Şaman

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Şairliğinin yanında eleştirmenliğiyle de tanınan Mehmet Can Doğan, Şaman'da 1998-2002 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanmış şiirlerini bir araya getiriyor - sözün kana karıştığı bir zamanın şiirlerini...

MALÛLEN BEDEVÎ


Bedenine derin bakan unuturmuş çoğu şeyi
nerden hatırlıyorum bunu şimdi
demek söz de karışıyor kana
yoruluyor damarda öpmek için bir imgeyi


Yola çıkma zamanı geldiğinde
ama nereye olursa olsun
aklında tecimenler ve bedevi
hem de içinde büyüttüğü bedevi
uzayan bir atın yelesiyle
kesiyor gideceği yerleri


Anlıyor uzak gideceği yerler
anlıyor insan en çok kendine zâlim
nasıl da iyiyim ah evet nasıl da bereketli
karanlığı emen bir çift göz gibi


Bir ömrü bu kadar karıştırma diyorum sana
böyle masa başında tül ardında böyle
kötülük çürütecek bedenini
çölden ve denizden nasıl geçerse fırtına


“Arzulu bir ömre mutlak görülen hüzün
ve dünyanın nehirleri bütün
denize doğru denize doğru”
diye başlayan bir cümle
çöle ne olur diyorum sonra denize ne olur
ağrılı bir yer değiştirme ile
olacakları biliyorum acımasızlıkları biliyorum
bu uluma saatinde


Her şey kardeşliğin inadına olur
o inceliklerin inadına sesin şefkatine olur
hatıraların en masum olanına
nihayet suçun bağışlayanına olur


Bedevi örtüsünü açar nihayet kumunu silker
atını vurur
hayata akan her köke her pişmanlığa
bir açıklama yahut haklı bir mazeret bulur
ikna edici bir iyilik bulur
kandıran bir kuyu bulur
bakar içine içine


Ne önemi var
umurumda bile değil kiminle çıktığım yola
üstelik her ömür kendine dönüyor olduktan sonra
ne önemi var ne önemi var


Bedevinin içinden bir deniz geçer
su alır öğütleyici gemileri
yazık içindeki bedeviyi uyandırmışa
yani akrebini ateşe salmışa
kim dur diyebilir
kim yol gösterebilir
bilirse bedevi yolundan çıkmış bir söz bilir
durur önüne sözün bedenine imrenir
inat eder iman eder
–en azından bunu dener–


Ama ne önemi var ne önemi var
her bedevi fırtınası kadar yaşar


Kum durur su durur sır bekleyicileri durur
“Bedeviye kumaş! Bedeviye kumaş!” diyen tecimenler durur
kanı durur uzayan atın akrebin kuyruğu durur


 


Tâbirciler


Böyle bir rüya duymadık daha evvel.
Karanlık... karanlık yerleri çok fazla.
Bedenine bakan bedevi mi ve giyinik mi?
Bozulmuş olmalı rüyanın sahihliği.


Hem konuşan kim? Tecimenler görünüp yitiyor.
Akrepten başlayabiliriz ilkin:
“Dokunmayın şunca yıllık muhabbetimiz vardır.”
diyen biri vardı, hatırlamasak da adını.


Ama at öyle neden uzayıp gidiyor?...
Karışık çok karışık, akıl kabul etse
atın yelesine insanın bıçak diyesi geliyor.


Kuyu ve kardeşlik Yusuf’u çağrıştırıyor bize.
Lâkin geçemeyiz biz Yusuf’u tâbirde;
denildiği gibi, “su alır bizim gemilerimizi” de.


Bakmayın uzun cübbelerimize;
tecimenlerden almıştık kumaşını.
Vurulmuş bir ata rastladıklarını anlatmışlardı çölde,
sormuşlardı uzun uzun: “Çölde bir at niçin vurulsun?” diye.
“Bir işaret...” demişti,
bizimle tökezleyip çöle düşen kardeşimiz şimdi.
“Sahi ona rastladınız mı?” diye sormuştu kalbinden emin olanımız.
“Ay yarılmış, belki horoz ötmüştü ve fırtına vardı o sıra.”


Böyle bir rüya duymuş değiliz daha evvel...
Karanlık karanlık yerleri çok fazla.
Anlayamıyoruz “sözün kana karışmasını”,
“Denize doğru” gitme inadını anlayamıyoruz
fırtınalı bir akşamda...


“Saat mi?” Ulumalı bir saat olmaz yanılıyorsunuz.
Bakın biz, “karanlığı emen göz” olamayacağında da anlaşıyoruz.
Ama karanlık karanlık yerleri çok fazla.
Korkutuyor “ne önemi var” ısrarı ve bedevinin kararı...


Develerinizi sıkı bağlayın, evlerinizden çıkmayın!
Kadınlarınıza daha çok kumaş alın tecimenlerden.
Ayartıcıdır beden hele çıplakken sakın sakın bakmayın!


 


 


ADAMOTU


Herkesin kalbinin söküldüğü bir an vardır
yoksa—
olmalıdır
en azından kalbinin söküldüğünü hissettiği bir an
anne çocuk sevgili hayata hep geriden bakan
herkes “yıkılalım da hırsımız geçsin” kadardır


Büyüyen büyür büyümeye inanmasa da büyür
anne ölür çocuk ölür sevgili daima büyük ölür
söküldüğü yer kadar kabartır toprağı
biçilmiş ekinler gibi sapı kalır bir sarı kalır


Kalırsa benim sarı saçlarım kalır
sevgilim sarıyı sever ağıdına cici giysiler bulur
bir boşluk açılmışsa eğer
herkes bırakacak bir şey mutlaka bulur
sonra kulak verir de bıraktığının düşüşüne hayıflanır


Yenmek için değil de yenilmek için yeşeren
otlar vardır acıya göçmüş kadınların gönlünde
bazı ağıtların bazı adamları
ve bazı adamların bazı kadınları vardır
daha başka şeyler de vardır kalp söküldüğünde


Kadının örneğin gümüş çerçeveli bir aynası vardır
örnek teşkil etmesi istenmeyen gümüş çerçeveli suçları
aylı bir gecede kadın ağıdını bitirdiğinde
kapıları yalnız cezaya açılanların ülkesinden hızla geçer
ama hızla geçilmelidir
ceylanı vurulmuş olanların kalbinden de


Herkes kendini gösterecek bir ip arar
kulağını gösterecek tüylerini gösterecek
kadın usanır kalbine şüphe yazılmasından
karalanmasından kalbinin
öfkesinden ve şehvetle kabarmış haklılığından usanır
“Biz cezalandırmasını biliriz, ait değiliz cezaya!” diyenlerin


Zorbadır akıl yetişemez suça
yetişemez o uzun hayvana
çığlığını yalnızca kalbi sökülmüşlerin duyduğu otlara
önce yeraltına yeraltına uzamak vardır
sonra siyah bir köpeğin boynuna
korkulardan ilâç yapma sanatı verilmiştir çünkü insana


Korunaklı değilim katran sürdüm üstüme biraz
bir ayağında kara uçurtma sevgilimin öbüründe yalaz
sanki sokaklara çıkmışım
sanki yeraltından köklerim
sanki saçlarım uzamış
kadınım– ağır korkulara göçecek bende toprak kalmamış


‹pi kestim öyleyse köpeği öldürdüm artık yeter
ben ağıdımı bitirdim sizinki uzun sürer

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.