Saflığın Çekiciliği

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Tarihi macera romanlarının usta kalemi Pérez-Reverte, on yedinci yüzyıl İspanya’sında geçen Saflığın Çekiciliği’nde okuru yine heyecan dolu bir maceraya sürüklüyor. Flandr’daki birliğine dönmeye hazırlanan Komutan Alatriste kendini arkadaşı Don Francisco de Quevedo’yla birlikte tehlikeli bir maceranın içinde bulur. Bir kadın, San Gines Kilisesi’nin yanında, bir tahtırevan içinde boğulmuş olarak bulunur. Kucağında bir kese para ve bir not vardır. Kızı manastıra kapatılan umutsuz bir baba, kızını kurtarması için Komutan Alatriste’den yardım istediğinde tahtırevan muamması daha da karmaşık hale gelecektir. Komutan Alatriste dostlarının hayatının tehlikede olduğunu görecek, bir yandan tekrar ortaya çıkan eski düşmanlarıyla başetmeye çalışırken bir yandan da bu iki muammanın ördüğü iktidar, inanç ve ölüm ağını keşfedecektir.

O gün Plaza Mayor’da boğa güreşi vardı; ancak zaptiye teğmen Martín Saldaña’nın keyfi yerinde değildi. San Ginés Kilisesi’nin hemen önündeki bir tahtırevanın içinde, boğularak öldürülmüş bir kadın cesedi bulunmuştu. Parmaklarının arasında tuttuğu cüzdanda 50 esküdo ve üzerinde “Ruhuna adanacak ayinler için” yazan imzasız bir not vardı.
Cesedi, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kilisenin yolunu tutmuş olan dindar bir kadın bulmuştu. Kadın durumu kilise hademesine, hademe kilise papazına, kilise papazı da aceleye getirilmiş bir günah çıkarma ayini sonrası adli makamlara bildirmişti. Zaptiye teğmen Plaza San Ginés’teki olay yerine vardığında, komşular ve çevredeki meraklı halk çoktan tahtırevanın etrafına toplanmışlardı. Kısa bir süre sonra kalabalık öyle bir artmıştı ki, sulh hâkimi ve kâtip zabıt tutarlar ve Martín Saldaña cesedi merakla incelerken, halkı uzak tutabilmek için bir kordon oluşturmak zorunlu hale gelmişti.
Saldaña işini epey ağırdan alıyordu; harcayacak çok zamanı var gibiydi. Bu belki de “eski bir asker” olmasından kaynaklanıyordu –bugünkü eşi (en azından söylenene göre) ona bu işi ayarlamadan önce Saldaña Flandr’da askerlik yapıyordu. Her halükârda, zaptiye teğmen sorumluluklarını o kadar yavaş yerine getiriyordu ki, bilindik bir yergi şairi –yetenekli olduğu kadar zengin de olan Ruiz Villaseca– onu bir şiirinde “kağnı” olarak betimlemişti. Bu, onun işleri yürütürken kapıldığı uyuşukluğa yapılmış açık bir göndermeydi.
Öyle ya da böyle, Martín Saldaña bazı konularda gerçekten de fazlaca ağırkanlı olsa bile iş her biri bir nalbant dükkânından gelen sesler gibi çınlayan kılıcını, hançerini ya da kemerinde her daim ağzına kadar dolu duran tabancalarını kullanmaya geldiğinde değişirdi. Yazdığı şiirin Madrid’in en ünlü dedikodu mekânı olan San Felipe’de toplanan işsiz güçsüzlerin diline düşmesinin üzerinden henüz üç gün geçmişken, Villaseca sırtına açılmış üç delikle evinin kapısının önünde yatıyordu. Eski yeteneğini kaybeden Villaseca artık Araf’tan, Cehennem’den ya da Şeytan’ın cirit attığı herhangi bir yerden şefin çevikliğine tanıklık edebilirdi.
Gelgelelim şefin kadının cesedini yavaş ve özenli bir şekilde incelemesi neredeyse hiçbir sonuç vermedi. Ölen kadın kırklı yaşlardan çok ellili yaşlarına yakın gibiydi ve üzerinde ona bir mürebbiye ya da bir hanımefendinin refakatçisi görünümünü veren siyah bir yün tunik ve keten bir atkı vardı. Cüzdanında bir tespih, bir anahtar ve Virgen de Atocha’nın buruşmuş bir resmi bulunuyordu. Boynunda ucunda Santa Agueda’nın madalyası olan altın bir kolye asılıydı. Yüz hatlarından, gençliğinde hiç de çirkin bir kız olmadığı anlaşılıyordu. Boğazını sıkmaya devam eden ipek bağcık ve yüzüne ölü ifadesi veren açık ağzı dışında, vücudunda şiddet gördüğüne dair herhangi bir belirti yoktu. Şef, renginden ve katılığından, onun bir önceki gece tahtırevanda boğularak kilisenin önüne taşındığına karar verdi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.