Kumanlar ve Tatarlar - Osmanlı Öncesi Balkanlar’da Doğulu Askerler (1185-1365)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Kumanlar ve Tatarlar Osmanlıların 1361’de Edirne’yi alıp Bulgaristan ve Yunanistan’dan başlayarak Balkanlarda egemenlik kurmaya girişimlerinden önceki iki yüzyıl boyunca bölgenin siyasal yapısına yön vermişlerdi. Prof. Dr. Istvan Vasary’nin kitabı, bu iki topluluğun tarihini son derece anlaşılır biçimde gözler önüne seriyor. Bugüne kadar Türk tarih literatüründe eksikliği duyulan bir eser...

Bizans, ilk kuruluş anından yıkıldığı 1453 yılına kadar barbar saldırıları ve akınları tehlikesiyle yaşamak zorunda kaldı. Doğudan, Anadolu üzerinden gelen Osmanlıların Konstantinopolis’e (İstanbul) vurdukları ölümcül darbenin dışında, imparatorluğa kadar ulaşan saldırıların en tehlikelileri Tuna’nın kuzeyinden kaynaklanıyordu. 4. yüzyılın ikinci yarısında Hunlarla başlayıp, 13. yüzyılda Tatarlarla sona eren dönemde barbar grupları sık sık Tuna’yı aşıp Balkan Yarımadası’nın kentlerini basıp yağmalıyor, arkalarında yıkıntılar bırakıp çekiliyorlardı. Akınlarında birkaç kere Haliç yakınlarına kadar sokulup, imparatorluk başkentini de tehlikeye attılar. Öte yandan Bizans da göçebe kavimler sorununu aşmak için zekice çareler geliştirdi, hatta göçebe savaşçıları Bizans’ın düşmanlarıyla çatışmalarda paralı asker olarak kullandı. Ne var ki en kurnaz diplomasi yöntemleri bile çoğu kez Balkanlar’ın yerleşik halkı için yıkımla sonuçlanan kısa süreli göçebe akınlarını engelleyemiyordu. Genellikle göçebeleri Tuna’nın karşı kıyısına geçmeye zorlayanlar, Doğu’dan gelen başka göçebe kavimler olduğundan, barbar göçebelerin Bizans topraklarında görünmesi de bu zincirleme savaşlardan kaynaklanıyordu.

Kavim göçleri içinde önemli bir dalga yeni bir devletin doğmasında temel etken oldu: Asparuh’un (=Esperüh=Esperik) göçebe savaşçıları 679680 yıllarında Tuna Nehri’yle Haimos (Balkan) Dağları arasında Bulgar İmparatorluğu’nu kurdular. Muzaffer Bulgar Türkleri izleyen iki yüzyılda Slavlaştı ve sonunda, Boris’in 864’te Hıristiyanlığı kabulüyle Bizans Kilisesi’nin bir parçası oldular. Ne var ki Bizans İmparatorluğu eski topraklarından Moesiya’nın kaybını hiç bağışlamadı ve birçok girişimden sonra İmparator II. Basileios Bulgaroktonos (“Bulgar Katili”) 1018 yılında Bulgar direnişini ezmeyi başarıp, o dönemin Bulgaristan’ını Doğu Roma İmparatorluğu’na kattı. Güney Slav halkının Helenleştirilme sürecinin başlamış, Bulgaristan’ın hem siyasi hem de idaridini bağımsızlığı yitirilmiş olmasına karşın, Bizans göçebe kavimler sorununu kuzey sınırlarından uzaklaştırmayı başaramadı. Dahası, Bizans’ın kuzeydeki rakibinin yok olması, bölgede bir iktidar boşluğu doğurduğu gibi, Bizans da göçebe kavimlerin yeni ve daha güçlü saldırılarıyla baş başa kaldı.

11. yüzyılda, Tuna’nın sağ kıyısındaki rakipler Peçenekler ve Oğuzlardı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında da yeni bir göçebe birliği, Kumanlar, Bizans’ın çıkar alanına girdi. Bizanslılar tarih kadar eski yöntemlere başvurarak, Balkanlar’da Peçenek egemenliğine son vermek için Kumanları kullandı. Kumanlar 1091’den sonra Balkanlar’da üstünlüğü ele geçirirken, 11851186 yıllarında Bulgar İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasında ve kaderinde çok etkin oldular. Dahası, Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolis’teki Latin Krallığı ve İznik İmparatorluğu tarihlerinde temel rol üstlendiler. Tatarların 1241 yılında Avrupa’yı istila etmelerinden sonra batıya kaçmak zorunda kaldılar ve gruplar halinde Balkanlar’a yerleştiler. Bulgar seçkinleriyle daha önceden kurdukları yakın bağlardan yararlanarak, iki yeni hanedanın (Bulgaristan’ın Terter ve Şişman hanedanları) kuruluşunda görüldüler. Tatarlar İkinci Bulgar İmparatorluğu’nu yenip, yeni Tatar devleti Altın Orda Hanlığı’na haraç vermek zorunda bıraktılar. Bulgaristan 13. yüzyılın sonlarından 14. yüzyılın ilk birkaç on yılına kadar Altın Orda Hanlığı’nın egemenliğinde kaldı.

Bu kitabın konusu, steplerin göçebe savaşçıları olan Kumanlar ve Tatarlardır. 1185 yılından 14. yüzyılın ortalarına kadar göçebeliklerinin en batı ucunda, Balkanlar’daki tarihi yazgılarını izleyeceğim. Kitabımın hem kronolojik hem de coğrafi çerçeveleri açıklama gerektiriyor. Kitabın başlangıç noktası olarak, (Mihail Attaleiates, Anna Komnena ve diğer Bizanslı yazarların eserlerindeki gibi) Kumanların 11. yüzyılın ikinci yarısında, Balkanlar’da ilk görünmeleri, ya da Tatarların 1241’deki ilk istilası da alınabilirdi. Ne var ki ilk Kuman akınlarının büyük çoğunluğu, en azından özellik ve büyüklük açısından, Bizanslıların daha önceki yüzyıllardan alışageldikleri saldırılardan daha önemli değildi. Öte yandan Kumanların 1185’te İkinci Bulgar İmparatorluğu’nun kuruluşunda ve izleyen yıllardaki katkıları Balkanlar’ın siyasi ve etnik haritasında büyük değişikliklere neden olacaktı. 1185 yılı Balkan tarihinde gerçek bir dönüm noktası olduğundan, anlatıma o dönemle başlamayı mantıklı buldum. Keskin çizgiler çekilemeyecek olsa da, elimizde o dönemde Balkan topraklarında yeni bir çağın başladığını kanıtlayacak birkaç tarih var. Berdibek (Berdi Beg) Han’ın 1359’daki ölümü ve ardından Altın Orda Hanlığı’nda baş gösteren kargaşa Tatarların Balkanlar’daki varlığına kesin bir son verdi. Öte yandan, Osmanlı güçlerinin Avrupa’daki ilerleyişleri şu önemli gelişmelerle izlenebilir: 1354’te Gelibolu’nun fethi, 1361’de Edirne’nin alınması ve sonunda, 1389’da Kosovo Polje’de (Kosova) Sırp bağımsızlığının sona ermesi.

Bu kitabın coğrafi çerçevesine gelince, bu kapsam “Balkanlar” teriminin anlamından daha geniştir. Coğrafi ve kültürel bir terim olarak Balkanlar Sava ve Aşağı Tuna arasında çekilecek bir çizginin güneyini ifade eder. Balkanlar’ın batı sınırları o kadar belirgin değildir: Ortaçağ Bosna’sı, Osmanlı öncesi dönemde Katolik ve Ortodoks karışımı nüfusuyla bir geçiş ülkesi sayılır, oysa  Hırvatistan ve Dalmaçya’nın Batı Avrupa uygarlığının bir parçası olduğu kesindir. Kuzeyde, Ortaçağ Eflâk’ını ve Moldavya’sını tarihi geçmişleriyle birlikte aldım. Katı coğrafi koşullar Aşağı Tuna, Doğu Karpat Dağları ve Dinyester Nehri arasındaki toprakların Balkanlar dediğimiz bölgeye ait olmasını kabul etmez. Oysa kavim göçlerinin son aşamalarını temsil eden bu bölgelerin kaderi Balkanlar’ın yazgısıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu iki Rumen prensliğinin tarihleri ve kültürel gelenekleri Balkanlar’dakilerle benzerlik gösterir; her iki bölge de Bizans’ın kültürel etkisi altında durmuş ve gelişmiştir. Bu iki bölgeyi –kitabın kapsadığı tarih süreci içinde– anlatıma dahil etmeyi bu yüzden uygun gördüm.

Araştırmalarımı neden sadece Kumanlar (genellikle etnik bir terim) ve Tatarlarla (genellikle siyasi bir terim) sınırladığımı da açıklamam gerekir. Bu iki halkın Balkan tarihinde önemli roller oynadıkları kuşkusuzdur ve bu tarih TürkMoğol dünyasının tarihine aittir. Katalanlarla birlikte özellikle 14. yüzyılın hemen başlarında Balkanlar’ın askeri ve etnik tarihinde önemli yerleri olan Alanlar ve Yaslar gibi İranlı topluluklar için kitaba ayrı bir bölüm eklenebilirdi. Buna benzer olarak çoğunlukla Hıristiyanlaşarak Bizans’ta 1259 ve 1319 arasındaki gelişmelerde önemli rol oynayan ve Türkopol olarak adlandırılan paralı Türk savaşçılarından da söz etmek gerekebilirdi. Daha sonra, Türklerin Balkanlar’daki akınları ve Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın 1354’te Gelibolu yakınlarındaki Çimpe’ye ayak basması da son derecede önemlidir. Yaslar, Türkopollar ve Türklerin Balkanlar’daki ilk faaliyetleri de bu kitaba alınabilirdi. Bu grupların Balkanlar’daki tarihlerini derinlemesine araştırmış olmakla birlikte, sonunda onları kitabın dışında tutmaya karar verdim. Türkopolların ve Türklerin farklı bir yaklaşım gerektirdiği kanısındayım; onların tarihi daha çok Balkanlar’da Osmanlı varlığının öncesine ait olmalı. Balkan orduları olarak o çağın savaşlarında etkin rol oynadıkları için Alanların ve Yasların kitaba alınması için yeterince neden olabilir, ancak A. Alemany’nin Alanların tarihiyle ilgili kaynaklar üzerinde yaptığı kusursuz çalışmadan (Alemany, Alans) sonra, bu topluluğu çalışmalarıma eklemek zorunluluğundan kurtulduğumu hissettim.

Bu dönem Balkan tarihi konusunda çok şey yazıldı (Ostrogorskiy, Gesch., s. 285366 (331440); Vasiliev, Hist. Byz., s. 440621; Jirec^ek, Serb., s. 269412; Jireçek, Bulg., s. 209290; Zlatarski, Ist., II, s. 410483, III, s. 1575; Mutafc^iev, Ist.,II s. 30198; Spinei, Moldavia); Kumanlarla Tatarların tarihlerinin aydınlatılması için de çok araştırma yapıldı (Golubovskiy, PTP; Marquart, Komanen; Rasovskij, ‘Polovcy’ 14; Rásonyi, ‘Turcs nonisl.’; HammerPurgstall, GH; Howorth, History, II/I; Spuler, GH; GrekovJakubovskij, ZO; Safargaliev, Raspad; Kafalı, AO; Vásáry, AH) ama Balkanlar’daki tarihleri pek önemsenmedi. Birkaç dağınık göndermenin ve imanın dışında Kumanların ve Tatarların Balkanlar’daki tarihlerine ayrılmış bir çalışma olmadığı gibi, konuyla ilgili araştırmalar bile Kumanlara ve Tatarlara farklı “ulusal” (Bulgar, Sırp ve Rumen) tarihleri açısından yaklaşmaktadır. Özellikle Bulgar tarihçileri (Zlatarski, Mutafc^iev ve Nikov) Kumanların ve Tatarların Bulgaristan tarihindeki varlıklarına yoğun ilgi göstermiştir. Bulgar P. Pavlov ile Rumen OberländerTârnoveanu son yirmi yılda bu konuya son derecede önemli ve değerli katkılarda bulunmuştur (eserleri için Bibliyografya’ya bakınız). Öncelikli amacım Balkan ülkelerinin (Bizans, Bulgaristan, Sırbistan, Eflâk ve Moldova) tarihini yazmak değil, Kumanların ve Tatarların bu tarihleri nasıl etkilediklerini ortaya çıkarmaktı. Bu kitapta tartışılan tarih bir devlete ait olmadığı, asıl yurtları Balkan Yarımadası’nın dışında kalan göçebe kavimlerin yayılışını kapsadığı için, farklı verilerin nasıl düzenleneceğine karar vermek güç oldu. Görünen en mantıklı çözüm malzemeyi Balkan tarihinin daha küçük dönemleri çevresinde toplamak, kronolojik ve jeopolitik ilkeleri kabul edilir olacağına inandığım bir ölçüde gevşetmekti. Veriler uygulamada en iyi sonucu verecek gibi görünen bir düzene göre kullanılmakta ve, kaçınmaya çalışmış olmama rağmen, kronoloji ve coğrafyada küçük örtüşmelere rastlanmaktadır. Yine de bu örtüşmelerin kitabın tutarlılığını gölgelemeyeceğini umuyorum. Aynı şekilde, amaç sadece Balkanlar’ın tarihini çizmekten çok, Kuman ve Tatar faaliyet ve etkilerini belirlemek olduğuna göre ve elimizdeki kanıtların çoğunun parçalı özellikleri nedeniyle, kronolojik boşluklar olacağı açıktır. Bu nedenle kitabın 6. Bölümü (“Sırbistan sahnesinde Kumanlar ve Tatarlar”) ile 7. Bölümü (“Tatar fethinden sonra Kumanlar Bizans hizmetinde, 12411333”) Kumanların ve Tatarların katıldığı ama anlaşılır bir ilişkilerinin belirlenemediği olayların özetlerinden oluşuyormuş gibi görülebilir. Zaman zaman bölünmüşlük hissi veren bu yaklaşım dengeli olmadığının farkında olmakla birlikte, bu durumun elimize ulaşan kaynakların daha tutarlı bir araştırma ve daha derinlemesine bir inceleme imkânı vermeyen özelliklerinden kaynaklandığı kanısındayım. Daha tutarlı bir sunum neredeyse imkânsızdı.

Bazı teknik ayrıntılar hakkında da bir iki söz etmek istiyorum. Kısaltmalar ve Bibliyografya kitabın son iki bölümünü oluşturuyor. Kısaltmalardaki kısaltılmış başlıklar tam adları Bibliyografya bölümünde bulunacak eserleri ifade ediyor. Kitabın metninde sözü edilen her eserin bir kısaltması var. Kısaltmaları olmayan, dolayısıyla metinde atıfta bulunulmayan eserleri kapsadığı için, Bibliyografya’nın Kısaltmalar’dan daha uzun olması gerekiyordu. Bu denli geniş, ancak eksiksiz olmayan bir bibliyografyanın amacı, kitabın çeşitli konularında araştırma ve daha kapsamlı okuma için geniş bilgi kaynağı sunmaktır. Yunan, Slav, Arap, Fars ve Türk dillerinden sözcüklerin transkripsiyonu kabul edilmiş transkripsiyon ve/veya transliterasyon sistemlerini izlemektedir. Bunların yorumu uzmanlar için sorun olmayacaktır. Ancak Yunanca metinlerden daha uzun alıntılar yapıldığında, orijinal yazı kullanılmıştır.
Aynı yer farklı dillerde farklı adlarla tanınabildiğinden, Ortaçağ Balkanları’nda coğrafi isimlerin doğru kullanılması bir sorundur. Şimdiki devlet sınırlarının çoğunun Ortaçağ’daki sınırlardan farklı olmasının yanı sıra, kitabın kapsadığı 180 yılda (11851365) bile toprak ve kentlerin sahipleri değişmiştir. Temel ilke olarak, o coğrafi yerin o dönemde ait olduğu toplumda hâkim olan dili kullanmayı seçtim. Böylelikle Doğu Trakya’dan söz ederken, daha sonra Osmanlı egemenliğine geçmelerine, bugün de Türkiye’ye ait olmalarına rağmen, Rum toponimlerini (yer adlarını) kullandım. Dönemin Macar Krallığı’na dahil topraklar için, bugün Romanya’ya ya da Sırbistan’a ait olup olmadıklarına bakmaksızın, Macarca adları kullanıldı. Tabii bu uygulama da kesinlikle tutarlı olamazdı. Örneğin, Bulgaristan’ın güney bölümleri Bizans ve Bulgaristan arasında sık sık çekişmeye konu olduğundan, Bulgarca ve Yunanca adları sırayla kullanılmaktadır (“Plovdiv” de, “Filippopolis” de doğru adlardır).

Okurların nirengi noktalarını görebilmeleri için Ek I’de karşılaştırmalı bir “Coğrafi Adlar Listesi” oluşturdum. Ek II’de “Hanedanların Kronolojik Tablosu” Altın Orda, Bulgar, Bizans, Sırbistan ve Macaristan hükümdarları hakkında kaynak bilgisi sunmaktadır. Ek III’teki dört harita, söz konusu yerlerin bulunmasına yardım edecektir. Bu haritalar sadece teknik yardım araçları olduklarından, tarihî haritacılık eseri oluşturdukları iddiasında değilim.

Nihayet, eleştirel yorumları ve bibliyografya önerileriyle bu kitabın metnini iyileştirmeme yardımcı olan bütün dost ve meslektaşlara içten teşekkür etmeme izin verin. Onların arasında Profesör Gyula KáldyNagy, András RónaTas, Peter Golden, László Solymosi ve özellikle Profesör Pál Engel var. Profesör Engel zamansız ölümü meslektaşları ve dostları için büyük kayıp olan, Ortaçağ Orta Avrupası konusunda önemli ve bilge bir tarihçiydi. Bu kitabı onun anısına adıyorum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.