Olasılık Dışındaki

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

II. Dünya Savaşı sonrası Fransız şiirinin en tanınmış ismi Yves Bonnefoy bugün 80 yaşında. Türk okurunun son on yılda yeni yeni tanımaya başladığı bu büyük ozan, şiirleri dışında da sanat, dil, kavram, varlık, zaman gibi konular üstüne denemeleriyle XX. yüzyılın ikinci yarısına ve içinde bulunduğumuz zamana damgasını vurdu. Yaşamının sonuna dek her zaman savunduğu bu dünyadaki “ozanca barınış”ı koruyacak gibi görünüyor. Olasılık Dışındaki, Bonnefoy’nın ilk olarak 1959’da yayımladığı, sonradan üstünde birçok kez değişiklikler yaptığı denemelerden oluşuyor. Elinizde tuttuğunuz çeviriye Olasılık Dışındaki’nin 1993’te yapılan son baskısı temel alındı. Bonnefoy’nın kavram olarak ölüme kaya gibi bir eleştiri getirdiği “Ravenna Mezarları” denemesiyle açılan kitap, varlığın biricik kurtuluşunu arıyor sayfalar ilerledikçe, daha da derinlerde. Çağdaş ozan, “vahşi, hatasız ve en büyük şair” olarak nitelediği Baudelaire’e sesleniyor; Valéry’ye biraz ters bakıyor; Balthus’ün, Quattrocento’nun resmini inceliyor; gerçek şiirin yerini ve edimini sorguluyor. Yves Bonnefoy okuru “şu geçen bulutlar” üstünde bir yolculuğa davet ediyor. Kapak Fotoğrafı: Ravenna Lahitleri, Enis Batur

Ravenna Mezarları I Nice felsefe ölüm konusuna açıklık getirmek istemiştir ama bir tek felsefe tanımıyorum ki mezarları ele almış olsun. Varlığı sorgulayıp da taşı pek az sorgulayan zihin, bu taşlara sırt çevirerek onları ikinci bir kez unutuşa terk etmiştir. Oysa Mısır’dan Ravenna’ya ve bizlere dek büyük ölçüde kesintisiz süregelen bir gömme ilkesi vardır insanlarda. Koca uygarlıklarda bir gömme yetkinliği vardır, yetkin olan her şey de tin karşısındaki yerini hakkıyla alır. Mezar neden gözüpek geçinen ölüm felsefelerinin delemediği böylesi bir sessizlikte bırakılmıştır? Takibi sürdürmek bu kadar mantıklıyken ve kaygılarımızı karşılayabilecekken durmayı kabul eden bir düşüncenin geçerli olabileceğinden kuşkuluyum. Hic est locus patriae, der bir Romen mezar yazıtı. Sınırlarını çizen toprak olmadan bir yurt nedir ve bu toprağın hesaba katılmaması şart mıdır? Şurası kesin ki kavram, felsefemizin elindeki bu neredeyse tek araç, hangi konuyu ele alırsa alsın, ölümün kökten reddedilişidir. Hep bir kaçıştır, bence bu kesin. Bu dünyada ölündüğü için ve yazgıyı yadsımak için, insan ancak sürekli ve özdeş ilkelerin geçerli olduğu o mantık barınağını kurmuştur kavramlarla. Öyle bir barınak ki sözcüklerden yapılmış, ama bengi. Orada Sokrates çok fazla bunalmadan ölür. Heidegger yine aynı sığınakta derin düşünceye dalar ve eğer onun yazılarında zamanı canlandıran, varlığı yönlendiren o kesin ölüme hayransam da, benimki estetik ya da entelektüel bir benimsemeden öteye geçmez: her şey sonunda çözüme kavuşur çünkü orada. Gerçek nesne olmaktan çıkmış bir düşünce nesnesi, kökensel tedirginliği kuşkulu bir bilgiyle yatıştırarak, ölümü maskeleyen o en karanlık sözcük ezgisini boşunalığa mahkum eder. Yunanlılardan beri düşünüldüğü kadarıyla ölüm, tam da hiçbir şeyin ölmediği bengi bir egemenlik içerisinde öteki idelerle suç ortaklığı yapan bir ideden başka şey değildir. Böyledir bizim hakikatimiz işte: ölümü tanımlamaya kalkışır ama sonuçta onu kaldırıp tanımlanmış olanı koymuştur yerine. Oysa tanımlanmış olan, artık hasar getirilemeyecek bir şeydir; ölüme karşın ve kaba görünüşleri unutmamız koşuluyla, tuhaf bir ölümsüzlük temin eder. Geçici ama yeterli bir ölümsüzlük. Afyon gibi çekilir. Kavrama ne tür bir eleştiri, her şeyden önce nasıl bir ahlaksal eleştiri getirmek istediğimi bu imgeyle şimdiden kestirmeye çalışın. Kavramın bir doğruluğu vardır, onu yargılamaya da kalkışmam. Ama genel olarak kavramın bir yalanı vardır, şeylerin evini terk etmesi için düşünceye sözcüklerin engin gücünü sunan bir yalan. Bir dizgenin uyutuculuğu, aşılanması nedir biliyoruz Hegel’den beri. Tutarlı düşüncenin ötesinde, en küçük kavramın bir kaçışa neden olduğunu saptıyorum. Evet, bir düzen kuran her düşüncede idealizm galip çıkar. Dünyada tehlike altında yaşanacağına dünya baştan yapılsın daha iyi, denir burada alttan alta. Gece içinde gelen bir adımın, bir çığlığın, çalılıklar içinden bir taşın düşmesinin kavramı var mıdır? Ya boş bir evin uyandırdığı izlenimin? Hayır, yoktur; rahatımıza dokunmayanlardan başka hiçbir şey elde tutulmamıştır gerçeklikten. Mezartaşı kavramın yüzleşmediği yasaklı şeylerden midir, kuşkuluyum yine de. Özenle kapatılmış, güneşin her türlü ölüm düşüncesinden arındırdığı çıplak bir taşta tini rahatsız edebilecek ne olabilir? Mezartaşları, üstlerinde yazan ada karşın, yazıtıyla birlikte, daha şimdiden unutuşun başlangıcıdır. Hele çoğu gömütün üstüne bir örtü serilmiş gibiyse, örtü de ölümün yakınlığını daha da hafifletip çarpıtıyorsa. Mezartaşlarının üzerindeki dallar ve yapraklar gibi, fazla yüksek sesleri kendi fısıltısında boğan, varla yok arası bir örtü. O örtüye insan Ravenna’da dokunabilir, zamanın örttüğü en saf ölümlerin üstünde.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.