Sözden Müziğe: Şairler ve Bestecileri

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

(Salı Toplantıları 2009)

Besteci şiiri nasıl seçer? Seçtiği şiirden bestesine ne türlü katkı yapmasını bekler? Şiir mi besteciyi etkiler, yönlendirir? Şair, şiirinin bestelenmesini nasıl karşılar? Şiirinin başka bir evrene taşındığını mı düşünür, şiirinin etkisini artırdığını mı? Sonuçta şairin ve bestecinin memnun oldukları ya da olmadıkları şeyler nelerdir?


Bunlara ve benzeri sorulara Yapı Kredi Kültür Merkezi’ndeki edebiyat etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen Salı Toplantıları'nda yanıtlar arandı, tartışmalar yapıldı.

Beş hafta süren şair-besteci buluşmalarında Hilmi Yavuz-Gönül Paçacı, Lâle Müldür-Selim Atakan, Tarık Günersel-Selman Ada, Oruç Aruoba- Mehmet Nemutlu, Güven Turan-Meliha Doğu-duyal ikilileri, Hasan Ersel'in moderatörlüğünde verdikleri örnekler ve yaptıkları yorumlarla, hayata şiir-müzik birlikteliğinden yeni pencereler açmaya çalıştılar.

Sunuş

Küçük yaşlarımızdan itibaren şiir ile müziğin, birbirlerine yakın konumda olduklarını düşünmemize yol açacak epeyce deneyimimiz oluyor. Örneklerimize, ninnilerden başlayabilir, okulda şiir okurken öğretmenimizin bunu günlük konuşmamızdan farklı bir biçimde yapmamız gerektiğine ilişkin uyarılarına uzanabiliriz. Biraz daha büyüyüp kendi başımıza müzik dinlemeye başladığımızda, şarkıların sözleri, biraz sonra da bestecinin yanı sıra, yazarının adı dikkatimizi çekmeye başlar. Bunların, bazen bizim bile şiirlerini ya da adını bildiğimiz şairler olduğunu görürüz. O zaman, şiirle müziğin bir araya gelmesinin kendiliğinden değil, bir çaba sonucu olduğunu hissetmeye başlarız.
Yanlış anımsamıyorsam müzikle şiir arasındaki ilişkinin ne olabileceği, ilk kez, 1960’ların başlarında, radyoda Münir Nurettin Selçuk’un, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleri üzerine bestelediği şarkıları dinledikten sonra aklıma bir soru olarak takılmıştı.1 Şarkılar hoşuma gitmişti. Ama şiirleri sevdiğim için mi bu şarkıları beğendiğimi, yoksa şiirlerden bağımsız olarak mı müzikten hoşlandığımı çıkaramamıştım. Ancak müziğin, bu şarkıların belleğimde daha iyi yer etmesine hatta onları daha fazla sevmeme yardımcı olduğunu söyleyebilirim.2 Bir süre sonra ilk kez Schubert’in Lied’lerini Dietrich Fischer-Diskau’nun sesinden dinledim. Bazılarını çok sevdim. Ama bu defa, Almanca bilmediğim için bunun şiirle bir ilgisi olmadığını düşündüm. Daha sonra şiirlerin İngilizce çevirilerini okumam durumu pek değiştirmedi.
Bütün bunlara bakarak, müzikle şiir arasında bir yakınlık olduğu sonucuna varıp rahatlamak olanaklı. Ancak bu yakınlığın ne anlama geldiğini sorgulamaya kalkınca iş zorlaşıyor. Bu sorgulamanın tarihi epeyce eski olmalı. Bu noktaya varabilmek için, belki de müzik ile dil3 arasındaki ilişkinin ne olduğundan başlamak gerekiyor. Wittgenstein (1953-2007), bir cümleyi anlamanın, bir temayı anlamaya çok benzediğini, yani bu ikisinin karşılaştırılabilir olduğunu söylemiş. Adorno ise 1956’da yazdığı bir yazısında müziğin dile benzediğini açıkça ifade etmiş [Adorno (1992, s. 1-6)]. Bu görüşlerden hareketle, müziğin, Dipnot 3’te tanımlandığı anlamda, bir “Dil” olduğu sonucuna varılabilir. Bu yaklaşım benimsendiğinde, Akla “Acaba bu diller arasında çeviri yapılabilir mi?” sorusu geliyor. Cümlelerle ifade edilen bir şey, müziğe aktarılabilir mi, ya da tersi yapılabilir mi? Bu sorunun bir anlamı olup olmadığı o kadar açık değil. Herhalde bunu irdeleyebilmek için, önce insanın müziği ve dili ortak biçimde algılayıp değerlendirebildiğini göstermek gerekiyor. Bu çok farklı bir uzmanlık alanı. Bu konuda yapılan çalışmalarda, bu görüşe destek verebilecek yönde, bazı ilginç sonuçlar da elde edilmiş. Bu bulguların bir önemli yönü de, müziğin dil öğrenimine katkısı. Yapılan çalışmalar, örneğin Schön vd. (2008), dil öğrenme sürecinde müzikten yararlanmanın olumlu yönde önemli fayda sağladığını gösteriyor.
Öte yandan, şiir büyük ölçüde günlük yaşamımızda kullandığımız dile dayanıyor. Ancak, bunların kullanış biçimi ve kuralları, konuşma ve düzyazıda kullanılma biçimlerinden farklılaşabiliyor. Bu da, müzik dil bağlamında şiirin farklı bir konumda olduğu ve müziğe daha yakın olarak düşünülebileceği görüşünün ortaya atılmasına ve tartışılmasına yol açmış. Bu görüşün, kaba çizgilerle şöyle ifade edilebileceğini düşünüyorum: Her “Dil”in mesajlarını oluşturduğu kendisine özgü yapısal öğeleri (kelime, müzik sesi) vardır. Dil’in kuralları, yapısal öğelerini yoruma yer bırakmayacak biçimde tanımlayabilir. Örneğin, matematik böyle bir dildir. Buna karşılık, diğer bazı dillerde, yapısal öğeler farklı biçimde anlaşılmaya izin veren esneklikte tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle, bu yapısal öğelerin kendileri birer kümedir. Mesajı alan bu kümenin kendi öğelerinden birisini, şu ya da bu nedenle seçer. Dolayısıyla, bu tür bir “Dil” söz konusu olduğunda, aynı mesaj, iki ayrı kişi için benzer olsa da özdeş olmayan bir anlam taşır. Bu görüş, farklı “Dil”lerin, bir eksen üzerinde, mesajlarının kesinlik derecelerine göre sıralanabileceği anlamına geliyor. Bu sıralamanın bir ucunda matematik, öteki ucunda ise müzik varmış gibi görünüyor. “Şiir Dili”ni, günlük yaşamda kullanmakta olduğumuz dilden farklı olarak düşünürsek, her ikisi de bu iki ucun arasında yer alıyor. Buradan da “Şiir Dili”nin müziğe yakın olup olmadığı sorusuna geçilmiş.
Doğal olarak bu konuda farklı görüşler var. Salmon5 (1919), şiirin temelinin içine duygu sızmış ve biçim değiştirmiş düşünce; buna karşılık müziğin temelinin ise duygunun kendisi olması nedeniyle, birbirlerine hiç yakın olmadıklarını söylemiş. Dolayısıyla, iki “Dil”in birbirine yakınlığını, ilettikleri mesajların içeriğine bakmadan değerlendirmenin doğru olmayacağının (hiç olmazsa eksik olacağının) altını çizmiş. Buna karşılık Wilson, şiirde kelimelerin kesin anlam taşıması koşulunun olmaması ve müziğe benzer bir bulanıklığa sahip olması (ya da özgürlük alanı) nedeniyle, şiirin müziğe epeyce yakın olduğu kanısında. Wilson’un yazısını yorumlayan bir şair, Williams6 ve bir müzikçi7 ise bu görüşünü eleştiriyorlar [Foss ve Williams]. Yazarlar, Wilson’dan farklı olarak, kelimelerin herkes için aynı anlama geldiğine o kadar emin değil. Dolayısıyla kelimelerin anlamlarının, matematikte değişkenler için yapıldığı gibi, “iyi tanımlanış” olduğu görüşüne katılmıyorlar. Onlara göre kelimelerin anlamı mesajı alana göre az ya da çok değişiyor. Bu noktadan hareketle de, Wilson’un şiir ve müziğin birbirlerine yakın olduğu görüşünün dayanaktan yoksun olduğunu savunuyorlar.
Bu örneği vermemin iki nedeni var: Bunlardan ilki, şiir ve müzik arasındaki bağıntının, başka dönemlerde ve yerlerde de ilgi çektiğini anımsatmak. İkincisi de bu tartışmalara katılanların, doğal olarak şair ve besteciler olması. Ben de hep içinden çıkamadığım bu konuda besteci ve şairlerin ne düşündüğünü merak etmiştim. Acaba bir besteci, bir şiiri nasıl seçer? Şiirin yapıtına ne türlü katkı yapmasını bekler? Yoksa, şiir mi besteciyi etkileyerek yönlendirir? Bu süreç nasıl işler? Şair, bir şiirinin bestelenmiş olmasını nasıl yorumlar? Şiirinin, başka bir evrene taşındığını mı düşünür, yoksa şiirine bir katkı yapıldığını mı? Şair, sonuçtan neden memnun olur, ya da olmaz? Bu tür soruları artırmak da mümkün. İşte bu nedenlerle, Yapı Kredi Kültür Merkezi Edebiyat Etkinlikleri çerçevesinde, şairler ve onların şiirlerini besteleyen müzisyenlerimizin katılacakları bir dizi toplantı yapılması fikrini sevinçle karşıladım. Bu toplantılarda bana görev teklif edilmesi ise sevincimi bir kat daha artırdı.
Bu toplantıların, şairlerimizin, onların şiirlerini besteleyen bestecilerle eşleştirerek yapılması konusunda görüş birliğine varıldı. Bu yapılırken, ana başlık dışında konuyu daraltacak kısıtlamalar koymamak ve konunun gelişimini katılımcılara bırakmanın uygun olacağı düşünüldü. Böylece, hem konuşmacılara görüşlerini kendi istedikleri biçimde açıklama özgürlüğü verilmiş olacak hem de her toplantının kendine özgü bir havası ve tartışma tabanı olması sağlanabilecekti. İyi ki de öyle yapıldı. Hem her toplantı yeni ufuklar açtı, hem de tartışma benzer noktalara geldiğinde, farklı bakış açılarının ortaya çıkmasına olanak sağlandı. Kitaba dönüştürme sürecinde konuşmaları tekrar dikkatle okuduğumda, bunun bize büyük bir zenginlik kattığını bir kez daha gördüm.
Yıllardır içimde var olan bu merakımı giderebilme ve bu güzel sohbetleri bana yakından izleme imkânı tanıyan Yapı Kredi Yayıncılık Yönetimine ve bütün değerli katılımcılara teşekkür ederim.


Hasan Ersel
6 Haziran 2010

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.