Müzik ve Müziğimizin Sorunları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Müzik ve Müziğimizin Sorunları”nın bu yeni baskısı, Filiz Ali’nin kitabın yayımlanmasından sonra yazdığı yazıların eklenmesiyle genişletildi ve yazılar “Toplum ve Müzik”, “Dünyada Müzik”, “Müzik Eğitimi”, “Müziğimizin Sorunları”, “Gelişen Müziğimiz” başlıklı bölümler altında bir araya getirildi.

1976’dan 2013’e dek başta Türkiye’de müzik eğitimi olmak üzere, müziğimizin ve müzisyenlerimizin teorik sorunlarını, kültür dünyamızın kaybettiği değerleri ustalıklı bir biçimde eleştiren ve bu sorunlara çözüm önerileri sunan Filiz Ali yazılarında gençlere de özel bir yer ayırıyor.

Hep çölde yetişen lalelerin peşinden koşmaya devam etmişim. Unutmamak gerek ki, yetiştiğim yıllarda Hasan Âli Yücel gibi bir Milli Eğitim Bakanı’nın sözleri henüz taptazeydi. Yücel, 1941’de –benim de 1958’de mezun olduğum– Ankara Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını verirken “Biz yarınların insanlarıyız. Emeklerimizi, bilgi ve duygularımızı, yaptığımız bütün işleri bizden sonra geleceklere bir miras değil, bir vasiyet olarak terk ediyoruz...” demişti. Bu söz bana yol gösterdi meslek hayatım boyunca. Öğrencilerime de aynı yolu göstermeye çalıştım hep. Ümidimizi kaybetsek de, cesaretimiz kırılsa da önce dizlerimizin sonra da ayaklarımızın üzerinde doğrulmaya ve doğru bildiğimiz yolda devam etmeye gayret ediyoruz birlikte.

Müzik Tartışmalarına Bir Başyazar Işık Tutuyor

Müzik tartışmaları yine gündeme gelmiş durumda. Hele son haftalarda öyle çeşitli sesler çıkmakta ki, hepsini izlemekte güçlük çekiyoruz. Yalnız izlemekte güçlük çeksek iyi de, asıl ne dendiğini anlamak kolay değil.

Müziğe çeşitli yönlerden yaklaşılabilir. Örnekse; bir sosyolog ya da bir antropolog merak eder, Anadolu tarihi çerçevesinde, toplumbilim ve insanbilim açısından müziğin gelişimini inceler, araştırır, ortaya bilimsel bir çalışma çıkarır... Biz müzisyenler de böyle çalışmalardan yararlanırız.

Üniversitelerimizde müzik bölümlerinin, öncelikle müzikoloji, etnomüzikoloji gibi bölümlerin kurulmamış olması, var olanın da henüz elle tutulur geçerlikte çalışmalar üretmemesi sanat ve kültür yaşamımızın en büyük eksiklerinden biridir. Ciddi bilimsel araştırması henüz yapılmamış alanlarda “temenni mahiyetinde” bile olsa “alaylı” diye tanımlayacağımız, meslek dışı kişilerin oturup yazılar döşenmeleri, konuyu en azından saptırmakta ve kamuoyunu yanlış yönlendirmektedir.

Şunu da hemen eklemek gerekir ki, Türkiye’de müzik konusunu çok iyi bilen, bu konuda epey kafa patlatmış, hatta kitaplar yazmış kişilerin de en büyük günahı, meydanı daima “dilletant”, yani heveslilere bırakmış olmaları, geniş kapsamlı araştırma ve incelemeler yapmayıp kendi kabuklarına çekilmeleridir.

Her ulusun kendine özgü halk müziği, geleneksel müziği, eğlence müziği, hatta “yoz” diye tanımlayacağımız piyasa müziği vardır. Yine her ulusun bütün bunların üstünde yeri olan, elit çevrelerde hayat bulan evrensel nitelikte müziği gelişmiştir, zaman içinde.

Yani halk müziği, geleneksel müzik, yoz piyasa müziği ve evrensel müziğin bir arada barış içinde veya itişerek yaşamaları sadece bizim toplumumuza özgü bir gariplik değildir. Garip olan, tutup da halk müziğiyle arabesk olgusunu, geleneksel müzikle evrensel müziği karıştırmaya kalkışmaktır. Elmalarla armutların toplanmayacağını her ilkokul çocuğu bilir de, nedense aynı ölçüde tutarsız olan bu karıştırma ısrarla sürdürülmektedir.

Ulusal kültür bilincini son yüzyıl içinde geliştiren Balkan ülkeleriyle yakın bağlarımız olduğundan, belki de kafamızı kurcalayan soruların cevabını bu ülkelerin çizdiği tabloda bulabiliriz. Bu ülkelerde devlet, müziğin her türüne sahip çıkmış, kendi adıyla destek olmuş, her türlü uzmanına emanet etmiştir. Dünya standartlarına yaklaşan düzeyde opera, orkestra ve bale toplulukları da uzmanların eline verilmiş, bu türleri inceleyen, araştıran, geliştiren enstitüler kurulmuştur. Enstitü sözüne dikkatinizi çekmek isterim. Folklor ve geleneksel müzik türlerini yaşatmak ve geliştirmek konservatuvarların değil, enstitülerin işidir.

Türk Halk Müziği’nin ne yönde gelişmesi gerektiği yıllardır tartışılır da, ne hikmetse, bir türlü bilimselliğin gereği üzerine durulmaz. Bu konuda önemli bazı doğrulara parmak basan bir yazı çıktı Bilim ve Sanat dergisinin 30. sayısında Eşref Güneş adındaki yazar, bu yazısında, tekseslilikten çoksesliliğe geçme sürecini, tarihsel ve toplumsal yönleriyle kısaca özetlendikten sonra, Türk Halk Müziği’nin bu sürecin ilk basamaklarını kendiliğinden çoktan aşmış olduğunu, fakat Türk Halk Müziği adına söz söyleme ve karar verme durumda olanların tutucu ve tekdüzeliğe ödün veren tavırları yüzünden, çoksesliliğin ileri evrelerine kendiliğinden geçişin önlendiğini savunuyor, eğer doğru anladıysam.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.