Nasıl Bir Çocuk

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Nasıl Bir Çocuk

Her biri için ayrı bir dünya olan Cape Town’da buluşacaklar. Şehir onların kaderlerini birleştirecek...

Díaz: Bir dövmeci. Cortés’in conquistador’larından, beş yüz yaşında! Ölmeden, en iyi bildiği kâğıda, insan derisine, “Meksika’nın fethi”nin bir tarihçesini çıkarmak istiyor.
Luke: Bir gazeteci. “Renkli” bir tecavüz çocuğu. Kimliğindeki boşluğu tutkularıyla kapatıyor: Yemek pişirme, kadınlar ve dövme.
Malibongwe: Şehrin ve yaşamın kenarında doğmuş, amaçsız, ümitsiz bir çocuk. “Siyah” bir tecavüz çocuğu. Ama Luke’un tersine, kimlik sorunlarıyla uğraşacak ne vakti var ne de fırsatı.

Afrika üzerine kitaplar satan tozlu bir dükkânda, tezgâhın arkasında bir kadın oturmaktadır. Soluk derilidir, cildi pürüzsüzdür. Cömert dudakları arasından bir sigara sarkmaktadır. Kısa, gümüş sarısı saçlı, gri gözlüdür. Yüzük ve işaret parmaklarının, özellikle de parmaklarının orta boğumlarının derisi tütünden sararmıştır. Sağ kulağının üst tarafında beş küçük altın küpe vardır. Sanki ona bir şey söylememişim gibi bana sessizce bakar.
Sorunumu anlatırım, yardımını rica ederim.
Ne konuşur ne de duyar; susmaya devam eder. Aramızdaki sessizlik –hatırlatırım, karşılaşalı sadece doksan saniye olmuştur– bana bazı kumsalları anımsatır. Soğuk suların ısırdığı, rüzgârın üzerine seslerini yazdığı nota defteri – uzun, upuzun beyaz kumsalları. Beyazlık gözünüzü yorar; yumuşak, ama törpüleyen bu malzeme üzerinde hiçbir yere doğru yürümekten baldırlarınızın kasları sancır.
Sorunumun ne olduğunu bir kez daha söylerim.
Kadının arkasında tavana kadar binlerce kitap yığılıdır; bu ince uzun kitapçı dükkânında, bu sözcükler gemisinde binlerce kitap uzanıp gitmektedir. Sonsuz bir esneklik ve ferasetle düzenlenmiş milyonlarca, belki de milyarlarca sözcük… Kadın benim varlığımı kaydetmeye başladıkça gözleri büyür; bana odaklanır; gözbebekleri kayda geçer: Gözbebeklerinin büyüdüğünü gördüğüme yemin edebilirim. Sonra, sanki onları bana başarıyla ayarladığında, büyüme durur.
Sigarayı ağzından çıkarır. Sigara eliyle birlikte tezgâhın cam yüzeyine iner; orada, yüzük ve işaret parmakları arasında, müstehcen bir baca olarak tütmeye devam eder. Başparmağındaki gümüş yüzük ışıldar. Ağzı çekicidir: Hareketli ve ilginç olduğunu, kadının soluk teninde kendiliğinden koyu rengiyle belirginleştiğini kaydederim. Alt dudağını ısırır –dişleri çarpıktır– ağzını açar ve o aralıktan tek bir sözcük dökülür: “Ne?”
Onun, tıpkı bir kedi gibi söylediklerimin hepsini değil, ancak sesleri kedice kaydedebildiğini, seslileri ancak esnek ve kaygan olduklarında kaydedebildiğini anlamaya daha sonra başlayacağım. Sesim, kulaklarına duyguların pes perdeden bir trombon sesi olarak, arzunun biricik çifte sorusu etrafına kilitlenmiş, bulanık bir caz ezgisi olarak ulaşmaktadır: Ben onu istiyor muyum? İstiyorsam, ne kadar çok istiyorum?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.