Tapınak

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

1949 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi William Faulkner’ın bugün yalnız Amerikan edebiyatının değil, dünya edebiyatının da başyapıtı sayılan romanları başlarda çok ses getirmemişti. Ancak 1931’de Tapınak’ın yayımlanması, Faulkner’ın bir yandan ünlenmesine, kitaplarının yeni baskılar yapıp çok satmasına neden olurken bir yandan da tepki çekti ve “Güney’in ruhunu küçük düşürdüğü” gerekçesiyle bazı şehirlerde toplatıldı. Tapınak’ın bunca ilgi çekmesinin nedeni, neredeyse bir polisiye gerilimi taşıması ve özgün üslubu olduğu kadar karakterlerinin çarpıcılığıdır da: Faulkner’ın yarattığı en grotesk karakterlerden biri olan, kötülüğün simgesi Popeye; iyi niyetli ama hiçbir işi sonlandırmayan bir avukat olan Benbow; varlıklı bir ailenin dirençsiz bir kurban kimliğindeki üniversite öğrencisi kızı Temple Drake: Hepsi, soğukkanlı bir dille anlatılan bu kanlı öyküde bir araya gelir.

Freud’dan mitolojiye, Amerikan Güneyi hikâyelerinden dedektif romanlarına pek çok kaynaktan beslenen Tapınak, bugün de ürpertiyor okurunu.

Kötülüğün galip gelişinin akıldan çıkmayacak hikâyesi.
"The New York Times"

Uğursuzluk, arzu, saplantı ve umutsuzluk dolu…
"Los Angeles Times"

Faulkner, Tapınak’ta döneme damgasını vuran mekanik uygarlığı tanımlamak için belli imgeler kullanır, bunların karşısına da doğayı çağrıştıran imgeleri yerleştirir. Romanın ilk sayfalarında ormandaki kaynağın başında karşı kıyılarda duran gangster Popeye ile avukat Benbow arasındaki zıtlık roman boyunca karşıt imgelerle verilir. Popeye için mekanik uygarlığın kısır ama saldırgan maddeciliğine gönderme yapan, metal katılığı ve parlaklığı, damgalı teneke, köşeli modern abajur, otomobil ve hız gibi imgeler kullanılır. Görünüşü sert, hareketleri mekaniktir. Her fırsatta çektiği tabancasına karşın, ormandan, kuştan, karşısına çıkan köpekten ürker, kaynağa tükürür. Popeye’ın doğaya karşı duyduğu nefret ve korku, etkisiz ama özünde iyi bir insan olan Benbow’un doğaya karşı olumlu tutumu ile dengelenir. Onun hareketleri rahat ve yumuşaktır. Yaşamı dayanılmaz duruma gelince, “yaslanacak bir tepe” bulursa her şeyin düzeleceğine inandığından kentten ayrılmıştır. Üstünde metal olarak para bile yoktur. Cebinde kitap taşır. Modern teknolojinin hızını, mekanikliğini temsil eden otomobili kullanmayı bilmez ama, ormanın derinliklerinde öten kuşun adını, biraz belleğini zorlayarak da olsa, anımsayabilir. Tren penceresinden de olsa, doğaya bakarken, “yelpaze gibi açılmış taze pamukla dolu tarlaların güzelliği”ni görür. Tapınak’taki ‘iyi’ kişiler mekanik uygarlığın içi boşalmış kalıplarını tanımayan, kendi doğrularına göre yaşayanlardır. Faulkner’ın Nobel armağanı konuşmasında topluma anımsatma görevini yazarlara yüklediği evrensel değerlerin tümünü yaşamına geçiren kişi, bir zamanların ünlü genelev dilberi Ruby’dir. Sevgi, şefkat, özveri, dayanıklılık, gurur ve alçakgönüllülük onda simgeleşir. Ne var ki, Ruby ve ailesi hak-hukuk kavramlarının alt üst edildiği bir ortamda yaşamlarını sürdüremezler. Yargının amacı suçluyu bulup cezalandırmak değil, bir suçlu yaratarak, suç olayı ile çalkalanan toplumun durulmasını sağlamak olunca, Ruby ile yasa dışı eşi Goodwin bağnaz toplumun günah keçileri durumuna düşerler.

Necla Aytür

Popeye pınarın çevresindeki çalı perdesinin arkasından adamın su içmesini gözetliyordu. Yoldan pınara kadar belli belirsiz bir patika uzanıyordu. Popeye patikanın ucunda beliren adamın (uzun boylu, zayıf bir adamdı, şapkasızdı, üstünde gri bez pantolon, kolunda asılı tüvit ceket vardı) gelip, pınardan su içmek için eğildiğini gördü.

Pınar bir kayın ağacının kökünde gölleniyor, yatağının dalga dalga, helezonlu kumları üstünden akıp gidiyordu. Çevresindeki sık böğürtlen, fundalık, servi ve sakız korusuna giren kırık gün ışığının kaynağı belirsizdi. Yakında, ama gizli bir yerde saklanan bir kuş üç nota çıkararak öttü ve sustu.

Su içen adam, pınarda binlerce kırılarak yansıyan görüntüsüne bakmak için eğildi. Doğrulurken kendi görüntüsünün yanında Popeye’ın hasır şapkasının sudaki dağınık aksini de gördü, oysa hiç ses duymamıştı. Pınarın karşı kıyısında duran ufak tefek adam ona bakıyordu. Adamın elleri ceketinin ceplerindeydi; dudağından çenesine doğru bir sigara sarkıyordu. Beli yukarıda, dar, siyah bir takım elbise giymişti. Kat kat çamura batan ayakkabılarının üstündeki paçalarını kıvırmıştı ama gene de çamurluydular. Yüzü, elektrik ışığı altındaymış gibi, garip, kansız bir renkteydi. Yana eğik hasır şapkası, hafifçe kavuşturduğu kolları ile, arkasındaki aydınlık sessizliğe karşı duruşu ona damga vurulmuş tenekenin o sert ve yalınkat görünüşünü veriyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.