Ortadirek / Dağın Öte Yüzü 1

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikâyelerini örer. "Dağın Öte Yüzü" üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli hikâyesidir.

Üçlünün ilk kitabı "Ortadirek"te uzun ve zorlu yolda yürüyenler anlatılır. Bir çile yürüyüşüdür bu; varacakları yerde onları sadece ayakta kalmak mücadelesi bekliyor olsa da, her yürüyüş bir umuttur. Pamuklar toplanmadan Çukurova’ya ulaşmak, çileye ve umuda da ulaşmaktır.

“Türk romancısı Yaşar Kemal’in "Ortadirek" romanı edebiyatın büyük insan manzaralarından biridir. Bu roman aslında "Savaş ve Barış" ve "Moby Dick" boyutlarında bir yapıttır.”
Michel Cournot, "Le Monde", (Fransa)

“Buna dikkat çekici bir eser değil, bir şaheser demek daha doğru olur.”
Bulletin Critique du Livre Français, (Fransa)

“Yaşar Kemal’in romanı Tolstoy’un çapına ve Dickens’ın canlılığına sahiptir.”
Lena Jeger, "Manchester Guardian", (İngiltere)

“Sofokles’in trajedilerini besleyen o çok görmüş geçirmiş yaşlıların deneylerle dolu sesidir bu. Anadolu’nun sesi.”
Ceyhun Atuf Kansu, "Varlık"

“Bugüne kadar okuduğum en mükemmel Türk romanıdır "Ortadirek".”
Fethi Naci, Bir Romancı: Yaşar Kemal

“Döngele geldi kapıya dayandı. Al götür döngeleyi.”

“Yok,” dedi kendi kendine, “yok. Bu döngele şaşkın döngele. Çukurovada pamuğun açmasına daha çok var. Bu yıl döngelelerin kökünde bir şey var. Köklerini kurt yemesin zıkkımların? Sıçan yemesin? Kopup kopup geliyorlar.”

Evin günden yanına oturmuş, ayaklarını upuzun uzatmış, sırtını da duvara vermişti. Yorgundu, bitkindi. Öfkeleniyordu. Zayıflamış, bitmiş, yerinden kıpırdanamayacak bir haldeydi. Sararmış, kırış kırış olmuş, uzamış yüzünde, alnında çöreklenmiş bir acı okunuyordu. Uzun, ak, kirlenmiş sakalı göğsüne düşmüş ta aşağılara kadar uzamıştı. Püskül püskül, kırçıl kaşları küçücük yeşil, kenarları kızarmış gözlerinin üstüne dökülüyordu. Sakaldan bıyıktan da ağzı zor gözüküyordu. Başı da dümdüzdü. Bir tek kıl bile yoktu. Kemikleri sayılan, kapkara, yarık yarık, tırnakları uzun sarı ayakları kocaman, yalındı. El dokuması pamuk şalvarı yamadan gözükmüyordu. Mintanı da öyle.

Elinin oralarda bir oğlak dolaşıyordu. Ötede bir de kurk tavuk vardı. Kıyameti koparıyordu. Ardında yumak yumak, yumuşak, elinde tutsan dağılıverecekmiş gibi duran bir top sarı tüy gibi, toza belenen civcivleriyle oradan oraya koşuyordu. Hoca Halil dünyada en çok yumurtadan yeni çıkmış sarı sarı, yumuşacık, güneşe toprağa alışma gayretinde olan civcivleri seyretmeyi severdi. Arada bir tavuğun gürültüsüne başını kaldırıyor: “Vay ocağın bata vay! Ne de çok bağırıyor,” diye söyleniyor, sonra başını geri indirip, çenesini göğsüne dayıyordu.

Döngele de gelse kapıya otursa, Çukurovada da pamuk açsa, dünya, yazı yaban apak kesilse bu yıl dizlerimde derman yok. Ben bu yıl bu hal ilen Çukura inemem. İnemem Halil, inemem.

İkindiyi geçe doğruldu. Ama zorla.

Gelinini çağırdı:
“Kız, bir kaşık su. Kız soyka kalası.”

Çağırdı çağırdı içerden bir ses gelmedi.
“Bir kaşık su veren de yok. Adam kocayacağına ölsün.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.