Isaiah Berlin'le Konuşmalar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“İnsanların yaşamına yön veren bazı nihai değerler, sadece pratik nedenlerle değil, aynı zamanda, prensipte, kavramsal olarak da, uzlaştırılamaz veya bir araya getirilemez. Hiç kimse aynı anda hem titiz bir planlamacı hem de bütünüyle içinden geldiği gibi davranan biri olamaz. Tam özgürlükle tam eşitliği birleştiremezsiniz; kurtlar için tam özgürlük, koyunlar için tam özgürlükle birleştirilemez. Adalet ve merhamet, bilgi ve mutluluk çatışır.”
Isaiah BERLIN

Türk okurunun, Romantikliğin Kökleri (YKY, 2004) ve Kirpi İle Tilki adlı kitaplarıyla tanıdığı yirminci yüzyılın önemli düşünürlerinden Isaiah Berlin, kendisiyle yapılan görüşmelerin bir ürünü olan bu kitapta kendi hayatına, düşünce yapısının nasıl oluştuğuna ve bu süreçte rol oynayan düşünürlere ilişkin görüşlerini dile getiriyor.

Auschwitz’in Keşfi

R.J.: İkinci Dünya Savaşı’nı bir Yahudi olarak nasıl yaşadınız?
I.B.: Benim tepkimin, Almanların ve İtalyanların kontrol ettiği bölgeler dışındaki çoğu Yahudininkinden farklı olduğunu sanmıyorum. Olup biten şeyler dehşet vericiydi ve sürekliydi. Fakat diğer insanlar da bunu hissetmiş olmalı. Bununla ilgili olarak biraz utançla itiraf etmem gereken bir şey var: Ta ilk başından beri Hitler’in Yahudilere korkunç acılar çektirmeye niyet ettiğini varsayıyordum: O acımasız bir iblisti, orası malum. Hepimiz Yahudilerin 1933’ten itibaren toplama kamplarında hapsedildiklerini, bazılarının öldürüldüğünü biliyorduk. Ama bu, Batı’da kamuoyuna yeterince duyurulmadı. Mültecilerin göçünü kontrol etme çabaları utanç vericiydi; Fransa, örneğin, bu açıdan Birleşik Devletler’le karşılaştırıldığında, insanca davrandı. Polonya’nın işgalinden sonra, Yahudilere korkunç şeylerin olacağını, yani tutuklanacaklarını, zulme uğrayacaklarını, eziyet göreceklerini, belki de öldürüleceklerini varsayıyordum, fakat hiçbirimiz ne olup bittiğini bilmiyorduk. Varşova Gettosu Olayları’ndan önce hiçbir haber yoktu. Biz sadece korkunç, dehşetli şeyler olduğunu varsayıyorduk. 1944’ten önce sistematik yok etme –gaz odaları– hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İngiltere’de veya Amerika ’da kimse bana bir şey söylemedi; okuduğum herhangi bir şeyde bunun hakkında hiçbir şey yoktu, belki de bu benim hatamdı. Bundan utanç duyuyorum. Muhtemelen gazetelerin arka sayfalarında makaleler veya haberler vardı, fakat ben kaçırmıştım. Dehşet haberleri, birisi İsviçre’ye gelip bunları haber verdiğinde tam olarak ortaya çıktı. New York’ta bir hahama bu haberi ileten birisi vardı; haham da Başkan Roosevelt’i görmeye gitti, fakat hiçbir şey yapılmadı ve hiçbir şey kamuoyuna duyurulmadı. Her halükârda, ben herşeyden bihaber kalmaya devam ettim. Sanırım, Fransız Yahudisi olan eşimin ailesi 1942-43’te bazı şeyler öğrenmişti –muhtemelen inanmamışlardı– çok az insan da böyle bir şeyin olduğuna inanabilirdi; birçok kimse bunu abartılı diye reddediyordu. 1944’ün sonuna kadar bunun hakkında hiçbir şey duymadım. Hatta 1943-44’e gelindiğinde, Nazilerin savaşı kazanmaktan çok, Yahudileri öldürmek istediklerini fark etmiştim: 1945’te Almanlar açıkça bozguna doğru gidiyorken katliam düzenli biçimde devam ediyordu. Fakat, daha önce söylediğim gibi, soykırımın bütün dehşetini çok geç keşfettim. Neden hiç kimse bana hiçbir şey söylemedi, bilmiyorum; belki de elçilikteki hayat aşırı güvenliydi. Yine de, zaman zaman, meşhur Amerikan Yahudileriyle karşılaşmıştım ve kimse bana bundan söz etmemişti. Her ne kadar, gerçekte, bu benim hatam değilse de hâlâ biraz suçluluk duyarım.
R.J.: Aile fertlerinizden hiç kimse Naziler tarafından öldürüldü mü?
I.B.: Evet, her iki dedem, amcam, halam, üç kuzenim 1941’de Rig’da katledildi.
R.J.: Yahudilerin katledildiğini öğrendiğinizde tepkiniz ne oldu? Size bu soruyu soruyorum, çünkü bu konu hakkında yazmadınız.
I.B.: Diğer herkes gibi hissettim kendimi. Bunun, Yahudilerin maruz kaldığı en büyük felaket olduğunu, ikinci Mabet’in tahrip edilmesinden bile daha kötü olduğunu düşündüm. Böylesine büyük bir felaket hakkında ne söylenebilir? Fikrim değişmedi. Bunun, tarihen yanlış olduğunu ispatladığı bir şey varsa, o da Marx ve Hegel’in sahte peygamberler olduğuydu; bir de asimilasyonun umutsuz bir vaka olduğu. Hiç kimse Alman Yahudilerinden daha derin asimile edilmemişti. Alman Yahudileri, Almanlardan daha Almandı; muhtemelen bazıları hâlâ öyledir. Fransız Yahudileri ciddi biçimde Fransızdı ve öyle de kaldı, fakat gerçek şudur: Bu insanlar bile böyle bir şeyin olabileceğinden hiç kuşku duymadılar. Doğu Avrupa veya Kuzey Afrika ’daki pogromların hatırası vardı, fakat 1939’da bunlar geride kalmış gözüküyordu. Eminim, Alman Yahudilerinin böyle bir ihtimali havsalaları almazdı. Alman vatanperverlikleri çok derindi. Size tipik bir hikâye anlatayım: 1946’da Londra’da bir Alman Yahudisiyle karşılaştım. Bana 1933’te Almanya’dan ayrıldığını ve sonra İsviçre’ye yerleştiğini söyledi. Ona, kesinlikle daha ilginç olan Paris’e neden gitmediğini sordum. Kendisi neşeli birisiydi, edebiyat ve tiyatroyla çok ilgiliydi. “Düşmanlarımızın ülkesine gitmeyi asla hayal edemem” dedi. Bunu söyleyen birisinin, (öznel olarak) bundan daha fazla Alman olabileceğini inkâr edemezsiniz. Genellemek istemiyorum, birçok Yahudi, nihayetinde, Paris’e gitti ve sonraları Alman kamplarında katledildi.
R.J.: Walter Benjamin bunlardan birisi miydi?

 

I.B.: O, İspanyol sınırında intihar etti. Fakat diğerleri Fransa’dan, Drancy’deki bir kamptan, Auschwitz veya Belsen ’e götürüldü. İnsanlar, neden Müttefik Güçlerin kamplara insan taşıyan Alman trenlerini bombalamadığını sorarlardı. Ben bunun işe yarayacağını hiç düşünmedim, zira hâlâ eminim bundan, Naziler Yahudileri öldürmeye öyle azmetmişlerdi ki, trenler ve hatta kamplar bombalansa, hemencecik yeniden inşa ederlerdi. İkna oldum ki, onların Yahudilere duyduğu nefret, savaşı kaybetme korkularından daha fazlaydı. Durdurulmasına müsaade etmeyecekleri bir şey vardıysa, o da bu zavallıların trenleri ve gaz odalarıydı. Sanırım diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki, Balkanlardaki vs bazı Yahudiler kurtarılabilirdi, eğer Müttefikler, Yahudilerin Almanlara teslim edilmesi durumunda, bu ülkelerden bunun intikamını alacaklarına dair yeterince şiddetli biçimde tehditte bulunsaydı; özellikle, örneğin 1943’te, Almanların kaçınılmaz olarak savaşı kazanacağı artık kesinlikten uzakken. Bu ülkelerde, hâlâ olduğu gibi, çok antisemitizm vardı elbette, fakat Nazilerinki gibi patolojik ölçüde fanatik değildi ve cezalandırılma korkusu bu insanlara biraz tesir edebilirdi. Bunun neden yeterince yapılmadığını bilmiyorum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.