Okuma Defteri

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

...

Demiralp'in ilk kitabı "Kutup Noktası" (YKY, 1993), Tanpınar'ın "şahsi masal"ını ortaya çıkarma yolunda son derece özgün bir yorum getiren önemli bir çabaydı. "Okuma Defteri"nde ise, edebiyat merkezli kimi kişi ve konuların -"bupulamak", gerçeküstücülük, ruhçözümlemesi, Abdülhak Şinasi, Oğuz Atay, Nietzsche, Camus, Asaf Halet, İsmet Özel, Metin Erksan, Kemal Tahir...- sorgulandığı eleştirel denemeler yer alıyor. "Okuma Defteri", "okuma" biçimimizi şiddetle etkileyecek, belki de değiştirecek bir kitap.

Oldum olası sevmemişimdir "okumayı severim" sözünü. Çünkü okumak bu sözün imlemek istediği gibi masum ve sudan bir eylem değildir. Sevmem okumayı bir "hobi" sayanları. Açıkçası, yaşamı, kişiyi değiştirmeyen okumayı sevmem. Mesai bitiminden sonra yorgunluk gidermek, keyif çatmak için gidilen bir su kenarı değildir okuma. Hangi okumaktan söz ediyorum? Ders, yardımcı ders kitapları, "faydalı eserler", "meslekî eserler" okumaktan değil elbette. Çalıştım böyle kitapları, öğrenciliğimde, mesleğimde. Gelgelelim, okumak, toplumsal çalışma sürecinin, resmî çerçevelerin dışında sürdürülen bir etkinlik oldu hep. Tom Miks, Teksas'ından yazın, düşün kitaplarına dek gönülden yaptığım tek okuma "müfredat" dışında yer aldı. Yanısıra değil dışında. Çünkü gerçekten ayrı bir etkinlikti andığım. Daha ilkokuldayken bile ikiye bölünmüştüm. Bir yanda bana sınıfta belletilenler, öbür yanda kimsenin zorlaması olmaksızın yaptığım okumalar vardı. Ancak, içinde bulunduğum kültür dizgesi de ayrımındaydı bu ayrılığın. Ayrıldeyişle, özleştirmecilik akımı, sadece Türk dilinin yapını, özelliğini ortaya çıkarmaya yönelik bilimsel bir etkinlik değil, Türk kültürünün ulusallaşmasını amaçlayan atılım bir parçasıdır. Cumhuriyet döneminin çağdaşlaşma ülküsü, dil sorununu, zorunlu olarak güncel bir duruma getirmiştir. gün yalnız ozanlar değil, bütün bilim ve sanat dallarındaki uyanık aydınlar, dilimizin öz benliğini bulması için emeklini birleştirmiş durumdadırlar. Ulusallaşma sürecine girmiş bir toplumun dili, ona yabancı kalamazdı. Ancak ozanlarımın, yazarlarımızın bu işe gönül vermedeki önceliklerini gösteren örnekler yakın tarihimizin ilginç olayları arasındadıgene de; basımevinin kurulması, gazeteciliğin, tiyatronun, romanın başlaması, dilde halkleşma akımını özellikle ortayaıkarıyordu. Bu yolda bilinçlenme kolay olmamıştır elbet; dilimiz sorunu, geçirmesi gerekli olan evreleri bir bir yaşayak, Atatürk'ün öncülüğünde yalın, kesin biçimini almıştır. Özetlersek, bu ulusun dili, kendi dili olacaktı; aydınları şka bir dille yazan topluma ulusal bir toplum denemezdi. Oysa karma bir dil olarak nitelediğimiz "Osmanlıca"nın geçerlolduğu uzun dönemde bu ülkenin yazını da, kültürü de bağdaşmaz bir ikilik içinde bulunmuştur. Okumuşların seslendiği d bir yönetici kat içinde Osmanlıca sürüp giderken, halk kendi dili ile kendine yeterli olma çabasına düşmüştür. Birbiri anlamayan bir yöneten-yönetilen ayrılığı içinde ise Türk kültürü gelişme olanaklarından yoksun kalacaktı elbet, halkn kopuk hiç bir kültür yaşama gücünü sürdüremez. Özellikle dil söz konusu oldu mu, halk onun besin kaynağıdır. Bugün b dilimizi yeniden bulduk ve onu çağdaş anlamda güçlendirme olanağına kavuştuksa, bunun başlıca etmeni halkın dildeki yatma gücüdür. Artık yalnızca ozanlarımız, yazarlarımız değil, okul öğrencileri de, geçmişin yazın ürünleri karşısında rup düşündükçe dilde özleşme akımının doğal yandaşları oluyorlar. Bu deneyimin en belirgin örneği de şiir alanında gözmlenir durumdadır. Osmanlıca şiir ile Türkçe şiirin yan yana yaşemez. Dinledikçe ötekini tedirginliği artıyor, ama tıkayamaz kulaklarını. Çünkü kumsaldaki yitik çocuk dönüp seyirciye baktığı, ötekiyle yüzyüze geldikleri an kendini gördü hiç ummadığı bir yerde. Kolkola yürüyorlar şimdi, büyük bir tartışma halinde.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.