Pollyanna

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Ailesini kaybedince huysuz, aksi teyzesinin yanına taşınan Pollyanna Whittier, yeni tanıştığı insanlara babasıyla oynadıkları “sevinme oyunu”nu öğreterek iyimserliğini herkese bulaştırmayı başarır. Sadece onu yanına alan aksi teyzesinin kabuğunu aşamaz. Pollyanna’nın, teyzesinin yıllar önce kırılmış kalbine ulaşıp onunla da sevinme oyunu oynayabilmek için acaba neler yapması gerekecektir?

Her olayda olumlu bir yön bulmayı bilen küçük Pollyanna’nın dillere destan iyimserliği, artık adıyla anılıyor. “Pollyannacılık”,  şartlar ne olursa olsun sevinilecek bir şeyler bulabilmeyi anlatıyor.
1913’te yazıldığından beri büyük ilgi gören, defalarca filme çekilen, devam kitapları yazılan, Amerika’da kurulan “Sevinme Kulüpleri” ile günlük hayata karışan bu ölümsüz öyküyü Ülkü Tamer’in çevirisiyle sunuyoruz.

Bir süre sonra, Pollyanna’nın ertesi gün, 25 Haziran saat dörtte Beldingsville’de olacağını bildiren telgraf geldi. Bayan Polly, telgrafı okudu, kaşlarını çattı; sonra yukarıya, tavan arasındaki odaya çıktı. Ortalığa göz gezdirirken hâlâ çatıktı kaşları.
Odada, tertemiz yapılmış küçük bir yatak, dik arkalıklı iki iskemle, bir dolap, bir de ufacık yazı masası vardı. Pencerelerde perde, duvarlarda da resim yoktu. Dama vuran güneş, küçük odayı fırın gibi yapıyordu. Sineklik olmadığı için kapalıydı pencereler. Kocaman bir sinek dışarı çıkabilmek için, pencerelerden birinde öfkeyle vızıldayarak kayıp duruyordu.
Bayan Polly sineği öldürdü, pencereyi bir parmak kadar kaldırarak hayvancağızı dışarı attı, iskemlelerden birini düzeltti, yine kaşlarını çattı, odadan çıktı.
Birkaç dakika sonra mutfak kapısındaydı. “Nancy” dedi, “yukarıda, Bayan Pollyanna’nın odasında bir sinek gördüm. Pencere bir ara açılmış olmalı. Sineklik ısmarladım, ama takılıncaya kadar pencerelerin hep kapalı olmasına dikkat et. Yeğenim yarın saat dörtte geliyor. İstasyonda onu karşılamanı istiyorum. Timothy seni açık arabayla götürür. Telgrafta, ‘sarı saçlı, kırmızı kareli basma bir elbise giyen, başında da hasır bir şapka olan bir kız,’ diyor. Bundan başka bir şey bilmiyorum ben de; ama bu kadarı da yeter; bulursun.”
“Evet, efendim; ya – siz –”
Bayan Polly, Nancy’nin ne demek istediğini anladı, kaşlarını çatıp sert bir sesle, “Hayır, ben gitmeyeceğim,” dedi. “Gitmem de gerekmiyor zaten. Hepsi bu kadar.” Sonra dönüp gitti – Bayan Polly’nin yeğeni Pollyanna için yaptığı hazırlıklar tamamlanmıştı.
Nancy, elindeki ütüyü, mutfakta ütülemekte olduğu bulaşık bezine hırsla bastırdı.
“Sarı saçlı, kırmızı basma elbiseli, hasır şapkalıymış – ne de çok şey biliyor! Ben olsam utanırım, biricik yeğenim dünyanın ta öteki ucundan kalkıp gelecek de ben başka şey bilmeyeceğim, olacak iş mi!”
Ertesi gün öğleden sonra, saat dörde yirmi kala, Timothy ile Nancy, üstü açık arabaya binip konuklarını karşılamak için yola koyuldular. Tom Baba’nın oğluydu Timothy. Kasabada, “Tom Baba, Bayan Polly’nin sağ koluysa, Timothy de sol koludur,” derlerdi bazen.
İyi huylu bir çocuktu Timothy, yakışıklıydı da. Nancy geleli çok olmamıştı ama birbirlerine candan dostça bağlanmışlardı. O gün, Nancy her zamanki gibi gevezelik etmedi pek, görevini düşündü boyuna; ağızlarını bile açmadan istasyona girip arabadan indiler.
Nancy durmadan aklından geçiriyordu: “Sarı saçlı, kırmızı basma elbiseli, hasır şapkalı.” Pollyanna’nın nasıl bir çocuk olduğunu da çok merak ediyordu.
Timothy’ye, “Bari sessiz, aklı başında bir çocuk olsa, yerlere bıçak düşürmese, kapıları çarpmasa,” dedi.
Timothy sırıttı. “Eğer öyle bir çocuk değilse, hepimizin çekeceği var. Bayan Polly’yi gürültücü bir çocuğun yanında düşünsene! Hah! Düdüğünü duydun mu trenin?”
“Ne vardı beni buraya gönderecek?” diye kekeledi Nancy, korkmuştu birdenbire; küçük istasyona inecek bütün yolcuları görebileceği bir yere koştu.
Çok geçmeden Nancy gördü onu – kırmızı kareli bir elbise giymiş incecik bir kızdı, saman sarısı saçları, kalın iki örgü halinde sırtına iniyordu. Hasır şapkasının altındaki meraklı, çilli, küçücük yüzü bir sağa bir sola dönüyordu; besbelli birini aramaktaydı.
Nancy bir bakışta tanıdı onu, ama nedense dizleri titriyordu, yanına gidemedi. Sonunda gittiği zaman, küçük kız bir başına kalmıştı ortalıkta.
“Siz” dedi Nancy, “siz Bayan – Pollyanna mısınız?” Ansızın, kırmızı kareli basmayla örtülü iki kol, boynuna sarılıverdi.

Tatlı bir ses, “Öyle sevindim ki,” diye çınladı kulağında. “Öyle mutluyum, öyle mutluyum, öyle MUTLUYUM ki şimdi! Evet, Pollyanna’yım ben, karşılamaya geldiğinize ne kadar sevindim, bilemezsiniz. Çok istiyordum gelmenizi.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.