışmaktan bir oranda kurtarabilmekte, kültürel büyüklükleri yaşama geçirebilmekte ve gelecek kuşaklara aktarabilmektedirler.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.