Kanuni Devrinde İmparatorluk ve İktidar - Celalzade Mustafa ve 16. Yüzyıl Osmanlı Dünyası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Indiana University’nin Tarih bölümünde Yardımcı Doçent olan Kaya Şahin, Kanuni Devrinde İmparatorluk ve İktidar adlı çalışmasında, imparatorluğun bir numaralı bürokratı olan Celalzade Mustafa’nın bakış açısıyla revizyonist bir siyasi tarih anlatısını ve nişancının eserlerinin ayrıntılı bir okumasını bir araya getiriyor. Kitabın ilk kısmı Osmanlı seçkinleri arasındaki dahili çekişmeleri ve uluslarası ortamdaki rekabeti hesaba katarak 16. Yüzyıl Osmalı tarihine yonelik yeni bir değerlendirme sunuyor. İkinci kısımda ise yeni imparatorluğun müesseselerinin ve bu müesseselere eşlik eden kültürel ve siyasi söylemin oluşumunu ve taşıdığı işlevi tartışıyor.
Kanuni Devrinde İmparatorluk ve İktidar, geleneksel yaklaşımların ötesine geçerek, 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Avrasya’daki diğer siyasi oluşumları Avrupa merkezci bakış açısının görünmez kıldığı müşterek zaman ve mekân içine yerleştirirken, Safevi ve Habsburg hanedanlıklarıyla doğrudan ilişkide olan Osmanlı’nın Avrupa siyasetinde etkin bir rol oynadığının da altını çiziyor.

Osmanlı İmparatorluk Teşekkülü ve Erken Modern Avrasya

Erken modern Avrasya terimi, içine yeni imparatorlukların tarihinin yerleştirilebileceği anlamlı bir coğrafi ve kültürel alana işaret eder. Avrasya, Avrupa’nın batısından Uzakdoğu’ya uzanan ve Tunç Çağı devriminden itibaren çeşitli ticari ve ekolojik dalgaların birbirine bağlandığı bir alanı simgeler. Bu alan, on beşinci yüzyılın sonlarından itibaren, ekonomik ve siyasi/kültürel etkileşim sayesinde daha da sıkı bir biçimde birbirine bağlandı.  Erken modern tabiri, Rönesans’tan ulus devletin, sanayi kapitalizminin ve Avrupa modernitesinin doğuşuna kadar yaşanan dönemi tanımlamaya çalışan Avrupa tarihçilerince geliştirildi. Jack A. Goldstone’un, kavramın Avrupa merkezci ve modernite merkezli olmakla malul olduğuna dair eleştirileri geçerliyse  ve Avrupa dışı toplumları, Avrupa modernitesini benimsemekteki başarı ya da başarısızlıkları ekseninde değerlendirerek hataya düşülecekse de; yine de erken modern çağı, coğrafi olarak illa Batı Avrupa’dan olması gerekmeyen çeşitli siyasi oluşumların aktif katılımını içeren küresel bir dönem olarak tanımlamak mümkündür. Bu çalışmada erken modern terimini kullanarak Osmanlıların yaşadığı deneyimi Avrupa’daki gelişmelere yamamaya çalışmıyorum. Daha ziyade, Osmanlıları ve ona kıyasla Avrasya’daki diğer siyasi oluşum, kültür ve toplumları, endüstriyel-kapitalist Avrupa emperyalizminin ve Avrupa merkezciliğin görünmez kıldığı müşterek zaman ve mekân içine yerleştirmeyi amaçlıyorum. On altıncı yüzyılın ilk yarısında küresel bir erken modernite tanımlamak, hem Avrupa merkezciliğin hem de Avrupa dışı olan ya da Hıristiyan olmayan toplumların hususiyetlerine (ya da marifetlerine) odaklanan bazı savunmacı, mazeret üreten (apolojetik), proto-milliyetçi yaklaşımların panzehri olabilir. Ayrıca bu çalışmada erken modern kavramını kullanarak, Osmanlı örneğinin tahlili üzerinden tarihyazımında son dönemde mevcut olan “küresele dönüş” (global turn) tartışmalarına eklemlenmek mümkün olabilir.
Esasında on beşinci yüzyıl sonlarından on sekizinci yüzyılın son demleriyle birlikte Batılı/Avrupalı toplumların egemenliğinin, sanayi kapitalizmi ve yeni emperyalist yollar vasıtasıyla dünyanın geri kalanına dikte edildiği zamana dek Avrasya’da, birbiriyle görece etkileşim halinde olan siyasi ve ekonomik değişimler, yine görece birbiriyle diyalog içerisinde bulunan kültürel alışverişler yaşanıyordu. Mevzubahis dönemde “devletlerin hüküm sürdüğü topraklardaki hudutların perçinlenmesi, ateşli silah kullanımının arttığı savaşlar, büyüyen ve giderek rutinleşen idari mekanizmalar, genişleyen pazar ekonomisi, artan okuryazarlık oranları ve konuşulan dille yazılan eser sayısındaki artış” gibi birbirine koşut giden ve hemen hemen aynı dönemde meydana gelen olgulara tanık olundu. Bütün bunlar, giderek büyüyen imparatorlukların, özellikle 1450 ile 1600 arasında elverişli iklim şartları, tarımsal üretimdeki gelişmeler ve artan uluslararası ticaret hacmi gibi idarelerini sağlamlaştırmaya ve askeri harcamalarını karşılamaya imkân tanıyan bazı değişikliklerle de desteklendi. Jerry Bentley, erken modern kavramının kökenlerini incelediği bir makalede erken modern ekolojiyi yaratan üç küresel süreçten bahseder: “Dünyadaki tüm sahil şeritlerini erişilebilir kılan küresel bir denizyolları ağının meydana gelmesi; hem insan nüfusu hem de tabiat için muazzam bir öneme sahip canlı türlerinin küresel ölçekli mübadelesi; dünya genelinde, üretim, dağıtım, tüketim ve sosyal organizasyon biçimlerini şekillendiren bir erken küresel kapitalist ekonominin teşekkülü.” Bütün bu süreçler, “nüfus dalgalanmalarına, geniş çaplı göçlere, tabiatın giderek artan sömürüsüne, teknolojinin yayılmasına, merkezi devletlerin perçinlenmesine, emperyal genişlemeye ve küresel ölçekli kültürel alışverişe” yol açtı. Bu kültürel alışveriş içerisinde, evrensel/ekümenik egemenlik hakkındaki görüşlerin yeniden ifade edilip yayılması da vardı.  Tarihyazımında küresel bir bakış açısının önemini vurgulayan öncü isimlerden biri olan Joseph Fletcher, bütün bu değişimlere, şehirlerin büyümesini, şehirli esnaf tabakalarının yükselişini, dinde uyanış ve tasfiye hareketlerini ve taşra ayaklanmalarını da ekler.
Osmanlılar, daha geniş bir erken modern Avrasya bağlamında ele alınmayı hak eder; zira on altıncı yüzyılın ilk yarısında bu dönüşümlerin çoğuna kendisinde de rastlanır. Joseph Fletcher’ın erken modern çağda “hızlanan bir ritim” olduğu yorumu Osmanlı tarihi açısından da geçerlidir: On altıncı yüzyılın ilk yarısı, başka şeyler için olmasa dahi, Osmanlı coğrafyasında siyasi, askeri, mali ve dini hareketliliğin bariz biçimde artan temposu sebebiyle bile araştırılmaya değerdir. Osmanlı memaliki, idari olarak sağlamlaşmaya yönelik atılan adımların ve kültürel rekabetin yanı sıra küresel ekolojik ve epidemiyolojik etkenlerin tesirini de hissediyordu. Osmanlı yönetici seçkinleri, gerek kara gerek denizaşırı seyahat ve iletişim yollarına dair yoğun bir merak besliyor; coğrafi genişleme ve keşiflerde bulunma hususunda hakiki bir faaliyet içinde bulunuyordu.
Osmanlı tarihçileri, erken modern kavramını, Osmanlıların da içinde bulunduğu geniş coğrafyayı kabul edip bir tarihi dönem belirlemek; mekân, meşruiyet, bilgi ve dini-kültürel kimlik üzerine birtakım sorular yöneltmek için kullandı.
Erken modern Avrupa tarihi ile Osmanlı tarihi arasındaki yakınlık ve farklılıklara değinen ilk araştırmacılardan biri olan Cemal Kafadar, farklı bir çağın özellikleri olarak edebiyatta, kimlikte ve toplumsallık biçimlerindeki yenilikleri gündeme getirdi.19 Daha yakın zamandaysa, Osmanlıların özellikle askeri ve siyasi müesseseler tesis etmesi, evrensel referanslara sahip siyasi ve dini fikirleri dolaşıma sokması hasebiyle Avrupa ya da Akdeniz erken modernitesinin bir parçası olduğu iddia edildi.20 Osmanlılar, Marshall Hodgson’ın küresel İslam tarihi anlayışı ya da “Asyalı” toplumların hususiyetleri üzerine süregiden Marksist tartışmalar ışığında Safeviler ve Hint-Moğollar (1526-1857) gibi çağdaşı olan İslam imparatorluklarıyla beraber çalışıldı.21 Bu kitapta ise, on altıncı yüzyıl Osmanlı imparatorluk teşekkülü, hem Avrasya’daki yeni imparatorlukların bir sacayağı hem de (Sanjay Subrahmanyam’ın dile getirdiği “birbiriyle irtibatlı tarihler” anlayışını takiben) Avrasya’nın doğusunu ve batısını birbirine bağlayan bir bağlantı noktası olarak ele alınıyor. İmparatorluk haline gelme sürecinin iki yönü bulunuyor. İlki, İran’ın batısından Macaristan düzlüklerine kadar olan toprağın ve ekonomik araçların kontrolünü tesis etmeye yönelik teşebbüslerden ibaretken; ikincisi, özellikle Timur döneminde revaç bulmuş ilahi seçilmişliğe dayanan egemenlik anlayışı ya da Avrupa’daki cihan hâkimiyeti iddiasından yeni yeni tahayyül edilen Sünni kimliğine kadar uzanan bir dizi evrensel ve aşkın siyasi kavramın ortaya çıkmasını içeriyor.
İmparatorluk inşasını ve idari sağlamlaşmayı ele almak kaçınılmaz olarak, tesadüfün payını gözden kaçırmak pahasına niyetlerin altını çizme, “kriz” yerine “gelişme”yi abartma riskini beraberinde getiriyor. Burada amacım Osmanlı imparatorluk teşekkülünün bu dönemde tamamlandığını ya da “ideal” biçimine kavuştuğunu iddia etmek değil. Rifa’at Abou-El-Haj, Karen Barkey ve Baki Tezcan’ın da gösterdiği üzere, Kanuni sonrasında da Osmanlı coğrafyasında muazzam bir siyasi ve ekonomik dinamizm, yaygın bir pragmatizm, hayli yüksek bir toplumsal hareketlilik ve akışkanlık görülmeye devam etti. Ayrıca Osmanlılar gibi geniş bir kara imparatorluğu, mevcut koşullara uyum sağlama mekanizmalarının bir toplamıydı; ancak bu imparatorluklar zamanla, özellikle de yeni koşullara uyum sağlayamayıp kendilerini dönüştüremediklerinde birçok soruna maruz kalıyordu. Sam White’ın da gösterdiği üzere, Osmanlı genişlemesi on altıncı yüzyılın ilk yarısında elverişli bir ekolojik çevrenin yardımını görmüştü. Osmanlı ekâbirinin başarısı, bu çevreden yaratıcı bir şekilde yararlanma yollarını bulabilmesine dayanıyordu. Ne var ki, “Osmanlılar ebat ve kapsam olarak büyüdükçe Osmanlıların iaşe ve iskân sistemleri giderek artan sıkıntılarla baş başa kaldı. Osmanlılar bu sistemleri kurma konusunda haddinden erken davranmış; daha sonra da bu sistemlerin istikrarına ve başarısına bağımlı kalmıştı.” Özellikle de “nüfus baskısı, enflasyon ve tarımsal gelirlerin azalması” gibi sorunların etkilerini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı 1570’lerden sonra. Dolayısıyla Mustafa ve akranları tarafından tahayyül edilip ete kemiğe büründürülen imparatorluk, kısa bir süre içinde çok ciddi sorunların ve mühim dönüşümlerin yaşandığı bir devreye girdi. Yine de büyük idari mekanizmalar, daha gelişkin kültürel ve ideolojik söylemler meydana getirmek için sarf edilen görece ilk organize Osmanlı teşebbüsünün ardındaki amilleri anlamak için on altıncı yüzyılın ilk yarısının yeniden ele alınması gerekiyor. Bu dönem, onu yalnızca Türkiye ulus-devletinin bir öncülü ya da Türk-Müslüman hüviyetinin zirvesi olarak yorumlayagelen milliyetçi ve ereksel (teleolojik) yaklaşımlarla sınırlandırılamayacak kadar zengin bir süreçtir. Osmanlıların erken moderniteyle bu ilk tecrübesi, akılcılık, hukukun üstünlüğü, etkin yönetim, siyasi otorite tarafından denetlenen din ve politik iktisata verilen ehemmiyet sayesinde, çoğunlukla bu kavramlar ölçütünde tanımlanan Avrupa erken modernitesinin üstün ya da benzersiz olmadığını; aksine küresel trendlerin bir parçası olduğunu kanıtlar niteliktedir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.