Jacquot Melek ve Katil

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Serinin ilk kitabı Jacquot ve Suyu Seven Katil’de Marsilya maceralarına ortak olduğumuz alışılmadık detektif Jacquot, artık Güney Fransa’nın küçük bir kasabasında dingin bir sürgün hayatı yaşıyor. Ancak o halinden memnun olsa da macera bir türlü peşini bırakmıyor ve bir sabah sakin taşra kasabası huzurlu uykusundan vahşi cinayet haberleriyle uyanıyor. Hayatını değerli orkideler yetiştirmeye adamış zengin ve yaşlı bir Alman doktor ailesiyle birlikte katledilince, kahramanımız kendini kökleri ikinci Dünya Savaşı’na ve Nazi işgaline kadar uzanan karanlık bir ihanet ve aşk öyküsünün ortasında buluyor. ?imdi, eski düşmanları ve yeni dostlarıyla birlikte kasabayı yeniden huzura kavuşturmak için mücadele etmesi gerekiyor. “Jacquot’nun uzun ve eğlenceli bir kariyeri olacağı belli, Güney Fransa’daki yozlaşma manzarası son derece gerçekçi resmedilmiş.” Birmingham Post “Sürükleyici ve farklı… Bu polisiye dizisinin çok usta bir yazarın kaleminden çıktığı hemen anlaşılıyor.” Huddersfield Daily Examiner “Cinayet, komplolar ve ilginç karakterleriyle büyüleyici bir karışım.” Northern Echo

Şubat 1998

Sormak zahmetinde bulunan herkese anlatacağı gibi, Madam Ramier’nin asla unutamayacağı bir sabahtı.
Çarşamba günüydü, şubat ayının son çarşambası, St. Bédard-le-Chapitre çevresinde toprağın çelik kadar sert, asmaların böcek bacağı kadar çıplak ve kahverengi göründüğü kasvetli, sıkıntılı bir gün. Bulutların bir anda toplandığı ve insanlara gölgelerin biçimiyle özünü unutturduğu, güneşin bir daha dönmemek üzere yitip gittiğini düşündürme niyetiyle gökyüzünü kapladığı boğucu bir gün.
İşte son günlerde hep böyleydi, derdi soracak olsanız Madam Ramier size; basık bulutlar St. Bédard çatılarının ve Brieuc vadisi yamaçlarının üzerine bir kavanoz kapağı gibi sıkı sıkı kapanıyordu. Ancak sabahın erken saatlerinde, aynı bulutlar geldikleri gibi birden gidivermişlerdi. Şimdi de, saat sekizi biraz geçe, kobalt kadar mavi ve peksimet kadar kırılgan göğün üzerinde, solgun bir güneş parıldıyordu.
Odile Ramier ilk cesedi bulduğunda hava –parlak ve keskin, soğuk ve gevrek– böyleydi işte.
Madam Ramier için o gün de herhangi bir gün gibi başlamıştı, kız kardeşi Adéline ile paylaştığı evin mutfağında tek başına oturuyordu. Adéline’in üst katta dolaşırken gıcırdattığı döşemelerin sesini dinleyerek, perşembeden kalma Doriane bagetinden kalan son parçayı Adéline’in her akşam onun için hazırladığı papatya ve zencefil çayına dalgınca banarak oturuyordu; sabahın neler getireceğinden habersiz olduğunu söylerdi size Madam Ramier, kesinlikle habersiz olduğunu. Martnerlerin evinde her zamanki işler yapılıyor, diye düşünüyordu; eski çiftlik evlerinde toz almak, elektrik süpürgesini çalıştırmak, cilalamak.
Merdiven altındaki depodan Solex marka mopetini çıkarırken Odile Ramier’nin aklındaki tek düşünce, Madam Martner’in salondaki meşe büfe için balmumu cila çıkarmayı hatırlayıp hatırlamadığıydı; yoksa yanında cila götürmesi mi gerekiyordu? Mopetini koridorda iterken, Madam Martner’in hafızasına güvenmeye karar verdi, paltosuna ve atkısına uzanıp kız kardeşine “adieu” diye seslendi, yanında mopeti, küçük bir manevrayla ön kapıdan çıktı.

Dışarıda, kaldırımda atkısını boynuna sarıp eldivenlerini giydi, düğmelerini sıkıca ilikledi, kaskını başına geçirip gözlüğünü taktı, mopetin destek ayağını kaldırdı ve yokuştan aşağıya inerken pedalları çevirmeye koyuldu. İki zamanlı motor çalışınca çenesini yakasına gömdü, meydanın dibinden sola saparak Chant-le-Neuf yolu boyunca ilerledi, St. Bédard’dan çıktı.
Odile Ramier, yirmi üç dakika sonra sanki böyle durursa biraz daha hızlı gidecekmiş gibi gidonun üzerine eğilmiş, Bédard’a dönüyordu. Köyün jandarma karakolu önünde aniden durdu, Solex’in devrilmesine, arka tekerleğin dönmeye devam etmesine aldırmadı, gördüklerini anlatmak için hızla merdivenleri tırmandı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.