Sırrımsın Sırdaşımsın

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sağlığında ihmal ettiği annesinin kabrini ziyarete giden adam, doğup büyüdüğü kente dönünce annesiyle geçirdiği çocukluk yılları geçmişten sökün eder. Gece, yıldız yağmuru altında anılarına gömülen adam, ciddi bir hesaplaşmanın da içinde bulur kendini.

Kâmuran Şipal güçlü kalemiyle, yoğun duyguları ve iç çatışmaları ince ince örüyor; çarpıcı ruhsal durum desenleri çiziyor. Romanın zamanlarıyla mekânlarını keskin bir anlatı diliyle, modern romanlara özgü bir yalınlıkla, kuruyor.
Derken ateşböceklerinden bir bölümü gömütlükten kalkıp kahveye geldi, sanki onu da elinden tutup tıpkı küçüklüğündeki gibi şenliklerine katılmaya çağırıyor, yıldız yağmurunun çoktan yağdığını, annesi gibi gözlerini bir an önce kapayıp uyuma vaktinin çoktan geldiğini ona anımsatmak istiyordu.
Sırrımsın Sırdaşımsın, öyküleri ve çağdaş Alman edebiyatından yaptığı yetkin çevirilerle tanınan Kâmuran Şipal’in, Demir Köprü’den sonra, ikinci romanı.

Durup durup atıştıran, bazen kasvetli, kara bulutların bir anda ele geçirdiği gökyüzünden sağanak halinde boşanan, bazen masmavi bir gökyüzünden ansızın hafif hafif çiseleyen yağmur ikindi üzeri kesilmişti. Baharın eli kulağındaydı; ıtırlı, baharatlı kokuları şimdiden dört bir yanı tutmuştu. Doğada birkaç zamandır bir kıpırtı, bir telaş. Ağaçlarda ufak ufak yeşeren yapraklar görülüyor, bir uyanışın, bir dirilişin belirtileri günden güne daha bir açık seçik göze çarpıyordu. Özlemleri büyütüp kendini yeterince arattıktan sonra gizlendiği köşeden baharın bin bir renk, desen ve kokularla nazlı bir gelin gibi salına salına çıkıp gelerek, tüm görkem ve albenisiyle insanların karşısına dikilmesine sayılı günler kalmıştı.
Birkaç zamandır aralıksız atıştıran yağmurlarla kesintiye uğramış akşam yürüyüşlerine yeniden başlamak üzere giyinmeye koyuldu. Kış uzun sürmüş, kitap ve dergilerden geçilmeyen loş odalarda, pencere camlarını döven yağmur sesini dinleyerek geçirilmiş günlerin, gecelerin bezginliği henüz üzerlerinden gitmemişti. Zor bir kış geride bırakılmış, dışarıda dondurucu bir soğuğun kol gezdiği, rüzgârın, fırtınanın pencere kepenklerini hırçın ve hoyrat takırdatıp durduğu keyifsiz günler, saatler geçirilmişti çokluk yatakta, yorgan baş üzerine çekilmiş. Ortadan bir düğüm atılarak kısaltılmaya çalışılmış bir kordonun ucundan sarkıp ölü gözü gibi yanan ampul altında gönülsüz okumalar, yazmalarla atlatılmaya çalışılan günler. Gelmesi geciken biri bekleniyormuş, bu biri her an çıkıp gelebilirmiş gibi kulaklar sürekli kapıda. Zaman zaman dalıp gitmeler, gerilerde bırakılmış bir yaşamın orasında burasında gezinip dolanmalar, kendisini hanidir buruk bir yalnızlığın yudumlandığı, bu ahşap, köhne eve getirip bırakan yolları geriye doğru arşınlamalar. Arada yanlışlıkla bir çıkmaz sokağa sapıp yön değiştirmeler, karşılaştığı engeli ya da engelleri başkalarının değil de kendisinin yolu üzerine yerleştirdiğini bir an düşünür gibi olunca tepesi atmalar, yolun sonuna varmadan –böyle bir şeyi istiyor muydu gerçekten?– dönüp geri gelmeler.

Bazen de geçmişin bunaltıcı, karanlık dehlizlerinde bir hayli ilerledikten sonra, ansızın kapı usulcacık açılıp kapanmış gibi bir ses işitip kulak kabartıyor, hanidir bu sesi bekliyormuş gibi usulca kalkıp, evi dolaşmaya çıkıyor, kapıya yöneliyor ilkin, kapıyı kapalı, anahtarı da kilitte eskisi gibi sokulu görmekle yetinmeyerek evin içinde daha ilerilere uzanıyor, ıvır zıvır bir sürü eşyayla tıka basa dolu arka odaları tek tek gözden geçirip, her şeyin yerli yerinde durup durmadığına bakıyordu. İlk anda belli bir şeyin eksikliğini fark eder gibi olup heyecanlanıyor, telaşla sağa sola göz gezdirip yokluğunu sözde algıladığı nesneyi her zamanki köşesinden değişik bir yerde –kendisinden başka onu kim koymuş olabilirdi oraya– ele geçirince adeta düş kırıklığına uğrayarak boynunu büküyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.