Postu Modern Kızıl Tilki

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

"Kanımca hem kendi başlarına metinler hem de onlardan meydana gelmiş bu kitap şişkin bir egonun, daha doğrusu şişkin iki egonun, kendi kendilerini ya da birbirlerini okşamasından daha fazlası değil.

Metinlerde yer yer benim adımın da geçiyor olmasının ve üşenmeden buraya bir önsöz yazmış olmamın metinlere bir sahicilik havası vermesinden korkarım. Kitap tümüyle uydurma. Anlatılanların hiçbiri gerçek değil. Kimi isimler ve/veya olaylar gerçek hayatla şöyle ya da böyle benzeşiyor ya da örtüşüyorsa bu sadece sizin inanmaya her daim hazır olan kalbinizin bir yanılsama an'ıdır; o kadar."

Postu Modern Kızıl Tilki

Hakan Toker

altzine*, sayı 15, Haziran 1999

tilki, Carnivora (etçiller) takımının Canidae (köpekgiller) familyasından çeşitli yırtıcı memeli türlerinin ortak adı. Tilkiler taksonomik olarak sınırları kesin biçimde belirlenmiş bir grup oluşturmaz. (...) İçlerinden en tanınmış ve en yaygın tür (...) bayağı tilki ya da kızıl tilkidir (Vulpes vulpes). (...) Tilki kendi avlamadığı hayvanların leşlerini de yer. (...) Tilkiler in olarak genellikle başka hayvanlar tarafından kazılmış oyukları genişleterek kullanır. (...) Bayağı tilkinin doğal düşmanı pek yoktur. En büyük düşmanı, postu için ve spor amacıyla tilki avlayan insandır. (...) Bayağı tilki Türkiye'nin her bölgesinde uygun yaşama ortamlarında bulunur (...)

Konumuz metnin başlığı ve başlığın hemen altındaki alıntı nedeniyle kolaylıkla yanlış anlaşılabileceği gibi postmodernizm. Postmodern bir eda ile incelemek üzere iki metin seçtim. İncelemek dediğim, lafın gelişi. Önünde sonunda her inceleme bir yöntem gereksinecektir; ve her bir yöntem, sonuç olarak, modernist bir tavır almak durumundadır. Hattâ sadece tavır almak durumundadır ki bu da onu modernist yapmaya yeter de artar bile. Dahası, kullanageldiğimiz dil, zaten, başlı başına modernist bir tavır içerir. O halde burada yapmaya başladığımıza --biz, diyorum, çünkü metni birlikte kotarmamız gerekiyor, postmodern olmak adına-- inceleme adını vermek, daha işin başında kendi kazdığımız kuyuya düşmek olacaktır; bu da dışarıdan epeyce komik görünebilir. Unutmayalım ki bize katılmayanlar çoğunlukta. Henüz yalnızca birkaç kürek darbesi vurmuş ve en fazla 15 santimetre kadar kazmışken toprağı, her iki saftan da --modernistler ve modernist postmodernistler-- bir sürü çatık kaşlı seyirci topladık. Ne kadar derin kazarsak o kadar derin bir kuyuya düşer, seyircilerimizi de bir o kadar keyiflendiririz.

İlk metin bir roman. Posa, ki bundan böyle onu anarken sadece P yazacağım, yazıldığı ve tasarlandığı kadarı ile postmodern öğeler taşıyor. Ayrıca tamamlanmamış olması, henüz tezgâhta olması onu bizim emellerimiz için biçilmiş kaftan yapıyor tabiî ki. İkinci metin ise, aramızda tahmin edenler olmuştur, yazılmakta olan bu metin. B olarak analım onu da. B de P gibi postmodern öğeler taşıyan ve henüz tamamlanmamış bir metin. Her ikisinin de yazarı benim parmaklarımı (benim bilgisayarımı, benim beynimi, benim zamanımı vs) kullanmakta olsa da ben temsilî bir yazarım. Modernizm henüz emeklerken, onun söz konusu iki metnin arkasında duracak tek bir kişi talebini "anonim" imzası ile alaşağı edemem. Alçaklık olur bu. Alçaklıktan söz açılmışken: Nietzsche alçaktı ama farkında değildi. Biz farkındayız. O halde, izninizle, yazının sonuna kendi imzamı koyacağım: Hakan Toker.

Burada, bu ağırbaşlı görünmeye çalışan derginin sayfalarında kaypak bir metni katetmeye çalışmakta oluşumuzun biri tarihsel, biri de güncel iki nedeni var. Tarihsel olan Boris Vian adındaki herifin yazdığı Pekin'de Sonbahar adlı roman. Güncel olan ise kızıl saçlı bir kız.

"Postmodernizm bugünün çok ilerisinde bir özgür düşünce istiyor. Bırakın aklın egemenliği yüzünden artık özgür olamadığımızı, din payandasını çeksek paramparça olacak bir dünyada yaşıyoruz. Akıl inancı yenmeli ki onu inanç olmaktan çıkarabilelim. İlk hedefimiz bu olmalı," diyor kızıl saçlı kız. Ekliyor: "Sen zaten beni hayatının üst anlatısı yapmaya teşne bir herifsin. Nasıl olur da utanmadan ara ara ayağa kalkıp postmodernizmden dem vurabilirsin!"

Derin bir "off" çekiyorum...

Deniz beni yatıştırır belki; gözlerimi kapayıp kokuya yöneliyorum. Limanda karşıma Hayalet Gemi çıkıyor. Luce Irigaray ay ışığıyla kendisinin arasına gemiyi demirletmiş, rıhtımda bir babaya sırtını vererek yere oturmuş kendi kendine konuşuyor. Ona böyle şasılası anlar için montumun sol üst göğüs cebinde taşıdığım filtresiz Camel'dan uzatıyorum bir tane. Filtrelisinden bir taneyi de kendim yakıp yere, tam karşısına, iki metre uzağına oturup söylediklerini kaydetmeye başlıyorum. Etrafımızda uçuşan erkek sinek bulutundan hiç rahatsız olmuyormuşçasına mırıl mırıl konuşuyor. İşime gelen sözlerini akıl defterime kaydediyorum. Gerektikçe kullanmak üzere. Mesela diyor ki: "Oysa kadının neredeyse her yerinde cinsel organları vardır. Aşağı yukarı her yerinden doyuma ulaşır."2 Bunun mitolojik bir söylem olduğunu iddia ediyor kızıl saçlı kız. Yanıldığını söylüyorum. "Senin bedenin bile tek merkezi kabul etmezken, ben bu merkeziyetçi organıma rağmen bu metne soyunmuşsam ne kazanmayı hedefliyor olabilirim ki?" diyorum. Luce sigarasından son bir nefes çekip onu yere bastırarak söndürüyor ve zarif bir fiskeyle üzerime fırlatıyor.

Ayrılırken limanın girişinde küçük bir tabelaya rastlıyorum: "DİŞİ limanını memnun terk ettiğinizi ummaktayız. Yine bekleriz." Böyle durumlar için montumun sağ üst cebinden eksik etmediğim siyah mürekkep şişesine sağ elimin işaret parmağını daldırıp ilk kelimenin başına e ve r harflerini ekleyerek onu dört harfli bir kelime olmaktan çıkarıp altı harfli bir kelime haline getiriyorum. Ama kızıl saçlı kız bu ender bulunur zekâ pırıltısına omuz bile silkmiyor. Yürüyüp gidiyorum taşlarımı ona bırakıp.

Seyircilerden biri laf atıp beni neşelendiriyor. Ona göre B ve P aslında BP'yi, yani British Petroleum'u okurun bilinçaltına işlemek için kullanılmaktaymış. Yanıtım yıllardır hazır: "Haklısınız," diyorum ciddi bir tavır takınarak, "zaten bunu ilk yapan da ben değilim. Anlamışsınızdır; EB Encyclopeadia Britannica, FT ise Financial Times demek aslında." Neyse ki kimse anlamıyor. Ne olur ne olmaz: Kalın kafaları iyice bulandırmak için Keats'ten birkaç dize eşliğinde yoluma devam ediyorum:

Ağrıyor kalbim, mahmur bir hissizlik aklıma
Acı veriyor, sanki baldıran zehri içtim,
Kasvetli bir ecza zerkettim damarlarıma
Bir dakika geçmiş, Lethe'ye batmış gibiyim:
Çok mesut oluşunu kıskanmaktan değil de,
Görmekle pek mesut olmaktan saadetini,-
Sen ki, narin kanatlı perisi ağaçların,
Ahenkli bir öyküde
Sayısız gölgeyle kayınların yeşilini,
Şakırsın yaz şarkısını pür huzur gerdanın.

Anlamdan birazcık (yani epeyce) fedakârlık ettim ama sanırım böylesi daha etkileyici oldu. Kızıl saçlı kız şimdiden şaşkın (seyirciler çoktan knock-out, kendi silahlarıyla vuruldular); bir yerden şiirin aslını bulacak daha da şaşıracak; uyaklara, hece sayılarına dikkat etmesi belki yıllar alacak ama fark etse zaten karşısında başka bir dize bulacak:

Konuşmamayı yeğler, hem her şeyi yarım bırakırım.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.