Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Özellikle aynı kültür çevresinde bulunmanın etkisiyle, İranlı ve Afganistanlı şair, yazar ve düşünürlerin yapıtları Türkiye’de yüzyıllar boyunca ilgi gördü, ders kitabı olarak okutuldu, bu yapıtlara şerhler ve nazireler yazıldı.
Yirminci yüzyıl başlarında ise İran ve Afganistan’da edebiyatın Batı’ya yönelmesinde, bu ülkelerin aydınlarının “Batı’nın kapısı” olarak gördükleri ülkemizin büyük etkisi oldu.
Oysa, bu iki ülkenin modern yazarlarından, Samed Behrengi ve Sâdık Hidâyet gibi İranlı bir iki imza dışında, Türkçeye pek bir şey aktarılamadı bugüne kadar.
Bu eksikliği biraz olsun gidermeyi amaçlayan Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi’nde, bir süre önce Sâdık Hidâyet’ten Diri Gömülen çevirisini yayımladığımız Mehmet Kanar’ın 36 İranlı, 9 Afganistanlı yazardan titizlikle seçerek dilimize kazandırdığı 92 öykü yer alıyor.

SAİD-İ NEFÎSÎ

Baba Evi

Bundan seksen yıl önce Herat şehrinde eski İran soyundan gelen ihtiyar bir adam yaşardı. Nasrullah yetmiş dört yaşındaydı. Aslen Dihharekanlı’ydı, ama dünya olayları onu Herat’a götürmüştü ve o kentte hamallık yapıyordu.

Nasrullah, hiçbir şeye bağlı olmayan kimselerdendi. Küçük yaşta yetim kaldığı ve hiç evlenmediğinden aile duygularını saçma bilirdi. Sokakta bebeğini sımsıkı kucağına almış, onu öpen bir anne görecek olsa şaşırır, onun karşısında nefret duymaktan kendini alamazdı. Belirli bir evi olmadığı, her geceyi başka bir yerde geçirdiği için hiçbir yere ilgi duymamış ya da bir yeri ötekine tercih etmemişti. Kısacası, bu ihtiyar hiçbir şeyi sevmeyen, ömrü boyunca kimseden şefkat görmemiş kayıtsız filozoflardandı. Bu nedenle, onu bu dünyada hiçbir şeyin bağlamayacağını, günün birinde bu âleme veda edecek olursa olunca soğukkanlığıyla ve üzüntüye mahal vermeden öleceğini söyler dururdu. İşte Nasrullah’ın bu düşünceleri, kimseye gidip gelmemesine, kimseyle dostluk kurmamasına neden olmuştu.

Horasan’da savaş çıktı. İranlılar bir süre muzafferdiler; ne var ki sonunda düşman askerlerinin el çabukluğuyla Herat’ı ve civardaki pek çok toprağı İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldılar. Bu haber bütün Herat halkını üzüntüye boğdu. Ancak bunu duyunca üzülmeyen tek kişi Nasrullah’tı. Tüm şehir zenginleri, kendi vatanseverlikleriyle Herat’ı terk edip Horasan yolunu tuttular. Herkes cüzi malvarlığını yok pahasına satıp, Meşhed’e ya da İran’ın diğer şehirlerinde yurt edinmeye gidiyordu.

Böyle bir zamanda yolcuların yüklerini taşıyan Nasrullah’ın işinin öncekinden ne denli çok olduğu, günlük kazancının ne kadar yükseldiği açıktır.

Nasrullah geceleri boş kalınca Herat kahvelerinde hemşehrilerinin bu tutumunu kınıyor, sefihlikle niteliyordu. Ona göre, varlıklarını bir hiç uğruna elden çıkarıp ömürlerinin sonunda sefer zahmetine katlananlar gerçekten deli olmalıydı. Her taraf yer değil mi? Herat’ın Meşhed’den ne farkı varmış?! Nasrullah daha çok, bu deliler kendiliklerinden gidiyorlarsa neden üzgünler ve gitmekten pişmanlık duyuyorlar, diye hayret ediyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.