Köroğlu

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Köroğlu, kurulu düzene baş kaldıran bir eşkıya, destan / halk hikayesi kahramanı, saz şairi kimlikleriyle Anadolu, Kafkasya, İran ve Orta Asya'da tanınmış, sevilmiş ve gerçek kimliği ile folklorik kimliği birbirine karışarak yaşatılmış bir halk kahramanıdır.

Usta-çırak ilişkisiyle hikayeci aşıkların dilinde saz ve sözle süslenerek bugüne kadar gelen Köroğlu anlatıları, ortak duygu ve beğeniyi yansıtan ve kahramanlık coşkusunu dile getiren Köroğlu türküleri, yüz elli yılı aşkın bir süredir folklor araştırmacılarının, edebiyat tarihçilerinin ve halk müziği uzmanlarının araştırmalarına konu oluyor.

Deneme yazarı-eleştirmen Memet Fuat, Köroğlu'nun yaşamını, şiirlerini ve adına yaratılmış halk anlatılarını inceliyor; sanatçı kişiliğini, düşünce dünyasını çağdaş bir bakışın ışığı altında ele alıyor. Köroğlu'nun şiirlerinden yapılmış bir seçki, bir seçme kaynakça ve her şiir için ayrı ayrı düzenlenmiş sayfa altı açıklamalarıyla birlikte...

Yaşamı

Zalim bir beyden babasının öcünü almak için dağa çıkan, kalabalık bir eşkıya grubu oluşturarak kervan yollarını tutan, baç vermeyeni öldüren, soyan, “esir etmek yok ha çalın kılıncı” diye acımasızca dövüşen, varlıklılardan aldığını yoksullara dağıtan, serüvenleri âşıkların öykülerine konu olan Köroğlu’nun, gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yakın zamanlara kadar belirsizdi. Araştırmacılar kesin bir şey söyleyemiyorlardı.
Gerçi Köroğlu adını alan, Köroğlu şiirlerini çoğaltan âşıklar vardı, ama gözlerine mil çekilen babasının öcünü almak için böyle dağa çıkan bir eşkıya saz şairi gerçekten yaşamış mıydı? Yaşadıysa, ne zaman, nerede?

1931’de Köroğlu Destanı adıyla bir çalışma yayımlayan Pertev Naili Boratav çeşitli “rivayet”leri özetlemiş, karşılaştırmış, ama yeterli bilgi, belge olmadığından, destanın “menşei” konusunu araştırmamıştı.
“Rivayet” Arapça bir sözcük. Türkçesi “söylenti”. Söylenilen bir söz, anlatılan bir olay anlamına geliyor. Bir öykü diyelim Paris’te bir türlü, İstanbul’da başka türlü anlatılıyorsa, bunu, “Paris rivayeti şöyle, İstanbul rivayeti böyle,” diye aktarıyorlar. Biz “rivayet” yerine “anlatı” diyelim.
“Menşe” de Arapça bir sözcük. Türkçesi “köken, kaynak”. Köroğlu Destanı ilk nerede anlatılmış, kökü nerede, çıkış noktası neresi? “Menşe” yerine de, daha kolay anlaşılması için, “köken” diyelim.

Bu köken konusu birtakım uzun açıklamaları gerektiriyor. Onu sonraya bırakarak, önce, şu ya da bu nedenle dağa çıkıp eşkıyalık eden, bugün elimizdeki şiirleri söyleyen, saz şairi Köroğlu’nun hangi tarihte, nerede yaşadığı konusunda, Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adlı kitabını yayımladıktan sonra edindiği bilgiler, belgelerle vardığı görüşü özetleyelim.

Osmanlı topraklarında XVI. yüzyıldan başlayarak birbirini izleyen ayaklanmalara Celâli İsyanları deniyordu. Köroğlu anlatıları bazı yönleriyle böyle bir kargaşa dönemini anımsatsa, âşıklar Köroğlu ile arkadaşlarından “Celâli” diye söz etseler de, uzmanların benimsemek eğilimi içinde oldukları bu görüşü destekleyecek güvenli bir belge bulunmuş değildi.
Oysa XVII. yüzyılın başlarında Ermeni tarihçi Tebrizli Arakel’in yazdığı, ilk olarak 1669’da yayımlanan Ermeni Tarihi’nde Köroğlu konusunu aydınlatan önemli bilgiler varmış.
Brosset’nin Collection d’Historiens Arméniens adlı dizisinde Ermeni tarihçilerin yapıtları Fransızcaya çevirip yayımlanmaya başlayınca göz önüne çıkan bu bilgiler uzmanlara ilk güvenli dayanak oldu.
Tebrizli Arakel, tarihinde, 1602’den başlayarak 60 yıllık bir dönemin olaylarını aktarıyor, Celâlilerden uzun uzun söz ediyor, Kiziroğlu Mustafa Beyin, Koca Beyin, Köse Sefer’in adlarını anıyor, “türlü düzenleriyle ünlü” Köroğlu’nun serüvenlerini, âşıkların sazla çağırıp söylediklerini anlatıyordu.
1942’de ise İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Arşivlerinde çalışırken Bolu yöresinde ortaya çıkmış Köroğlu adında bir eşkıyanın cezalandırılması için Bolu Beyi ile Gerede Kadısına gönderilmiş bir emre rastladı. Bu belgede Köroğlu’nun evleri bastığı, insanları yaraladığı, bir çocuğu kaçırdığı yazılıydı. Kovuşturulması, yakalanması, cezalandırılması isteniyordu. Köroğlu adı, çocuk kaçırma olayı, âşıkların anlatılarına tıpatıp uyduğu için, uzmanlar Osmanlı Arşivlerinde başka belgelere de ulaşılabileceği kanısına vardılar.
O günlerde Celâli İsyanları üstünde çalışmakta olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi araştırmacılarından Mustafa Akdağ’dan Köroğlu ile ilgili bilgileri de toplaması dileğinde bulunuldu.

Mustafa Akdağ’ın Osmanlı Arşivlerinden çıkardığı çeşitli belgeler, âşıkların anlatılarındaki Köroğlu ile arkadaşlarının Celâli eşkıyaları olduklarını hiç kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla gösterdi.
Demek ki XVI. yüzyılda Köroğlu adında bir eşkıya yaşamıştı. Âşıkların aktardıkları şiirlere bakılırsa, bu eşkıya aynı zamanda güçlü bir saz şairiydi. Nitekim birçok anlatıda onun şairliğini belirten bir “üç köpük” süslemesi de yer alıyordu.

Aslında Köroğlu’nun saz çalıp şiir söyleyen bir eşkıya olması başka bir yönden de akla yakındı. Şiirleriyle ilgileri üstüne çekmese, onca yiğit Celâli eşkıyasının arasından, âşıklar anlatılarına daha yaşadığı yıllarda onun serüvenlerini seçmezlerdi.
Tebrizli tarihçi Arakel’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, XVII. yüzyılın ilk yarısında, Köroğlu anlatılarının sazla çağırılıp söylenmesi yeni başlamıyor, iyice yaygınlaşmış durumda. Bu güçlü bir saz şairiyle karşı karşıya olunduğunu gösterir, yazdığı şiirlerle âşıkları kendine bağlayacak kadar güçlü bir şair...

Ama uzmanlar bu konuda da kuşkucu davranıyorlar.
Örnekse aynı yıllarda Yeniçeri Ocağı’nda Köroğlu adıyla ünlü bir saz şairi var. Pertev Naili Boratav, Celâli Köroğlu ile bu Köroğlu’nun aynı kişi olup olmadıklarını araştırmak gereğini duyuyor.
Yeniçeri Köroğlu’nun Osmanlı ordusunda görev yaparken, bir nedenden dolayı dağa çıkıp eşkıyalığa başladığı, sonra bağışlanıp yeniden Padişahın hizmetine döndüğü düşünülebilir. Kargaşa içinde yaşanılan o dönemde böyle şeyler oluyordu.
Ama hiçbir belgeye dayanmayan bu olasılığı uzmanlar benimsemiyorlar. Pertev Naili Boratav da sonraki yapıtlarında Köroğlu’nun kim olduğunu anlatırken bu olasılık üstünde durmuyor. Yaptığı en kısa tanım şöyle :
“Ünlü hikâyenin kahramanı Köroğlu gerçek kimliğiyle bir halk şairi ve Celâli reisi idi.”
  
Görüldüğü gibi, Köroğlu’nun yaşamıyla ilgili pek bilgimiz yok. XVI. yüzyılda Bolu dağlarında yaşamış bir eşkıya, bir şaz şairi, o kadar. Ondan ötesi çeşitli anlatılardan gelen kurmaca bilgiler.
Köroğlu’nun yaşamı genelde şöyle aktarılıyor :

“XVI. yüzyılda yaşamış bir Celâli reisi idi. Aynı zamanda saz şairiydi. Takma adının her nedense Köroğlu olması, devletin beylerine, paşalarına başkaldırması, çok eski çağlardan beri, ‘gözleri kör edilmiş babanın öcünü alan oğul’ ana-teması çevresinde oluşmuş söylencelerin, ululama öykülerinin, bu Anadolulu saz şairi eşkıyaya yakıştırılmasına yol açmıştı. Halk öyküleri geleneğinin çok güçlü olduğu Doğu Anadolu, Azerbaycan, Kafkasya gibi bölgelerde dolaşmış, yaşamış olması, şiirleriyle örülen öykülerin yaygınlaşmasını, yaşamının destanlaşmasını kolaylaştırmıştı.”

İlhan Başgöz ise, 1975’te yayımladığı “Köroğlu Düzeni” adlı yazısına bu adda bir eşkıyanın yaşadığını, ama öykülerde anlatılan Köroğlu’nu halkın yarattığını söyleyerek giriyor :

“Tarihin Köroğlu’su bir eşkıya, 1580’lerde Bolu toprağında Celâli olup zengin çocuklarını dağa kaldırmış. Pek ünlü bir eşkıya değil. Adı, ancak ölüm fermanlarına geçtiği için arşivlerimize girmiş. Belki saz çalarlığı, âşıklığı da var.
“Bir de halkın yarattığı Köroğlu var. Bunu destanlarda, türkülerde, hikâyelerde buluyoruz. Adı Koç Köroğlu. Âşıklarımız ondan şöyle söz ediyorlar : ‘Baylar, tarihin eski çağlarında, Çardaklı Çamlıbel’de Koç Köroğlu eğleşirdi. Öz adı Ruşen Ali idi. Bolu Beyi (bazı varyantlarda İrah Şahı) babasının gözlerini oydurduğundan, körün oğlu, körün oğlu derken adı kaldı Köroğlu. Köroğlu düşkün idi neye? İyi ata, iyi avrata, iyi yiğide, ya döğüşmeye, ya konuşmaya. Köroğlu bileğine ve yüreğine olduğu kadar kesesine de yiğit idi. Çardaklı Çamlıbel’e yoksul varan bay olur, öksüz varan bey olurdu.’ (...)
“Bu koç yiğit, Osmanlı düzeninin güçlüleri olan Paşalara, Beylere ve alışveriş zenginlerine düşman. Onların evlerini başına yıkıp, kızlarını gelinlerini kaçırır, mallarını talan eder. Fakir fukara ile arası çok iyi. (...) Eşkıya Köroğlu’nun bilinmezliğine karşı, Koç Köroğlu’yu bilmeyen, duymayan yok.”

Demek ki, Köroğlu öyküsü tarihte gerçekten yaşamış birinden kaynaklanmış da olsa, öyküdeki Köroğlu âşıkların sazıyla ülkeden ülkeye yayılırken o kişiden iyice uzaklaşmış.
Bu doğal da, İlhan Başgöz öyküler dilden dile geçerken hep Türkçe kalan türkülerden söz ediyor, onları ilk söyleyen saz şairi kim?

“Ermeniler, Kürtler, Tacikler, Araplar onun hikâyelerini kendi dillerince söylemişler. Ama hikâyedeki türküler hep Türkçe kalmış. Yolları dürüp, büküp bir bohça gibi kısaltan Kırat, kanatlarında yalnız Köroğlu’nu değil Türk dilini de taşımış yaban illerine.”

İşte kim olduğunu, doğumunu, ölümünü, nerede, nasıl yaşadığını bilemediğimiz, merak ettiğimiz, öğrenmeye çalıştığımız Köroğlu, bu türküleri ilk söyleyen “saz şairi Köroğlu”.

1580’lerde Bolu toprağında Celâli olup zengin çocuklarını dağa kaldıran, adı ölüm fermanlarına geçtiği için Osmanlı Arşivlerine giren, belki saz şairliği de olan eşkıya Köroğlu mu söylemiş ilk bu türküleri, yoksa Pertev Naili Boratav’ın bir ara kuşkulandığı gibi, Osmanlı ordusundaki Yeniçeri Köroğlu mu? Ya da başka bir saz şairi mi? Kesinlikle bilinmiyor. Ama her kim ise, çok etkileyici, başarılı bir şair olduğu bir gerçek.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.