Seçilmiş Şiirler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

John Donne (1572?-1631), "Metafizik Şiir" akımının en tanınmış temsilcisi. Prof. Mina Urgan'ın deyişiyle "İngiliz edebiyatında T. S. Eliot'tan önce anlaşılması en güç şair" olan John Donne'ın ve akımın öbür üyelerinin şiirleri, dönemin genel şiir beğenisinin dışında -ve kimi günümüz eleştirmenlerine göre üzerinde- olduğu için, yazıldıkları yıllarda yapay ve zorlama bulunmuşlar, ciddiye alınmamışlardı. Aynı yaklaşım 18. ve 19. yüzyıllarda da egemen oldu. Metafizik Şiir ve Metafizik Şairler, ancak yüzyılımızda, özellikle de Eliot'ın bu şairlerde "bir bütün olarak kendi içinde uyumlu bir duyarlık" ve "her türlü olgu, durum ve yaşam biçimini bağdaştırabilme, bir arada kavrayabilme ve değerlendirebilme yetisi" görmesinin etkisiyle önem kazandı.

Şimdi Metafizik Şiir, bu şairlerin içe dönük ve -terimin gönümüzde kullanıldığı anlamıyla- "gerçekçi" üslupları yanında, dönemin alışılmış şiir geleneklerine meydan okuyan, hiçbir konu, sözcük ya da terimin kutsal sayılmadığı, "şiirsel" olmayan özellikle bulunup kullanıldığı çarpıcı imgeleriyle yüzyılımızın modern şiirini önceleyen, haber veren bir akım olarak kabul görüyor. Seçilmiş Şiirler'de Bülent R. Bozkurt'un John Donne'ın bütün şiirleri arasından titizlikle seçerek asıllarına yaraşır bir ustalıkla dilimize kazandırdığı şiirler yer alıyor - gerek Metafizik Şiir'in gerekse İngiliz şiirinin klasikleri arasında sayılan "Pire" de bu şiirler arasında. Kimi şiirlere eklenen açıklayıcı notlar, John Donne şiirinin anlaşılmasını kolaylaştırıyor.

Her yerde sis. Nehrin yukarısında küçük adacıkların ve çayırların arasına dolan sis; nehrin aşağısında saf saf gemilerin ve büyük (ve kirli) bir şehrin suya bıraktığı pisliklerin arasında kirlenerek yuvarlanan sis. Essex bataklıklarında, Kent yükseklerinde sis. Kömür gemilerinin mutfaklarına sızan sis, avlulara yayılan ve büyük gemilerin arması üzerinde asılı duran sis; mavnaların ve küçük teknelerin borda tirizlerinden damlayan sis. Koğuşlarının ateşleri başında hırıltıyla soluyan Greenwich'teki yaşlı dârülaceze sakinlerinin gözlerinde ve gırtlaklarında sis; aksi tekne kaptanının küçük kamarasında ikindi vakti yaktığı piponun sapında ve çanağında sis; güvertede titreyen küçük çırağının el ve ayak parmaklarını gaddarca çimdikleyen sis. Köprülerin üzerindeki tek tük insanlar, korkuluklar üzerinden, sisten ibaret alçak bir gökyüzüne bakıyorlar; sanki bir balondaymışlar da puslu bulutlar arasında asılıymışlar gibi her tarafları sisle çevrili.

Sokakların çeşitli yerlerinde gaz lambaları sisin içinde ölgün ölgün yanıyor, tıpkı çiftçiyle yamağının süngersi tarlalardan gördüğü güneş gibi. Dükkânların çoğunun ışıkları vaktinden iki saat önce yakılmış --sanki gaz da bunu biliyor, bitkin ve isteksiz bir görüntüsü var.

Soğuk ikindinin en soğuğu, koyu sisin en koyusu ve çamurlu sokakların en çamurlusu kurşun tepeli eski bir müessesenin, Temple Barosu'na pek yaraşan o kurşuni tepeli eski engelin yanında. Temple Barosu'nun hemen yanında, Lincoln's Inn Hall'de, sisin tam göbeğinde Yüksek Chancery Mahkemesi'nde mahkemenin Başyargıcı oturuyor.

Orada sis ne kadar koyulaşırsa koyulaşsın, çamurla balçık ne kadar derinleşirse derinleşsin, kocamış günahkârların en ölümcülü olan Yüksek Chancery Mahkemesi'nin şimdilerde dünya âleme sergilediği o körü körüne ilerleme ve bata çıka debelenme vaziyetiyle boy ölçüşemez.

Tam da böylesi bir öğleden sonra Başyargıcın başının etrafında sisli bir ihtişamla, kırmızı cüppesi ve perdelerin yumuşak çiti içerisinde oturması, karşısındaki iriyarı devasa favorili, ince sesli avukatın bitmez tükenmez dosyasını dinlemesi ayrıca sisten başka hiçbir şey görememesine rağmen bakışlarını açıktan açığa tavandaki fenere takması gerekir --ki bunları yapıyor da zaten. Böylesi bir öğleden sonra Yüce Chancery Mahkemesi Barosu'nun bir kısım üyelerinin, bitmek bilmez bir davanın onbinlerce safhasından biriyle hülyalı hülyalı uğraşmaları, kaypak emsaller üzerinde birbirlerine çelme takmaları, diz boyu ayrıntılara batmaları, keçi ve at kılından yapılma peruklarla süslü kafalarını kelime duvarlarına toslamaları ve oyuncular gibi ciddi suratlarla adaleti arama rolünü oynamaları gerekir --ki oynuyorlar da zaten. Böylesi bir öğleden sonra davayla alakalı, birkaçı davayı bu işten bir servet kazanmış olan babasından miras almış muhtelif davavekilleri, hasır kaplı uzun bir kuyuda (ama o kuyunun dibinde Hakikati aramak beyhudedir) tek sıra halinde, sicil kâtibinin kırmızı masasıyla ipek cüppeler arasında, dilekçeler, karşı dilekçeler, cevaplar, cevabın cevapları, ihtarlar, yeminli beyanlar, nüshalar, ustalara yapılmış göndermeler, ustaların raporları, pahalı saçmalık dağları önlerine yığılmış vaziyette durmaları gerekir. Yer yer tükenmiş mumlarıyla varsın mahkeme loşluğa gömülsün; varsın sis hiç dağılmayacakmış gibi üzerine çöksün; varsın vitray camların rengi solup içeriye hiç gün ışığı sokmasın; sokaktan geçerken kapıdaki camlardan içeriye bakan buranın acemileri, mahkemenin o meşum havası yüzünden, Başyargıcın gözlerini o ışıksız lambaya dikmiş ve refakatçi memurların peruklarını sis batağına kaptırmış vaziyette oturduğu o sümenli kürsüden ruhsuzca yükselerek tavanda yankılanan o sonsuz konuşma yüzünden ürkerek içeri girmekten varsın vazgeçsinler! Chancery Mahkemesi budur işte; her eyalette çürümeye yüz tutmuş evler, çoraklaşmış topraklar bırakır; her tımarhanede yıpranmış delileri, her mezarlıkta ölüleri vardır; ayakkabıları delinmiş, giysileri lime lime, her tanıdığından borç alıp dilenen, mahvolmuş davacıları vardır; para sahibi güçlülere, doğruyu örseletecek her türlü vasıtayı bol miktarda temin eder; parayı, sabrı, cesareti, umudu öylesine tüketir, beyni öyle hırpalar, gönlü öyle yaralar ki1 ona maruz kalan her şerefli adam "Buraya gelmektense her türlü haksızlığa katlan daha iyi!" demekten kendini alamaz.

Bu kasvetli ikindi vakti Başyargıç, davanın avukatı, asla dava alamayan bir iki avukat ve daha önce sözü geçen davavekili kuyusundakiler haricinde Başyargıcın mahkemesinde kim var acaba? Yargıcın aşağısında peruklu cüppeli sicil kâtibi var; bir iki asacıydı, saymandı, yazmandı, artık hukuk davalarında ne deniyorsa onlardan var. Bunların hepsi esniyor; çünkü senelerce önce sıkılıp sıkılıp kupkuru bırakılan JARNDYCE JARNDYCE'E KARŞI davasında (şu anda görüşülen dava) zerrece eğlencelik kalmamış. Stenocular, mahkeme raportörleri, adliye muhabirleri Jarndyce Jarndyce'e Karşı başladığında diğer müdavimlerle birlikte istisnasız salonu terk ediyorlar. Yerleri boş. Üç yanı perdeli sunağı daha iyi görebilmek için salonun kenarındaki bir sedirin üzerinde, ayağa kalkmış, bonesi iyice sıkılmış ufak tefek, hafif kafadan çatlak, yaşlı bir kadın var; açılışından kapanışına hep mahkemededir o, hep kendi lehine verilecek anlaşılmaz bir hükmü bekler. Bazıları şimdi ya da geçmişte gerçekten de bir davayla alakası olduğunu söylerler; ama kimse işin aslını astarını bilmez çünkü kimsenin umurunda değildir. Küçük el çantasında evraklarım dediği büyük ölçüde kibrit ve kurutulmuş lavantadan ibaret bir çerçöp yığını taşır. Benzi sararmış bir mahkûm, polis nezaretinde, belki altıncı kez "mahkemeye itaatsizlikten beraat etmek" için şahsi başvuruda bulunmaya mahkemeye gelmiş; adam bir mirasın hayatta kalmış tek vârisi olarak, kendisinin haberdar olduğu kesinlikle iddia edilmeyen birtakım ödemeleri yapmamakla suçlanıyor, zaten haberdar olması da mümkün değil. Bu esnada adamın nesi var nesi yok elinden alınmış. Düzenli olarak Shropshire'dan çıkagelip, günün sonunda oturum kapanırken Başyargıca hitap etme gayretine giren ve çeyrek yüzyıldır onu çaresizlikle kıvrandıran Başyargıcın yasal olarak onun varlığından haberdar olmadığı kendisine bir türlü anlatılamayan, kendini iyi bir yere mıhlayan ve Yargıç tam ayağa kalktığı anda "Lordum!" diye tınılı, şikâyetkâr bir sesle bağırmaya hazır vaziyette gözünü ondan ayırmadan bekleyen başka bir zavallı davacı daha var. Bir iki avukat kâtibi ve bu adama göz aşinalığı olan bir iki kişi acaba biraz eğlence çıkarır da bu iç kapatıcı havayı biraz canlandırır mı diye yanında oyalanıyorlar.

Jarndyce Jarndyce'e Karşı devam ediyor. Korkuluğa dönen bu dava zaman içinde öyle karmaşık bir hal almış ki soluk alan tek bir kişi bile zırnık anlamaz. Hele hele davanın tarafları hiç anlamaz; ama şu da gözlenmiştir ki ne zaman iki Chancery avukatı bir araya gelip davadan söz etmeye kalksa beş dakika içinde ana maddelerde tam bir fikir ayrılığına düşerler. Bu davaya sayısız çocuk doğmuştur; sayısız genç evlenmiştir; sayısız ihtiyar ölmüştür. Bir sürü insan nedenini nasılını anlamadan kendilerini korkunç bir biçimde Jarndyce Jarndyce'e Karşı davasında taraf bulmuşlardır; koca aileler davayla birlikte efsanevi nefretler miras almışlardır. Jarndyce Jarndyce'e Karşı bittiğinde yeni bir tahta ata kavuşacağı müjdelenen küçücük davacı ya da davalılar büyümüş, kendilerine gerçek atlar almış, sonra da bu âlemden göçmüşlerdir. Mahkemenin himayesine alınan küçük kızlar önce anne, sonra nine olmuşlar; uzun bir Başyargıç silsilesi gelip geçmiş; davadaki dilekçeler yığını ölüm ilanlarına dönüşmüş; Tom Jarndyce, Chancery Sokağı'nda bir kahvehanede ümitsizlikle beynini dağıttığından beri dünyada belki de topu topu üç Jarndyce kalmıştır; ama Jarndyce Jarndyce'e Karşı, Mahkeme önündeki o hazin nihayetsizliğini, mutlak bir ümitsizlikle sürüyüp durur.

Jarndyce Jarndyce'e Karşı bir şakaya dönüşmüştür. Onunla ilintili tek iyi şey de budur. Pek çoklarına ölüm getirmiş olsa da meslekte bir şaka halini almıştır. Chancery'deki her usta ona bir atıfta bulunur. Her yargıç baroda avukatken birilerini temsilen bu davaya girmiştir. Toplantı salonunda yenen yemekten sonra toplanan seçkin porto şarabı komitesinde nice burnu mürekkep bulaşığı, balon ayakkabılı yaşlı idare meclisi üyesi onun hakkında iyi şeyler söylemiştir. Çıraklık eden kâtipler hukuki yeteneklerini oldum olası onunla beslemişlerdir. Pek ehemmiyetli bir ipek cüppeli olan Bay Blowers bir şeyin ancak kırmızı kar yağdığında mümkün olabileceğini söylediğinde zamanın Başyargıcı "ya da biz Jarndyce Jarndyce'e Karşı bir hükme bağladığımızda, Bay Blowers" diyerek konuyu gayet güzel özetlemişti; bilhassa asacıların, saymanların, yazmanların pek hoşuna giden bir latifeydi bu.

Jarndyce Jarndyce'e Karşı'nın o marazi elini uzatıp da kaç kişinin hayatını yıkıp mahvettiği sorusu çok kişiyi alakadar eder. Jarndyce Jarndyce'e Karşı'nın o tozlu tevkif müzekkeresi tomarlarını dosyalarının kazıkları üzerinde gaddarca şekilden şekile sokan ustalardan; o ebedi başlık altındaki onbinlerce Chancery dosyası sayfalarını kopyalayan Altı Kâtip Bürosu'ndaki kopya-kâtibine kadar kimsenin karakteri bu davayla zırnık iyileşmedi. Hile, savuşturma, sürüncemede bırakma, tahrifat, taciz, her türlü sahtekârlık dönüşü olmayan kötü izler bırakır. Çok zaman önce Bay Chizzle'ın, Mizzle'ın ve diğerlerinin, çok mühim bir işle meşgul bulunduklarını ve yemeğe kadar randevularının olduğunu söyleyerek perişan davacıları oyalayan avukat odacıları bile Jarndyce Jarndyce'e Karşı davasından fazladan bir ahlaki değişim ve bozulma kapmışlardır. Davalı malları idareyle görevli kimse bu işten yüklü miktarda kazanç sağlamış olabilir ama aynı zamanda annesine karşı bir güvensizlik, kendi türüne karşı da bir tiksinti edinmiştir. Chizzle, Mizzle ve diğerleri büroda Jarndyce Jarndyce'e Karşı'dan kurtulur kurtulmaz o küçük meseleyi halledeceklerine ve haksızlığa maruz kalan Drizzle için bir şeyler yapacaklarına kendi kendilerine söz vermişlerdir. Bütün çeşitliliğiyle hile ve dolap tohumları bu uğursuz dava tarafından etrafa saçılmıştır; hatta davanın tarihini böylesi bir kötülük halkasının çok uzağından inceleyenler bile farkında olmadan lakaytlıkla kötü şeyleri oluruna bırakmaya meyletmişler ve dünyanın kötü bir yer olmasını, zaten asla iyi bir yer olarak tasarlanmamış oluşuna kolayca bağlar hale gelmişlerdi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.