Kuğular, Kanallar, Salkımsöğütler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türk edebiyatının önde gelen deneme ustalarından Uğur Kökden, bu son kitabında 1960’lardan başlayarak değişik tarihlerde gerçekleştirdiği Avrupa yolculuklarını anlatıyor. Yazar, bu coğrafyada yaptığı yolculuklar sırasında tarih, sanat, kültür ve uygarlıklar üzerine topladıklarını kaleme alırken Avrupa kentleri, mimari yapıları, müzeleri; uygarlık tarihindeki yerleriyle bir tren penceresinden geçip gidiyor sanki gözümüzün önünden...Kuğular, Kanallar, Salkımsöğütler, bir dil ustasının kaleminden Avrupa’nın kültür-sanat haritasında gezmek isteyenler için güzel bir fırsat.

Leningrad Yakından

Leningrad, büyülü güzel! Benzersiz su kenti. Su ve ışık! Yumuşak, sıcak ve sevecen renklerin –kirli sarılar, uçuk yeşil ve koyu mavi– dişi kenti. Suyun ördüğü dantelalarla, bir ağ örtü giyinmiş. Su sarıyor, dört yanını: deniz, ırmak ve kanallar. Bu akışkanın üstünde yüzen sayısız adalar, sayısı çoktan unutulmuş köprüler. İnsanın suya eklediği güzellik! Aynı zamanda iki tarihli bir kent, Leningrad: biri, eski St. Petersburg ya da Petrograd – her neyse; öbürü, Leningrad. Günün kenti. Oraya birçok kez yolum düştü. İlkinde, batıdan çaldım kapısını. Deniz yoluyla, Finlandiya Körfezi üstünden. İkincide, doğudan demiryoluyla geldim kente. Sovyetler’in şimşek trenlerinden biriyle. Moskova’dan Leningrad’a karadan. Bir üçüncü kez, gene denizden. Bir sudakayıcıyla. Deniz Garı. Rıhtım. Dış görünüşüyle gösterişsiz, biçimsiz, belki bakımsız bile denebilir. İçeride yer halıları, turizme seslenen afişler, özellikle tablolar. Sanatın, yani öncelikle resmin tartışmasız üstünlüğü. Vapurdan yeni inmiş, Avrupalı yaşlı bir kadın, başka hiçbir yolcu limanında buradakinin benzeri değerli tablolara rastlamadığını dile getiriyor. Depoların duvarlarındaki sloganlarda; kapılarda, resmi dairelerde yabancılara dağıtılan kent kılavuzlarında ya da büyük afişler üstünde kendini gösteren dil, hep İngilizce. Bununla birlikte, küçük armağan eşya satışı yapan birimler dil açısından ikiye ayrılmış: İngilizce yanı sıra Fransızca konuşulanlar da var. Kente gidiş otobüsle. Ekim Oteli. Oktyabrskaya. Ünlü Nevski Bulvarı üstünde. Moskovski İstasyonu’na çok yakın. Bir bakıma, kentin tam merkezinde sayılmaz. İskandinav ülkelerinde gördüğüm turizme yönelik çehre, burada hemen değişti. Arabalar daha bakımsız, eski; otobüslerin koltuk kumaşları, kirli değilse bile rastgele bir dokumadan. Ancak, sağlam ve kuşkusuz gereken hizmeti görüyor. Öte yandan, bulunduğum gruba kılavuzluk eden genç kadının –Tatyana– görüş ufku, kültür zenginliği, bütünüyle çok değişik bir ortama girdiğimizin kanıtı. Açıklamalarında değindiği konular mimariden müziğe, kentteki yazar ve şairlere, Leningrad’ın kısa yakın tarihine, siyasal gelişmesine, isim değişikliğine ve bugünkü adını hak etmesine dek çok geniş bir yelpazede dolaşıyor. Hem birkaç yabancı dile sahip, hem de onlara gereken biçimde hakkını verebiliyor. Aynı kolaylıkla her kapıyı çalıyor ya da her konuya girebiliyor. Kaldı ki, İspanya İç Savaşı’na katılan annesi, Tatyana’dan da çok sayıda Batı dilini konuşabiliyormuş. Dikkat çekici bir nokta, geride kalan Deniz Garı’nın çevresinin neredeyse bütünüyle ıssız oluşu. Kimseler –kadın ya da erkek– yokmuş gibi görünüyordu. Acaba, deniz yoluyla girişimler sanıldığından daha mı seyrek? Yalnız, yolda giderken, sokaklar boyunca duvarlara yapıştırılmış insan fotoğraflarının suskun, sabırlı bir kalabalık oluşturduğuna tanık olduk. Bunlar okulda, fabrikada, işletmelerde emeğiyle seçilenler, öne çıkanlar; yani, “emek kahramanları”ydı. Ancak bu “kahramanlar” yönetime ne ölçüde katılabiliyor? Böyle bir mekanizma var mı, varsa bunun siyasal anlamı ve etkisi ne olabilir?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.