Şairin Vedası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yaşadığımız her an ve alıp verdiğimiz her nefes, iç içe geçmiş iki gerçekle yüklüdür: Aşk ve nefret.

İnsanları kolay etkisi altına alan, dışa dönük ve çok eşli bir yapısı olan Les samimiyet, bağlanma ve ilişkileri derinleştirme konularında sorunlar yaşamaktadır. Tüm ilişkilerini hayli karışık, son derece kırılgan dengeler üzerine kurmuştur. Kendi yaşamı da bu ustaca tasniflenmiş hassas ilişkilerin devamlılığına, yani aslında pamuk ipliğine bağlıdır. Çekimine kapılan bir oyunbozan, sebebiyet vereceği yıkımı hiç hesaplamadan, dev bir meteor gibi yaklaşmaktadır Les’in hayatına.
Çarpışma kaçınılmazdır.

Aynı zamanda bir şair olan, metnini de şairane bir üslupla yazan Forrest Gander, bir şair için uzun bir koşu olarak niteleyebileceğimiz bu kısa romanda nefesini çok doğru bir şekilde ayarlıyor. Okunup rafa kaldırıldıktan sonra da okura fısıldayacak, kendini hatırlatacak, hep ele alınmayı, avuç içinde şöyle bir çevrilip yeniden okunmayı isteyecek bu cazip eser, acı tatlı duygularla bezeli bir okuma hazzı vaat ediyor okura.

Sahi nerede o, henüz doğmamış çocuğun biyolojik babası? Çok uzak bir eyalette. Azgın Körfez’in sularında bir New Orleans römorköründe. Zaten cebinde beş haftalık maaşı ve ayağında yılan derisi çizmeleriyle nehri aşıp çıkagelecek de değil; kulaklarını ısıracağı, dudaklarını ona saklayacak o sevimli kıza, söylediği sonu gelmez yalanlara yenik düşecek ve gerçek yüzünü göremeyecek o zavallıya, iğrençliğini etkileyici tavırlarının altına gizleyip bir evlilik teklifinde de bulunmayacak, o giderek azalan yarı gönüllü inancıyla. Hamile kızın (kimine göre çocuğun) annesi, elindeki "Kitabı Mukaddes"i ikinci katın kapısının hemen yanında duran bambu sandalyeye koyuyor. Sonra odaya giriyor.

Odaya şöyle bir göz gezdiriyor. Üstünde pamuklu bir gecelik ve ayağında uzun çoraplarıyla muayene masasında bir sağa bir sola debelenen, “Aman Tanrım, Aman Tanrım!” diye inleyen kızını hemen tanıyor. Bu sırada muayene masasının her iki yanından tuhaf kaldıraçlar gibi çıkan boş, metal ayaklıklar dikkatini çekiyor. Kızının inlemelerini duyuyor ama gözleri, bütün o bitkinliği ve endişesi içinde, insanın içini donduran metalik parıltısıyla, kızının çektiği acılara izin verir gibi duran ayaklıklara takılıp kalıyor.

Ah tatlım! Dili damağına yapışmış dul kadın kapının eşiğinde dikilip duruyor. Sesi öyle cılız çıkıyor ki, sevecen sözleri havada kaybolup gidiyor. Kızı, annesinin geldiğinden bihaber, parıldayan ayaklıkların arasında elleri ve dizlerinin üzerinde sallanıyor. Duvara karşı durmuş, kalbi hızlı hızlı çarparken, bir yandan da yüzündeki teri döşeğe siliyor. Güçlükle nefes alan kız, harap ve bitap halde yana doğru yuvarlanırken, şişkin göbeği ince geceliğinin içinden bir perçin başı gibi çıkıyor. Bu sırada muayene masasının karşısında, doğum yapmakta olan kızdan çok daha büyük olmayan, kamburu çıkmış bir hemşire yardımcısı kendi yanağına dökülen bir tutam saçı kulağının arkasına atıyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.