Kaz Düşü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Kaz Düşü” yok oluşlara, bozulmalara, düşmanlıklara, şiddete karşı dünyaya yeni gelmiş insan düşünü öne çıkaran, yanı sıra yeryüzünün ışığını, toprağın sesini, zamanın gücünü duyuran bir roman. Tuncer Erdem yazı ve çizgisiyle “Hay bin Yakzan” gibi ütopik romanlara özgü masalsı bir dil, şiirsel bir dünya yaratıyor.

Bir sabah kendini göl kıyısında bulan, geçmişini yitirmiş bir insan yüzü; yanı başında sazlıklara sığınıp düşlere dalmış bir yabankazı; dertlerine derman arayan yalnız yolcular... Gölün ötesinde görünen köydeyse ölüm ve şiddet kol geziyor.

“Bense sımsıkı sarılmışım yerkabuğunun üst tabakasına. Hayatı bilmediğimden. Dünyayı tanımadığımdan. Farkında olmadan geldiğim bu yere bağlanıp kalmışım. Küçücük bir yeryüzü parçasının içinde debelenip duruyorum. Sonsuz dünyaya, yerkürenin ufuktaki eğimine doğru bakınca, yeraltına kulak verince daha iyi anlıyorum bunu.

Sonuçta acemisiyim bu dünyanın. Kanatlanamayan puhu yavrusu, göç yolunda görülen kaz düşüyüm...”

Bu sabah geldim dünyaya...

Kimim ben, bilmiyorum. Yeryüzüne geceleyin kimsenin haberi olmadan düşmüş bir göktaşı gibiyim. Adım yok, geçmişim yok, ailem, akrabam, arkadaşım yok. Belki varlar, ama ben bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Kimliğime dair belleğimde hiçbir bilgi yok. Kendimi yaşarken bulduğum (doğduğum diyemiyorum) bu yerde kimse beni tanıyor gibi davranmıyor, hatta beni hiç görmüyor gibiler. Yanımdan geçip tarlalarına, göle ağ sermeye, saz biçmeye giden köylüler, kapı önlerinde oturan, bahçelerde çalışan kadınlar, kırlarda koşuşan çocuklar, hiçbiri beni fark etmiyor sanki. Varlığımın farkındalar, hissediyorum. Ben geçerken başlarını bana doğru eğip göz ucuyla süzüşleri, ben yaklaşınca seslerinde oluşan çatallaşma, kısılma, hareketlerindeki kasılma, gülüşlerinin matlaşması, dudaklarındaki gülümsemenin donuklaşması benim farkımda olduklarının işaretleri... Varlığımı yadırgamıyorlar, benim oraya ait olduğumu kabul ediyorlar, etraflarında dolanmama, yaşamama ses çıkarmıyorlar, ama beni görmezden geliyorlar, içlerine kabul etmiyor, yok sayıyorlar. Hepsi bir zamanlar akrabam, arkadaşım, eşim dostummuş da, bir gün gelmiş bana küsmüşler gibi...

İçe işleyen bir ayazın gölün üzerinden gelip tüm bedenimi titrettiği o güz sabahı hayata uyandım, kendimi şu alçak tepenin berisinde ucu görünen sazlığın kıyısında yatarken buldum.

Nefes almak ne güzeldi! İlk hatırladığım, içime dolan taze havanın ciğerlerimi tatlı tatlı sızlatışıydı.

Elimde bir değnek, üstümde bir paltoyla kıyıdaki ıslak otların üzerinde uyanmıştım. Hayatımın hatırladığım ilk ânıydı bu. Yüzüme vuran gün ışığını ilk hissedişim, sazların arasından gelen ördek seslerini, kurbağaların türküsünü, suyun yüzünü ok gibi yalayıp geçen kırlangıçların kesik kesik cırlamalarını, koyun çıngıraklarını, balıkçı naralarını ilk duyuşum, kızıl-yeşil tepeleri, mavi gökyüzünü, suyun üzerine dizi dizi kümelenmiş kamışlıkları, kıyıda çadır biçiminde çatılmış hasırları ilk görüşümdü.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.