Kardeş Alevler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Gültekin Emre şiir eksenli kitabı Kardeş Fırtınalar’dan sonra, Kardeş Alevler’de öykü, roman, şiir ve yazar ekseninde seyreden yazılarını bir araya getiriyor. Tezer Özlü’den Sait Faik’e, Enis Batur’dan İlhan Berk’e, Füruzan’dan Dağlarca’ya, Adnan Binyazar’dan Ece Ayhan’a  uzanan bir yelpazede metinler arasında geziniyor.

“Şimdi, yurtdışında yaşayan yazarlar, içinde yaşadıkları toplumun dilini iyi konuşsalar da, o ülkenin yazarı mı sayılacaklar? Yurtdışında yazmakla, Türkiye’de yazmak arasında bir fark yok mu? Yazar, yurtdışında bir başka dilin baskısında değil mi? Onun için Yurtdışı Türk Yazını denince, ağzımıza kekre bir tat yayılmıyor mu? Kekeme bir yazınla karşı karşıya değil miyiz? Yurtdışında anadile eğilme, dile daha bir sıkı sarılma, azalıyor mu ne?
Tomris Uyar’ın ‘... dışarıya gitsem... yazamam’ demesi, günlerdir yaramı kanatıp duruyor.
Bizler yurtdışında nasıl yaşıyoruz, nasıl yazıyoruz?”

Berlin’i Yaşamak


Ece Ayhan da alışmaya başlamıştı Berlin’e, birden kaçtı buralardan. Bir kente, bir çevreye alışmaktan mı çekindi acaba? Çanakkaleli Melahat’a yazdığı mektuplara benzemeseler de, Varlık’a Berlin’den birkaç mektup yazmıştı. Ece Ayhan, Sabahattin Ali’nin baktığı gibi bakmaz Almanlara. Sabahattin Ali, 22.12.28’de Potsdam’da yazdığı “Daussıla” şiirinde Potsdam’ı ve Almanları şöyle dizeleştiriyor ve İstanbul’la da karşılaştırmadan yapamıyor yaşadığı çevreyi.

“Bugün de Potsdam’dan süzerken Potsdam’ı,
Yaktı yine içimi kimsesizliğin gamı
Gözlerin inhinâsız uzayan caddelerde
Dedim: Bu soğuk şehir nerde, İstanbul nerde?..”
...
“Burada her şey: Şehirler ve insanlar nursuzdur,
Alamanlar, âdeta besili bir domuzdur
Sokaklar saatlerce uzanır bükülmeden
Alamanlar dolaşır üzerinde gülmeden...”
Sabahattin Ali’nin şiiri ülke özlemiyle sürerken, Almanları eleştirisi de sürer şiir boyunca.
Mehmet Akif Ersoy da, “Berlin Hatıraları” (1915) şiirinde İstanbul’un kahveleriyle Berlin’in kahvelerini karşılaştırmadan duramaz.

Berlin, 12. Berlin Film Festivali’nden yeni kurtuldu. Bu yıl oldukça heyecansız ve sönük geçen festivalde, hiçbir Türk filmi gösterilmedi. Susuz Yaz ve Hakkari’de Bir Mevsim gibi başarılı yapımları alkışlamış Berlinliler için festivalde Türk filmi ha olmuş, ha olmamış pek önemli değildi. Kentte yaşayan 150 binlik Türkiyeli için önemliydi Dünya Kültürleri Evinde bir Türk filminin gösterilmesi. Sabahları Berlin’e işe giden, akşamları Türkiye’ye gelen ve durmadan durmadan Türkiye’yi yaşayan insanlar için Berlin’de bir filmi Türkçe izlemek ne büyük bir keyiftir yaşayan bilir!

 Berlin, son birkaç aydır Hint kültürüyle sarmaş dolaş: Hint müziğinden mimarisine geleneksel el sanatları sergisinden görkemli “Tanrılar Sarayı” sergisi, Hindistan’daki tanrıların büstlerini, mermere, taşa oyulmuş çeşitli figürlerini içeriyor. Hint mimarisine uygun bir düzenlemeyle sunuluyor Tanrı buluntuları; Hint müziği de eşlik ediyor sergiyi gezenlere. Ayrıca Ganj Nehri’nin sularını anımsatan bir havuz ve nehre atılmış çiçekler de sergiyi gizemli ve biraz da heyecanlı kılmış. Sergiyi gezerken, Halikarnas Balıkçısı’nı anımsadım, onun Anadolu tanrılarını gün ışığına çıkarma çabaları geldi aklıma.

Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta (1984) Berlin’deki Türkleri ve Berlin’i şöyle değerlendirir: “Yarısı Doğu, yarısı Batı, arası Türkiye olan kenttir” Berlin çoktandır ve Tezer, ne yazık ki, bunu göremedi. O, “Hiçbir kent insana Berlin kadar ölümü, hiçbir kent insana Berlin kadar yaşamı düşündürtmüyor” (s. 19) yazmıştı bir sayfa önce. Kalanlar (1990), Tezer’den kalanları içeriyor. Demir Özlü, Berlin’de Sanrı’yı (1987) yaşarken, Tezer, ağabeyinden çok önce o sanrıya yakalanmıştı ve ölümün üstüne üstüne gitme cesaretini gösterdi. Cesurdu Tezer, ölümle yüzleşecek denli cesurdu!

Ferit Edgü’nün Yeni Ders Notları’ndaki (1991) “Berlin Resim Notları (1989-90)”, yazarın Berlin günlerinin ürünü “Notlar” dilinden düşmüyor günlerdir: “Resimde ezber olmaz.” “Tek bir siyah renk yok.” “Siyahın sesini dinleyin. / Ama beyazı da unutmayın.” Bu, bana, Özdemir Asaf’ın “Jüri” şiirini anımsattı: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. / Birinciliği beyaza verdiler.” Özdemir Asaf’ın şiiriyle Ferit Edgü’nün 54 numaralı notu aynı şeyi içermiyor, ama bende yan yana bir çağrışım uyandırdılar nedense.

“Ben ve Büyük Kent” sergisi Berlin’in kuruluşunun 750. yıl kutlamaları için düzenlenmiş görkemli bir etkinlikti. Serginin kataloguna bakıyorum, 20. yüzyıl Alman resim tarihinin bir panoraması çıkıyor karşıma. Görsel sanatlardaki ürünler, kent ve insan olgusu genişçe ele alınmış. Sergide ve katalogda yer alan sanatçıların hepsini saymam olanaksız, ama Max Beckmann, Otto Dix, George Grosz, Erns Ludwig Kirchner, Köthe Kollwitz gibi sanatçılara değinmeden geçmek istemedim.

Kent ve yazına bir başka örnek olarak Alfred Döblin’in anısına düzenlenen sergi gösterilebilir bence: Sanatçının yaşamıyla bütünleşen Berlin, sanatıyla bütünleşen romanı Berlin-Alexanderplatz sergide ve sergi katalogunda hacimli olarak ele alınmış.

Berlin, kültürel etkinliklerin yoğun olduğu kent; ayrıca her türlü dilin birbirine geçtiği, her türlü geleneğin birbiriyle kucaklaştığı bir yerde.
Ece Ayhan, Almanlara nasıl bakmıştı Berlin’de dolaşırken?
Berlin’de Türkiye’yi düşünmek ve yaşamak; Türkiye’deyse Berlin’i aramak! Nedir benim başıma gelen! Ne zaman biter bu çelişki?


Varlık, Ekim 1992

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.