Robinson Crusoe (küçük boy)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Kitap, İngiltere'de yaşayan orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Kreutzner'in dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar sırasında, seyahat ettiği gemi batınca ıssız bir adada 28 yıl tek başına yaşamak zorunda kalır.  Sonradan eklenen ve Robinson Crusoe'nun Yeni Serüvenleri adı verilen ikinci kitapta, Robinson döner. Burada bir süre kaldıktan sonra yine denize açılır. Madagaskar'dan, Çin’e Rusya’ya geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda ticaret yapar ve kendi kültürünü bu ülkelerinkiyle karşılaştırır.  Kitapta dürüstlük, cesaret, özveri, yaratıcılık, dayanışma ve serüven duygusu gibi kavramlar işlenmekte. Akşit Göktürk’ün titiz çevirisiyle tam metin ve tek cilt halinde yayımlanan Robinson Crusoe’nun yeni baskısı, Grandville’in illüstrasyonları ve özenli bir baskıyla sunuluyor.

Dünyada tek bir adamın serüvenlerinin yayımlanmaya değer bir öyküsü varsa, yayımcıya göre, elinizdeki anlatıdır bu tek öykü.

Bu adamın yaşamındaki olağanüstülükler (yayımcıya göre) gerçekte rastlanabilecek her şeyin ötesindedir; tek bir kişinin yaşamının da daha geniş ölçüde dalgalanmalar geçirmesi olanaksızdır.

Bu öykü alçakgönüllülükle, ağırbaşlılıkla, olayların, bilge kişilerin her zaman gözettikleri dinsel bir yorumuyla, bu örnekten başkalarının ders alabileceği biçimde, ne olursa olsun her değişik olayda da Ulu Tanrı ’nın eşsiz bilgeliği doğrulanıp yüceltilerek anlatılmıştır.

Yayımcı bu öykünün düpedüz gerçekleri aktardığı inancındadır. Uydurma izlenimi verecek hiçbir şey yoktur burada: Uydurmadır diyen varsa –böyle şeyler söyleniyor çünkü–, okurun eğlendirilmesi ya da eğitilmesi yönünden, bununla yitirilen hiçbir şey olmayacaktır. Bundan dolayı yayımcı, bu öyküyü yayımlamakla dünyaya büyük bir hizmette bulunduğu kanısındadır.

1632 yılında, York kentinde, iyi bir ana babadan doğdum. Ailem oralı değildi. Babam, ilkin Hull’da yerleşmiş Bremenli bir yabancıydı. Alım satımla büyük bir kazanç sağlamış, sonra işini bırakarak York’da yerleşmiş, o çevrenin en iyi ailelerinden Robinsonların kızı olan annemle evlenmişti. Bana da Robinson Kreutznaer adını vermişlerdi böylece; ama İngiltere’deki, sözcükleri bozma alışkanlığından dolayı, herkes Crusoe diye anmaya başlamıştı bizi; kendimiz bile adımıza Crusoe diyor, öyle yazıyor, arkadaşlarım da beni bu adla çağırıyorlardı.

İki ağabeyim vardı. Bunlardan biri, Flander’da, önceleri ünlü Albay Lockhart’ın komutasında olan bir piyade alayında yarbayken, İspanyollara karşı Dunkirk savaşında ölmüştü. İkinci kardeşimle ilgili bilgim, hiçbir zaman, babamla annemin sonradan benim başıma gelenler konusundaki bilgisini geçmedi.

Ailenin üçüncü oğlu olduğum, hiçbir iş öğrenemediğim için, kafam erken yaşta ipsiz sapsız düşüncelerle dolup taşmaya başlamıştı. Çok yaşlı olan babam, beni evde elinden geldiğince yetiştirmiş, bölgemizdeki okulların verebileceği ölçüde bir bilgiyle donatmış, hukukçu olmamı tasarlamıştı. Ama benim başlıca özlemim denizlerde dolaşmaktı, bu özlem beni babamın isteklerine, daha doğrusu buyruklarına, annemin, öteki arkadaşlarımın yalvarmalarına, öğütlerine öyle büyük bir kesinlikle karşı koymaya itiyordu ki, beni düpedüz ilerde başıma gelecek sıkıntıların içine atan bu özlem, alınyazımdaki bir uğursuzluktu sanki.

Bilgili, ölçülü bir adam olan babam, benim bu tasarımı sezerek çok güzel, ağırbaşlı uyarmalar yaptı. Bir sabah, çekmekte olduğu damla hastalığından dolayı hiç çıkamadığı odasına çağırarak bu konuda candan öğütler verdi. Kolayca iş alanına atılarak daha da varlıklı bir kimse olabilecek, rahat, mutlu bir yaşayışa erişebilecek durumdayken, baba evini, öz yurdumu bırakmamın, başıboş dolaşma isteğinden başka ne gibi bir nedeni olabileceğini sordu. Böyle bir şeyin ya hiçbir çıkar yolu olmayan umutsuz kimselere ya da herkesçe tutulan yol dışında, birtakım işlere girişerek yükselmek, zengin olmak, ün kazanmak için yabancı ülkelerde serüven arayan, alınyazısı ardında sürüklenen kimselere yaraşabileceğini; benim durumumun bambaşka olduğunu, gerçekte bu iki durumun ortasında bulunduğumu; aşağı tabaka yaşayışının en üstünde yer alan bu orta durumun, kendi uzun deneyimlerine göre, insan mutluluğuna en elverişli bütün güçlüklerden, gövdece çekilecek sıkıntılardan, ezici yorgunluktan, yüksek tabakanın kibirinden, tantanasından, açgözlülüğünden uzak bir durum olduğunu, kıskançlık da uyandırmayacağını söyledi. Kralların bile, büyük işler için dünyaya gelmiş olmaktan dolayı çoğunlukla acı acı yakındıklarını; bu iki durumun, Aşağılık ile Büyüklük’ün ortasında bulunmayı özlediklerini; orta durumun herkesin imrendiği bir şey olduğunu düşünürsem, böyle bir yaşayıştaki mutluluğu anlayabileceğimi; yoksulluktan da zenginlikten de korunmak için yakaran bilge kişilerin de bunun şaşmaz bir mutluluk ölçüsü olduğuna inandıklarını söyledi.

Yaşamanın sıkıntılarının da aşağı tabakadakilerle yüksek tabakadakiler arasında bulunduğunu, en az sıkıntıya orta yaşayışta rastlanacağını, orta tabakanın hem aşağıdakiler hem de yukarıdakiler arasında göze çarpan bir sürü kötülükten uzak olduğunu; orta bir yaşayış süren insanların, hem soysuz bir yaşayıştaki tantanadan, aşırılıklardan, hem ezici yorgunluktan, darlıktan hem de güçlüklere yol açan, doğru düzgün ya da yeter ölçüde yiyecek bulma sıkıntısından uzak yaşadıklarını; bütün bunların, bu iki tabakanın sürdüğü yaşayışın doğal bir sonucu olduğunu; orta yaşayışın, her türlü erdemi her türlü sevinci sağlayabilecek bir nitelik taşıdığını; barış ile bolluğun, ılımlılığın, ölçülülüğün, erincin, sağlığın, toplum bağlarının, bütün güzel eğlencelerin, özlenen sevinçlerin orta tabaka yaşayışına bağışlanmış şeyler olduğunu; böyle bir yaşayışla insanın, kafaca ya da gövdece, büyük yükler altında ezilmeden, bir lokma ekmek uğruna köle gibi satılmadan, ruhunu esenlikten gövdesini de rahatlıktan yoksun kılan dolambaçlı olayların ağına düşmeden, dünyadan sessizce, başı bile ağrımadan gelip geçebileceğini; böylece kendini, kıskançlık duygusuyla büyük şeyler elde etmek için, gizli, yakıcı tutkularla yiyip tüketmeyeceğini, tam tersine dünyanın bütün tadlarından payını alarak hiçbir acı duymadan, mutluluk duygusu içinde, her geçen günün yaşantısıyla bu mutluluğu biraz daha anlayarak gül gibi yaşayıp gideceğini, söyledi.

Sonra beni, ağırbaşlı, sevgi dolu bir yolda daha da sıkıştırarak çocukluk etmememi, içinde bulunduğum yaşayışın özelliği ile durumu gereği karşılaşabileceğim sıkıntılara kendimi atmamamı; ekmeğimi aramak zorunda olmadığımı; benim için birçok şey yapabileceğini, az önce öğütlediği yaşayışa uygun bir biçimde başlayabilmem için, elinden geleni esirgemeyeceğini; bütün bunlardan sonra da mutluluğa rahata erişemezsem, bunda ancak alınyazımın ya da kendi yanlış davranışlarımın payı olacağını, kendisinin sorumlu sayılamayacağını; bana kötülüğü dokunacak şeylere karşı beni uyarmakla görevini yapmış olduğunu; kısacası, sözünü dinler de evde kalırsam, benim için çok iyi şeyler yapacağını, yabancı ülkelere gidiş kararımı olumlu karşılayarak ya da destekleyerek sonradan başıma gelecek uğursuzluktan sorumlu olmak istemediğini söyledi. Son söz olarak da, büyük kardeşimi göz önüne getirmemi, zamanında ona da Felemenk savaşlarına gitmemesi için aynı öğütleri verdiğini, ama bu çılgınca adımı atarsam, Tanrı’nın benden bağış esirgeyeceğini söylemek zorunda olduğunu, ilerde hiç kimsenin bana yardım elini uzatamayacağı bir zamanda, kendisinin bu öğütlerini anımsayarak yakınacağımı söyleyerek sözlerini bitirdi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.