İshak (Özel Baskı)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Onat Kutlar’ın unutulmaz kitabı “İshak” 50 Yaşında!

Yayımlanışının 50. yılında, böylesine özgün bir kitabın özel bir baskısını sunuyor YKY: Hepsi numaralı 3000 nüshalık tek bir basım
İshak’ın üstünden elli yıl geçti. Yankıları sürmekte ama... Yurt koğuşunda, kahve köşelerinde yazılmış dokuz kısa öykülü bu ilk kitap 1959’da a Dergisi Yayınları’ndan çıktığında Kutlar 23 yaşında, Kadırga Yurdu’nda kalan, taşralı bir hukuk öğrencisiydi. Edebiyatımızda ıskalanmamış kitaplardandır İshak, hak ettiği ilgiyi zamanında görmüştür: 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü verilmiş, sonraları yeni baskıları yapılagelmiştir. 1950’lerde Sait Faik’ten alınan güçle bir atılım içine giren modern öykücülüğümüzün tohumudur; bu yeni dönemin simgesidir. Günümüz öykücülüğü için de bir mihenk taşıdır İshak.

Büyükanne birden yemeğe başlamadığını fark etti. Ve o anda içine usulca doluşan o kıvamlı sabır ve kıvanç duygusuna gömüldü. Bu duygu ona uzun zaman aynı cepte ısınmış rahat bir elin bildik anıları­nı çağırdı. Bunca yıldır her sıkıntının, her acının, nice ramazan günlerinin sonunda gelen buydu işte. Böyle anlarda serseri rüzgârların çalkalayıp durduğu kar­makarışık su yüzeyinden ağır bir taş gibi dibe çöker dinlenirdi. Kim bilir belki de bütün ömrü boyunca her şeye bu özgürlüğü düşünerek katlanmıştı. Gittikçe se­vindi ve büyüdü içinden. Artık yağma yok, diye geçirdi. İstese elini yemeğe uzatabilirdi. Ama uzattığı anda bu üstünlüğünü kaybedeceğini biliyordu. Öbürlerine küçümseyen gözlerle baktı. Tuhaf bir haz içinde ku­laklarını çatal seslerinin ötesindeki duygulu uğultuya dikti. Daldı. Gökyüzünde doluna dönüşen soluk bir ay kırması yapışık duruyor, yarasalar sessiz kanat çırpış­larıyla küçük esintiler getiriyorlardı. (“Horozlar”)

Başımı cama dayayıp dışarı baktım. Yağmur ha­bersizce dindi. Sert bir esinti ağaç dallarındaki su­ları camlara savurdu. Batıda, bulutların parçaladığı, soluk bir turuncunun yuvarlanarak geldiği, elma yapraklarına, isli duvarlara, odun yığınlarının çürü­müş kahverengisine, tavandan akan sularla dolmuş kalaylı kaplara bulaştığı uzak batıda deniz, başka şe­hirler. İçimde o bilinen üçlemenin, –gitsem... gitmem gerek... gidiyorum– yani kararların en yumuşak ve kesin olanının yankısını duydum. Artık başka ne yapabilirdim? Masaya eğilmiş, lamba ışığındaki re­simlere bakan dalgın çocukların yıllarca biriktirip durdukları o kıvamlı duygu içime doluyor, bedenimi ağırlaştırıyordu. Başımı camdan çektim. İçine parça parça turuncuların düştüğü ve yavaş yavaş solduğu odaya, büyükanneme, üzerinde annemin henüz so­ğumamış izini taşıyan ve onu eksiksiz temsil eden sedir örtüsüne baktım. (“Çatı”)

“Yıllardır buraya gelirim. Ne zaman bir bahar günü o esinti, sessiz tilkiler gibi otların tepelerini ka­rartıp geçtiğinde yüreğimde bir güvensizlik büyüse, kalkar buraya gelirim. Ne zaman yağmurların yağ­mayacağından, toprağa dökülen buğdayların tuzlu kumlar arasına sığışıp sessizce öleceklerinden, arka­larında ağaçların boz kemiklerinden başka hiçbir şey bırakmayan o korkunç çekirge sürülerinden ve za­man zaman tepeme binen sebepsiz cinayet isteğinden korksam, kalkar buraya gelirim. Oysa burada Tanrı, çoktan yanmıştır. Kendi ağırlığımı duyarım yalnız­ca. Gene de gelmek isterim. Aramızda görünmez bir bağ bulunsun, nerede olursa olsun, temelimde, yani ayaklarımı bastığım güçlü toprağın her adımında gürültüsüzce bu karanlık güveni yaşayayım isterim. Nereden bileceksin sen! Burada benden dinlediğin her şeyi unut. Biliyorum, bana huzur veren şey, seni sadece rahatsız edecektir. Sen bana deli diye bak. Her şey çözülür.” (“İshak”)

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.