Kar Merdiveni

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Betül Tarıman, Kar Merdiveni’nde yaşamın gerginliğini, bu gerginliği iyice kanırtan bir şiir diliyle tekrar tekrar sorguya çekmekte...
2005 Behçet Necatigil şiir Ödülü’nü kazanan Betül Tarıman bu kitabıyla ustalığını kanıtlıyor.

Hüznün keskin bir alaycılıkla harmanlandığı şiirler...

KATILMA  ANI

... sonra sınır kahvesi
kaçakçının düşürdüğü çakmak
kol düğmesi… üç jandarma eri ve kar
üstelik yeter değildi
kıvançla alna vurulan su
yol bir yaralıyı taşıyordu
kadınlar ağızlarına susturucu takılmış
uzun bacaklı atlardı yalnızlığa koşan
birazdan biri size tükürecektir
biri ömür dilemez
öteki kapısız bir ev
biri bir yokluk
yoksulluğun eksilttiği sonradan
                       yürüyorsun…

postacı mektup dağıtıyor
çantası koru serinliği
gözyaşı ve kan
birazdan tüfek sesiyle
ömrüne ölüm düşecek
ve sen yakarış olmaktan başka
acıyı kapı altından


yol olup yolcuyu bekledin
yırtık bir kaput
tozutan bir at
soldun
           geceyi bekliyorsun

kızlar çile çözüyor
yüzleri sert alımlı
içe kapanık zamansız

… sonra jandarmanın karısı
yüzü sabah uykuları
kesik bir saç tarhana çorbası
üç çocuk giyinir dünyanın sesini
ağızlarında menekşe sapı veya
bir hay huy
kaç gecedir hesap kitap
şimdilik söylendikleri yerde
ağrı hep ve
olduğumuz noktada da var
bu yüzden beki de
sınırda diş izleri
mayın tarlası
ve ondan sonra…


KIRIK TAŞLAR

bir iki üç dört beeş
saymayı bırakıyorum
bir emir eri kapıda tekmelenmiş at
içi oyulmuş çelişkiyle
giriyorum kardeş kokuları
yıkanmış bir el iyilikler
        bir kapıdan içeriye

kapanmış bir okul kar yüzünden
duvarları sökülmüş
çatısı eşikleri…
köşede yıkık tahta
sıralar resimler…
bölüşülmüş gibi iki yumurta iki zeytin
orta yerinde sınıfın acı
               her kelimede…

‘yeryüzü çatıdan damlamaktadır’

kendiliğinden bir baş ağrısı
veyahut kulak ya da boyun
gelişip durur içimizde sıkıntı
bir düğme kopar
boşluğa sallanır el
kızlar annesinin yenisi
baba eskisidir
      erkekler solduğunda

öyle demişti rizeli tütün tüccarı
yaprakları ayırırken
ayıklarken otları diğerlerinden
ağladık unutmaya yorgan serip
hatırası içimizde bir okul
yollar taşlı
yaz kıvrımları eteklerinde
çıkarız bir merdiveni
yepyeni durmadan

tak
tak
tak
              tüfek sesiyle düşer
              iki kol iki ayak
              yarım bir yüz
              elleri bir öğretmenin
              şefkati koşa koşa

BİL


belki gözleri kendinden uzak acıya memur
annendir ekmekler ufalar göğü kapısına toplamış
kenarda ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar
bilmenin arzusuna yatırıp incir kokuşlu bedenini
sataşmaya memur edilmiş gökle aranda…
bu gökten payına neler düşecek bil

şarkılanmış bir rüzgârla nisan öğlelerinde odanda
mimozalar böyle esrarlı ağzı saklı ve lal
babandır gözleri dövecek ceplerinde hüzün rengi leylak
aceleyle toplanmış gibi iki kardeş balkondan
ablan dicle’den beri düşmüş bir at yollara yorgunmuş
heyecanlar verdik biz can katık bir ölüye inat

titredin ama biri vardı ki denizi gelmemiş bir adamdı adı cemal
aşklar söndürürdü sağ eliyle ufaltıp hevesler masallar
toplanmayı bekleyen ağrıydı bilmedin içi hiç
şimdi bakır rengi almış rütbesiz bir er yavaş
kalbiyle duymuş bir çocuk toza bulanmış her anıda

bacaklarını taşıyamadığında tarağına takılmış bir bitle
yüzü ağlar toplamış kadın şimdi az bulunur
nöbet tutulmuş kapı önlerinde olgunluğa eriştiğinde
beni böyle benden uzak bil


AVUNTU

bir nar seçersin olmuş
bir nar avlular ardından
buruşturulup atılmış yaz rehaveti üstünde
ikiye böler içini görebilme umudu
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
terbiye edilmiş bir kediyle
aklı şaşmış bir adam görünür
heyecan ya da doruktayken aşk

bir bardak alırsın içi boş
bir kuyu içini vesvese doldurur
annesinin derdinden doğar bir çocuk
keklik düşmüş gibi ovaya ağırdan
bahçesi kaçak jandarmalar
benzin bidonları mataralar
çarşılar gezer ağır kavun kokusu
balkonların sokağa döküldüğü aralıktan

bir ev alırsın içi boş ötekinde sarhoşluklar
dengeyi dengesizlikten öğrenir çocuk
erzincan depreminde kendine dalmış toprağa değil
sakındığın kendindir
tutunduğun toprakta hep bir uyumsuzluk
sırtında ağır bir yük morluklar
eli çenesinde bakar boşluğa öteki
derdine bağdaş kurmuş soluğu vietnam
denkler toplar fotoğraflar ısfahanlar
içinde öpüşmekten yorgun bir zorunluluk var

idare lambaları ve kuytuları evlerin
görülmüş damgalı mektuptur giz sanılan
gövdenin gövdede söküldüğü yerde
az görülmüş şeydir bir adamı adamda tanımak
örneğin tırnakları etinizde canınızı acıtabilir
konuşmadan kalbinizi yoran
babanız ya da ağbiniz olabilir

çünkü kendinden içeriye taşmış
suretinde morluk ve kırk çamur
az satan kitaplar okursun kötü sanılan
kerpiç evlerde böyle
hayatı duymak gibi yirmi ikiden
mardinli bir kadındır denizle ırmağı karıştıran
boynundaki ilmekle çünkü
her kadın kendinden göç edebilir
çünkü her kadın ucuz bir müvekkildir
eğer çok susmuşsa
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
bir nar dağılmış gibi başaklar arasında
buruşturulup atılmış yazdır rehaveti üstünde

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.