Kılıç İpekte Sınanır - Toplu Şiirler 1982 - 2007 / Hüseyin Ferhad

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Asya, kül denizindeki ada! Sağrındaki ışık bulutundan ağdım toprağa ben, tanıdım hayatı. Susa yollarında dolaştım, pürenlerle örtülü bayırlarında uyudum, at sürdüm tundralarında. Kam’larınla lama’larınla arkadaşlık ettim. Asya, totem denizindeki ada! Seni aşkla sevdim. Öfke ve ümid bir muska gibi sallanıyor nicedir boynumda. Unutamıyorum...” Türk şiirinin doğu kapısından gür bir ses: Hüseyin Ferhad. Şimdiye dek yayımlamış olduğu altı şiir kitabına “Gizli Âyinler”i de ekleyerek bütün şiirlerini Kılıç İpekte Sınanır’da bir araya getiriyor.

BİR DAĞIN ETEKLERİNE                                                      
    
Bir dağın eteklerine bıraktım keçileri,
kavalımı dipsiz bir uçuruma.
Yüreğimdeki ıslaklık, dudaklarımdaki kuruma
yeni değil. Biraz lor peyniri,

zeytin, ekmek. Aha, göçebe çıkınımız.
Bir fundalıkta unuttuğumuz davar
kemirir içimi. Tef çalmak neye yarar
ey Acı? Kovalar dolusu acı sağdığımız

bir dağın eteklerine bıraktım liri,
arpı, kanunu, bağlamayı onun yanına.
Kilitledim sözcüklerin çeyiz sandığına
bize kalan o Büyük Şiir’i.

SABAH YILDIZI

Denizin üstünde bir saban
sürüyor geceyi. Konakladığımız yer batak
ve kamış içinde. Uzak
gemilerde gurbet ezanları. Zaman

takılıp kalıyor yosun yapraklarına.
Kitaplarda od sızıntısı;
sesler kargış içinde. Sabah Yıldızı
düşüyor bir abdal çadırına.

Ovalar mavi, koyaklar çivit,
örenler kül ve duman:
‘ülkemiz barış içinde’ ey Ozan
yeryüzü çağırıyor seni, var git.

METAFİZİK

Seni bir kilise avlusunda dilenmeliyim artık
çarmıha gerili avuçlarımda birer suskun çan.
– Ben değil miyim şu yıkıntıların üzerinde uzanan
saçlarım darmadağınık.

Seni bir sinagog avlusunda dilenmeliyim artık
çıplak ayaklarına sürmeliyim o ilençli yüzümü.
–Ben değil miyim kemirip duran Madde’ye verilmiş
    tek sözünü
aklım darmadağınık.

Seni bir cami avlusunda dilenmeliyim artık
kirli bir mendil gibi sermeliyim yüreğimi önünde.
–Ne var içimi kanatan bu ezan seslerinde
mihrabım darmadağınık.

SONSUZ DÖNÜŞ 
  
Tef çalıyor çamın biri
iki yana sallanarak.
Pingpong oynuyor şu geç vakit
kaygısız birkaç kozalak.

İki güvercin öpüşüp duruyor
iki ayrı dalda,
gölgeleri uzayıp karışıyor
karşı duvarda.

Usul bir sesle irkildim
döndüm soluma kimse yok
Baktım sağ yanımda birileri
cıgara aranmada.

İki kafadar ölüydü bunlar
bir at iskeletinin sırtında,
verdiğim cıgarayı ısırarak 
eridiler karanlıkta.

Dirgen uçlu bir tarak
takıldı kaldı saçlarında.
Bir tanrıtanımaz olarak
dedim: ‘‘kulkualda kuvalda...’’

Kırmızı bir akrep
ısırdı yüreğimi.
Mezarlığın oradan geçiyordum, öte yakadan
durdurdu beni bir parmak imi.

Bir serçe yavrusu 
kanatlanıp kondu elime.
Dedim: ‘‘ Adın ne? ’’
Dedi: ‘‘ Dilini ver dilime.’’

‘‘Geçiyordum uğradım,’’ dedim
‘‘sizin bu elin sırrı nedir?’’
Üç beş kemik bir avuç toprak
dedi: ‘‘Ölüm sır değildir.’’

Ay kanadı derken
şafak ağardı ağır aksak.
Yine bir sabah oluyordu işte
günışığını kulunlayarak.

‘‘Geçiyordum uğradım,’’ dedim;
sözüm ağzımda kaldı. 

BİR SÖYLENCE

Mayın tarlalarını aşıp geldiler,
başlarını dayadılar penceremizin demirine.
Uzun tüfekleri vardı. Mermiler
taşıyordu omuzlarından. Atları yoktu,
çimen yaprakları yapışmıştı yüzlerine;
yolcuydular. İşleri varmış görülecek.
Gözlerinde mor halkalar, soluktu
renkleri biraz. ‘‘Tarih biziz,’’ dediler,
‘‘Zaman’ı bıçakla kazımak gerek... ’’
Biliyorduk bunları. Su ve ekmek
koyduk çantalarına, birer tulum
ayran. Uğurladık şafağa doğru...
Gittikleri yolda duruyor hâlâ, duru
bir gök ve ezilmiş bir avuç kum.

AYN-İ ZALİHA

Doğan güne tırmanın ey sarmaşıklar
çaldığım kamış kavala  tırmanın ey
güz kuşları, bir gözü mühürlü gümüş balıklar.
– Sesiyle bulutlara asılı kaldı Haley.

Celâleddin  Mesnevî’sini farsça sesledi
fevren türkçeye çevirdi ney:
bir çobandı o fakat çoban dilini bilmezdi.
– Küskün kavalına dayalı kaldı Haley.

Koca Babil’den ne düştü hissemize
terle karılan Ninova kentinden;
bildiği lisanla sor bakalım Halil İbrahim’e.
– Ayn-i Zaliha’ya çakılı kaldı Haley.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.