Küflü Şimşek - Toplu Şiirler (1966-2001)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Susarsa dağ gibi susan, konuşursa dağ gibi "uçarı" bir şiir Mehmet Taner'in şiiri... acı bir toprak gibi Zap suyu gibi çıplak, yalın... ateş gibi yakıcı... yeryüzü gibi geniş...

"Gece. Uzamış, bir yağmur anısı gibi. Ev'de serin yaz gecesi.
Üşü, akşamsefaları, üşü.
Ey herşeylerim üşü, sarar, kıvrıl
Kim yaşamış, yok, o düşler dolu dönüşü."

Küflü Şimşek Mehmet Taner'in şimdiye dek yayımladığı beş şiir kitabını biraraya getiriyor.

Dolunaylarını süre süre sularda geleceğin
Duyur bize
Adacıkları sızlatan yeni ezgiyi

Deniz, deniz –
Tınlamalarla yaklaşan derin şafak, ağır su!
Üfürüyorum, yolunu bağlayan
Son tozları da.

 

BUN SULARI

Bir doktora görünme fikri bende yer ediyor ve bu fikre
alışıyorum, benimsiyorum onunla bu birlikte eskimeyi
Tabelalar tabelalar geçiyor başımın üzerinden
çeşitli katlarda tabelalar hayır kuşlar geçmiyor
başımın üzerinden ve alçalmıyor ufka doğru tabelalar
Bir yağmur tutturuyor geceye yakın
Sönüyor kent, tabelalar –
Az insanlar yürüyorlar aralarında yağmurla neonlarla
Bakıyorum birahaneye: 1937, Avrupa


7 ayrı vatandaş bir dolmuşta, ey Roma
7 bin puşt müziği, marşlar, bayramlar, bombalar!
Ne zaman namus satışa çıkarılmış da bulmamış alıcı
Bu gaz dolu boğucu havada?


 


Her şey gibi bu dondurucu gök altında
Sevdalar!
Bir sevda oluyor sövgü, sonunda!
Bazıları da ak kartondan pankartlar ellerinde
Kanırtıyorlar sessizliği biraz daha;
Bakıyorum alanlara: 1937, Avrupa


Alışverişe dalanlar pasajların akşam pazarlarında
Ey sergideki fanilayı aydınlatan aptal ampul, ey maksi fanila!
Kendine birçok giysi uydurmuş insan!
Ey yeme içme! –
Evet bir doktora görünmeli
Bir gün şimşeğimden bahar, bir gün buhar olmalı gizlice

DEVALUE

Şemsiyemi açıyorum;
Yağmur yağıyor Ankara’nın göbeğine
Bir kasaba tutturuyor
Baloncu ile büfeci de


Şu piyango biletçiler
Dolmuşa yolcu çağıran ak kasketli çığırtkan
Kalacaklar kısa bir an daha
Yağmurla Ankara arasında

Yağmur yağıyor alabildiğine
Çekilmiş ıssız taksiler köşe başlarına çoktan
Köprüde bir şey yok
Köpürüp bulanan akıntının Yalnızlığından başka

Bir madeni para, dönmüş
Ak yüzünü, gökyüzüne
Çamur sıvıyor kaldırımları
Yağmur yağıyor alabildiğine



KÖÇEK

Ankara
Ankara, Güzel Ankara!

Bir damla süt – kolumda ölüm
İki kara leke.
Denge
Yani tehlike.

Sıçrayın
Fareler! Buldozerler! Ey Ten
Ay: Orman
Akıp giden tren: Ey Ten

Ankara!
Ankara, Güzel Ankara!
Ey incecik Ten
Vuran bana.. Ve onlara!

AK MİNELER

Nerede yangın, hani kır çiçekleri;
Hani akşamüstü? Dallardan inen gölge..
Çıkıyor gölü taşıran ayna
Suskunluk içinde


Garip, derede bir çift sazan
Bocalar, yayıldıysa akşam ışığı
Parlar, suyu taşıran ayna
İçimizin parlar sarmaşığı


Ozan hey! kaynaklarda
Kan’ın hey! dağla yaşadığı
Acının bitmediği, göğüste bir büyük
Gümbürtünün başladığı


Ozanlar hey! yazarlar kabuklara, hışırdar yapraklar
Suyun sesi iner uzaktan
Ovayı kucaklar gün, damlar
Aralarındaki kan


Gider kurban, döner gözler kan çanağına
Ulur kurt, ulur ağızda dinmeyen hırs
Gelir gölü taşıran ayna
İner yanımıza, sessiz


Acıyı dilimle cânım!
Nerede yangın, hani kır çiçekleri!
Gelir gölü taşıran ayna cânım
Gelir minelere gelecekleri.


 

AYY

Bahçam, köküm, odunum
Cânım
Ey Cânım


Söz geldi dayan oldu, kapılar üryân
Ses ederim uğrar gider
Yank’ederim hey hey hey
Soluk ermez kuşluğa


Hey yavrum yavrucağım ay ala keklik sekişlim
Taşın dibinden uğrar bir yılan!
Bir yılan!
Hey yavrum, yavrucağım...


Ay, konduracağım, ay kitabımın direği
Ayy!


ERKEN AĞIT, ŞUBAT

Neydi o dal kırıldı senin elinde
Bir güvercin sada’sı duydu su
Bir fısıltıyı böldü en olmaz yerinden
Avuçlarımızdan taşan su


Gölün yüreği çaylarda
Çayın usu şimşek
Şimşeğin kolu uzun
Damar, su


Söz geldi kapılara vurdu kapılara vurdu kapılara kapılara
Cânım ey, denk oldu uçurum
Rüzgârın al yanağına


Neydi o dal, duyduk yeşilliğini düşlerin
Kara yazgı indi çayıra, soludu


Neydi o dal, adı gelmez usuma


MART, 71

1
Yorgun ve çıplak ellerime bak asker
Ne kadar çirkin
Ne kadar güzel


Boynuma bak
Bir yanı ustura
Nasır tutmuş öbür yanı


Ve iki gelecek birden
Koparılmış, asker!


Bir şarkı var, ah bir titreyiş
Var elbet içimde


         Yankılanır
Göl, gecede


 Susmam;

Sabaha dek
Dizeler kurarım
Biri yanılsa bile
Bir öteki
İçer kanını
Kurulu ağın

Söylerim
Sonsuz umudu
Tükenmiş pencereleri


Sesim
Sesindedir mevsimin
Yıldızlara ve sevgiye dek

         Yankılanır
Göl, gecede

Susarım;


Huylanır
Kulağımdan dizime dek
Gecenin verdiği doğum ağızları;
Dinlerim, dilimin altında
Kaynayan
Çakıl taşlarını


Yorgun ve çıplağım asker
Gün
Çoktan çekip gitti


         Yankılanır, göl
Gecede hâlâ


KUŞ

Ben kuşum
Gökyüzü diyerek başlarım söze

Elmanın tadı, ceylanın rengi, kabuğun kokusu
Kadifenin ve senin
Uslu göğsün –

Ey Gökyüzü!

– Burada çamur yerleşti, yerelleşti, gelenek oldu
Isı korkulu, dağ kuşku içinde
Göç boruları aldı ortalığı;
İmzalar kurudu;
Ellerim
Tutmuyor hiçbir kargıyı

Mürekkebim
Soğudu sanki.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.