Kuvayı Milliye Ruhu - Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bu eserde Milli Mücadele yıllarından ve Birinci Büyük Millet Meclisi’nin tarihinden çarpıcı kesitler bulacaksınız. “Biz burada Türk inkılâbının hedef ve gayelerinden birisini, ulusal egemenlik ilkesini temel alıyoruz. Ulusal egemenlik ilkesi ulusal bir ruhtan doğdu. O ruha ‘Kuvayı Milliye Ruhu’ diyoruz ve onun ortaya çıkışını göstermeye çalışıyoruz. O günden bugüne bunalımlı dönemlerde ‘Kuvayı Milliye Ruhu’na dönmek ihtiyacı duyuldu. Fakat bu ruh kolaylıkla giyilip çıkartılan bir elbise değildir. Ona dönmek demek onun bütün gereklerini yerine getirmek demektir.
Türk gençliğine ‘Kuvayı Milliye ruhuna dön’ dediğimiz zaman, o bize, bu ruh nedir diye sormaktadır. Ben bu kitabımda yalnız ve yalnız buna cevap vermeye çalışıyorum. Kullandığım malzemenin bana ait olanı pek az, tarihten virgülüne kadar alınmış olanı ise büyük bölümünü oluşturmaktadır.”

OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ’NİN SON OTURUMU

Osmanlı Meşrutiyeti kahramanca ölmüştür. Büyük Savaşta cephelerde dövüşe dövüşe, Mütarekede düşman istilâsına karşı haykırarak son nefesini vermiştir.
Bu netice büyük Türk imparatorlukları için ortak bir kaderdir. Türk milleti bir yerde devlet kurar, çevresini alır, büyür ve fethettiği memleketlerin halkı fatih milletin üstünde, onu içinden yemeye ve kemirmeye çalışan kurtlar halinde kabuklaşırlar... Nihayet yenme ve kemirilme Türk unsuru için bir hayat meselesi önemini alır. O zaman millet silkinir ve bütün bu kurtlardan kurtulmuş, kendi kendine kalmış saf bir kitle olarak yeni bir devlet kurar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş de bu tarihî kaderin bir tekrarlanmasıdır.
İşte iki vesika ki, son Osmanlı Mebusan Meclisi’ni ebedileştirmiştir:
1-İmparatorluğun yabancı unsurlarından kurtulan Türk milleti, Umumi savaştan sonra hükümetin karışma imkânını bulamadan yapılmış seçimde hür bir şekilde mebuslarını göndermiş ve bu suretle idaresi hâlâ imparatorluk yıkıntısından insanlar ve zihniyetlerle işleyen hükümetin karşısında saf ve kırışmamış bir Millet Meclisi meydana gelmişti.
Bu Meclis’in havsalası, mertlik meydanında dövüşerek yenilmiş bir millet ve devletin ölüme mahkûm edilmesini bir türlü alamamış ve temsil ettiği milletin sulh şartlarını “Millî Misak” (Ulusal and) namı altında bir beyannamede toplayarak 17 Şubat 1336 (1920) tarihinde dünyaya ilân etmişti:
Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbalinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakârlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir:
Madde 1– Osmanlı devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmek lâzım geldiğinden, adı geçen mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedakârlık hisleriyle dolu bulunan, gelenek ve içtimai hukukiyle yaşadıkları muhitin şartlarına tamamiyle uyan Osmanlı İslâm ekseriyetini oturdukları kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık kabul etmek bir bütündür.
Madde 2– Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda amme reyi ile anavatana katılmış olan “elviye-yi selâse” –Kars, Ardahan ve Batum– için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe amme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.
Madde 3– Türkiye ile yapılacak sulha bırakılan Garbi (Batı) Trakya’nın hukukî vaziyetinin tesbiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.
Madde 4– İslâm Hilâfetinin merkezi ve Saltanatın payitahtı ve Osmanlı Hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.
Bu esas mahfuz kalmak şartiyle Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalâta (ulaştırmaya) açılması hakkında bizimle diğer bütün alâkadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir.
Madde 5– İtilâf devletleri ile muhasımları ve bazı müşarikleri arasında kararlaştırılan anlaşma esasları içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyid ve temin edilecektir.
Madde 6– Millî ve iktisadî inkişafımız imkân dairesine girmek ve daha asrî, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temininde istiklâl ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel esasıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
28 Kânunısani (Ocak) 336 (1920)
İşte bu vesika ki insana hemen Fransız İnkılâbının “İnsan Hakları Beyannamesi”ni hatırlatmaktadır.

Gerek “Millî Misak” ve gerek “İnsan Hakları Beyannamesi” aynı kaynaktan, milliyet prensibinden ilham almışlardır. Her ikisi de milletlerin, mağlup veya galip olsunlar, hür ve müstakil yaşamalarını bir hayat kaidesi olarak kabul etmişlerdir. Her ikisi de millî varlığı mukaddes, parçalanmaz, el uzatılmaz saymışlardır.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.