İstanbul: Zamanın Suya İzi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

İstanbul: Zamanın Suya İzi’nde Tuncer Erdem geçip giden zamanı duyuruyor, kendi İstanbulunun eski köşelerini gezdiriyor: Kırk beş desenli şiirle hüzünlü bir İstanbul turuna çıkarıyor.

İstanbul’a bak ey okur. Zamanın taze yaralar açıp eski izleri kapattığı; yeni tüneller, çukurlar kazıp eski dehlizleri, sarnıçları doldurduğu; her geçen gün kılık değiştiren, eskinin üzerine betonlar örten, zamanın aralıksız darbeleriyle durmadan biçim değiştiren şu şehre bir bak. Bugün baktığın şehir yarın aynısı olmayacak. Senin bir rüya gibi geçip giden hayatın, sürekli değişen bu koca şehrin hayatında, topuklarının eskittiği bir merdiven basamağı, okulda sırana kazıdığın bir yazı, bir fotoğrafçının arşivindeki vesikalık bir fotoğraf olarak kalacak. Ama bu şehir senin anılarında derin izler bırakacak. Denizi, insanları, ağaçları, binaları, sokakları, merdivenleri ve mezarlıklarıyla...

SUNUŞ
Zamanın İzleri

Elini teninde dolaştır ey okur, hassas parmak uçlarını göz kenarlarında, alnında gezdir, diğer elinin üzerini sıvazla. En ufak pütürleri, yara izlerini, kırışıklıkları, şişmiş damarları hisseden sinir uçların bedeninde dolaştıkça zamanın sende bıraktığı izleri bulacaksın. Oturduğun koltuğun kumaşında, ceketinin dirseklerinde, evinin duvarlarında da onun bıraktığı işaretleri göreceksin. Zaman, şeyleri hırpalayıp yıpratmaya devam ederken, bedenin, giysin, kullandığın eşya, oturduğun ev, yaşadığın şehir de bu amansız saldırıdan nasibini alacak.

Şehrin sokaklarına çık ey okur, ama bir yerlere yetişme telaşı olmadan. Yaşadığın şehri dinle, seyret, ona temas et, onu tanımaya çalış. Arkasında ne sakladığını bilmediğin duvarlara elini sür. Kabarmış sıvaları tırnağınla kazı, altında gizli kalmış taşları ortaya çıkar. Eski zaman insanlarının yontup dizdiği bu taşlara dokun, harçlarını yokla, eline gelen parçaları parmaklarında evir çevir, kokla. Eski ahşap evlere, taş binalara dikkatle bak, üzerlerindeki silik tarihleri, isimleri okumaya çalış. Terk edilmiş fabrikalarda dolaş, paslanmış makineleri, yıkık bacaları gör. Duvarlarından otlar fışkırmış eski hanların serin avlularında otur, bir kahve iç, sütunlarındaki solgun süslemelere dikkat et. Yolunu biraz uzatsa da, eski güzel merdivenlerden inerek git gideceğin yere. Yürüdüğün yolda taşların altındaki uygarlık katmanlarını, bindiğin metronun yeraltında hangi eski halkların kalıntılarıyla aynı seviyede hareket ettiğini düşün. Restore edilip boyanmamış, taşları parlatılmamış, renkli spotlarla aydınlatılıp turistlere sunulmamış eski binaları bul. Genellikle gri ve yosunlu, gözenekli taşları vardır onların; yüzyılların isi sinmiştir üzerlerine; çalılar, otlar arasına saklanmışlardır, isimsizdirler, kendilerini pek göstermek istemezler. Şehrin makyajlanmış tarihine değil onlara, zamanın sahici izlerine, çok geç olmadan uzun uzun bak, fotoğrafını çek ya da resmini çiz. Çünkü tarihi paraya çevirme hırsına kapılmış olanlar onları da yakında keşfedecektir. İstanbul’a bak ey okur. Zamanın taze yaralar açıp eski izleri kapattığı; yeni tüneller, çukurlar kazıp eski dehlizleri, sarnıçları doldurduğu; her geçen gün kılık değiştiren, eskinin üzerine betonlar örten, zamanın aralıksız darbeleriyle durmadan biçim değiştiren şu şehre bir bak. Bugün baktığın şehir yarın aynısı olmayacak. Senin bir rüya gibi geçip giden hayatın, sürekli değişen bu koca şehrin hayatında, topuklarının eskittiği bir merdiven basamağı, okulda sırana kazıdığın bir yazı, bir fotoğrafçının arşivindeki vesikalık bir fotoğraf olarak kalacak. Ama bu şehir senin anılarında derin izler bırakacak. Denizi, insanları, ağaçları, binaları, sokakları, merdivenleri ve mezarlıklarıyla...

Tuncer Erdem
İstanbul 2009

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.