İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü
29 Mayıs - 31 Ağustos 2008

Vedat Nedim Tör Müzesi, kâğıt paralar üzerine kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü” adlı sergi, Türkiye’nin en önemli koleksiyonerlerini bir araya getiriyor. Sergiye, projedeki tüm paraları ve bilimsel yazıları da içeren kapsamlı bir kitap eşlik ediyor.

Türkiye’nin Kâğıt Para Serüveni Toplumda ortak değer ölçüsü ve alış veriş aracı olarak kabul edilen, servet birikimi ve muhafazasını kolaylaştıran bir araç niteliğindeki paranın en önemli özelliği, herkes tarafından kabul gören ortak bir değer ve değişim aracı ol-masıdır. Değişik toplumlarda kurutulmuş balıktan, kürk, tütün, şeker, kakao, pirinç, deniz kabuğu, dut kabuğu, kumaş parçası, tuz, at, çivi, tahıl ve sair maddelere kadar pek çok eşya para vazifesi görmüştür. Genel olarak mal-para ve itibarî para olarak iki kısma ayrılabilir. Mal-para, tedavüldeki değeri kadar madenî değere de sahiptir; yani, para değerinin yanında bir de mal değeri vardır. Mal-paraların en gelişmişleri altın ve gümüş sikke olup evrensel para birimi olarak benimsenmiştir. İkinci para çeşidi ise itibarî paradır. İtibarî paranın (kâğıt para, banknot), üzerinde yazılı olan, yani kendisine atfedilen değerin dışında aynî bir kıymeti yoktur; piyasada altın ve gümüş parayı temsilen dolaşımdadır. Bu yüzden Osmanlılar zamanında çıkarılan kâğıt paralara kaime denmişti. Kâğıt para hacmi, eğer karşılığında hazinede bloke edilen altın veya gümüş miktarına yakın ise, ikisinin satın alma gücü arasında önemli bir fark oluşmaz; eğer aradaki söz konusu denge bozulur ve kâğıt para emisyonu karşılıksız olarak artırılırsa, paranın alım gücü düşer ve enflasyona neden olur. Tarihte ilk kâğıt paranın M.Ö. 140 yılında Vu Di hanedanı zamanında Çinlilerce kullanıldığı ve Moğollar zamanına kadar aralıklarla tedavülde bulunduğu genelde kabul edilir. Moğol hanı Kubilay Han 1260-1290 yılları arasında iki kere kâğıt para emisyonuna başvurdu. Tedavülü mecburi olan ve çav adı verilen bu paraların taklit edilmesi suçtu. Kubilay Han, kâğıt paranın Darphane’de bloke edilen altın ve gümüşün miktarı kadar olmasını emretmişti; yani, bunların hazinede karşılığı vardı. Böylece, dileyen Darphane’ye gidip parasını altın veya gümüş parayla değiştirebilirdi. Uygurların da, XI. yüzyılda kumaş parçaları üzerine mühürler basarak bunları para yerine kullandıkları bilinir. Kumdu adı verilen bu kumaş-paralar eskidiğinde yenileriyle değiştirilirdi. Suvar Türkleri ekin denilen kumaş-paralar, İdil Bulgarlarıyla Hazarlar da deri-paralar kullanırdı. İran’da ise İlhanlı Sultanı Geyhatu zamanında kısa süreli bir kâğıt para tecrübesi yaşanmıştı. 13 Eylül 1294’te çav adı verilen kâğıt parayı piyasaya süren Geyhatu sikke kullanımını yasakladı ve çav’ı kabul etmeyenlerin öldürüleceğini halka duyurdu; ayrıca altın ve gümüşe dayalı bütün sanatları yasakladı; kalpazanlık konusunda da çok sert tedbirler aldı. Kalpazanlar, yakalandıklarında karıları ve çocuklarıyla beraber öldürülüp malları müsadere edilecekti. Çav, alınan bütün bu sıkı önlemlere rağmen rağbet görmedi ve halkın pasif direnişiyle karşılaşan Geyhatu, bir-iki ay içerisinde parayı yavaş yavaş piyasadan çekmek zorunda kaldı. Kâğıt para, Batı’da ilk olarak Amerika’da, 1690 yılında asker maaşlarına karşılık olmak üzere İngiliz kolonisi olan Massachusetts hükümeti tarafından çıkarıldı ve bunu diğer koloniler izledi. Değeri, itibarî kıymetinin %1’ine kadar düşen bu paralar, Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra, 1790’da çıkarılan bir kanunla devlet tahvilleriyle değiştirildi; ancak iç savaştan dolayı zarurete düşen devlet, 1862’de piyasaya tekrar 150 milyon dolarlık karşılıksız kâğıt para sürdü. Halk arasında greenback adı verilen bu paralar, üç sene içinde nominal değerinin %33’ünü kaybetti. Amerika’daki tecrübeden birkaç sene sonra İngiltere’de de kâğıt para piyasaya sürüldü; ancak daha önceleri goldsmith denilen ve para değiştirme işleriyle meşgul olan sarrafların, mevduat sahiplerine vermiş oldukları goldsmith’s notes denilen makbuzlar, İngiltere’de bir süre para yerine tedavülde kaldı. İngiltere Bankası, İngiliz iş ve sermaye çevrelerinin girişimiyle 1694’te kuruldu ve çıkardığı banknotları altınla değiştireceğini ilan etti. Banka, 1696’da nakit sıkıntısından dolayı çalışmalarına bir süre ara verince banknotların değeri %20 düştü. Charles Edward’ın 1745’teki isyanının yarattığı telaş ve endişeden dolayı halk bankaya hücum edince, banka ödemelere sınırlama koyarak krizi geçiştirebildi. Hükümetin, 1795 Napolyon savaşları sırasında bankadan 19 milyon sterlin avans alması neticesinde nakit sıkıntısı yaşayan banka para bozma işlemlerini yapamaz hale geldi. Hükümet bunun üzerine, 22 Haziran 1797’de banknotların tedavülünü zorunlu kılan kanunu çıkardı. Kâğıt para serüveni, Fransa’da daha sancılı bir seyir takip etti. John Law’un 2 Mayıs 1716’da kurduğu La Banque Générale isimli özel banka, Fransa’da ilk defa kâğıt para çıkardı. Bu paralar kısa sürede piyasada tutundu, bankanın kasaları bunların karşılığı olan altın ve gümüşle doldu. 4 Aralık 1718’de banka devletleştirildi (La Banque Royale); banknotların tedavülü mecburi hale getirildi ve paralar kral tarafından garanti altına alındı. Zorunlu tedavülün sağladığı serbestlikten yararlanan Law, piyasaya devamlı para sürdü. Tüccar ve çiftçinin güvensizlik nedeniyle banknotları kabul etmek istememesi üzerine, 1720’de altın para kullanımı yasaklandı. Sürekli yeni para basılması neticesinde banknotların değeri yarıya düştü. Ertesi sene bunların mal sandıklarından kabul edilmeyeceğinin açıklanması üzerine, halk parasını almak üzere bankaya hücum etti, talepleri karşılayamayan banka da iflasını ilan etti. Bu olaydan 55 sene sonra ikinci bir banka (Caisse d’Escompte) ve banknot tecrübesi 1776’da yaşandı. Yeni banka, çıkarmış olduğu 120 milyon franklık banknotu hükümete borç verdi. 1789’dan sonra kurulan cumhurî hükümet, banknot tedavülünü mecburi tutsa da girişim başarılı olamadı, banka ve banknotları ortadan kaldırıldı. İhtilalden sonra müsadere edilen, kral ve ruhban sınıfına ait malların satış işlemlerinde kullanılmak üzere senelik %5 faizli assignat denilen kâğıt paralar çıkarıldı. Nisan 1790’da 400 milyon franklık assignat piyasaya sürüldü, faizleri de %3’e indirildi. İhtilalden sonra durumu iyice bozulan hazinenin sürekli para basması neticesinde 5 sene içinde emisyon 20 milyar franka yükseldi; paranın değeri altıda bire düştü. Hükümet bunun üzerine assignat’yı kabul etmeyenlere 20 yıl hapis, tekrarı halinde de idam cezası vermek gibi çok sert tedbirlere başvurdu. Buna rağmen 1796’da assignat’ların değeri, itibarî değerlerinin %1’ine kadar düştü; zamanla hükümet bile alış verişlerde bunları kabul etmemeye başladı. Bunun üzerine mandat denilen ve 30 assignat’ya eşdeğer olan senetler çıkarıldı. Tedavül mecburiyeti olan mandat’lar da aynı sene içerisinde %95 değer kaybetti. Bütün bu olumsuzluklar üzerine 1797’de çıkarılan bir kanunla bütün kâğıt paralar tedavülden kaldırıldı. 1800’de banknot çıkarmak imtiyazına sahip olan Fransa Bankası kuruldu ve bundan sonra bu bankanın çıkardığı banknotlar tedavüle girdi. Rusya’da ise, Çariçe II. Katerina zamanında kurulan bankaya assignat denilen kâğıt parayı çıkarma imtiyazı 1768’de verildi, bu paranın tedavülü mecburi tutuldu. Napolyon savaşlarının (1808-1815) giderlerini karşılamak üzere tekrar kâğıt para basıldı. Hükümet, 1843’te assignat’ları piyasadan çekebilmek için borçlandı, 170 milyon rublelik yeni kâğıt para çıkararak eski assignat’larla değiştirdi; ayrıca bu yeni paranın kıymetini koruyabilmek için de altıda biri değerinde olan gümüş parayı hazinede bloke etti. Bu tedbirlerin sağladığı istikrar 1853-56 Kırım Savaşı’na kadar sürdü. Savaşı finanse edebilmek için yeni para basıldığı gibi, bunu gümüşe çevirme zorunluluğu da ortadan kaldırıldı. Yukarıda açıklanan süreç, hemen bütün devletlerin kâğıt para emisyonuna en son çare olarak başvurduklarını ve emisyon hadlerinin mutedil kaldığı zamanlar, kâğıt paranın da bir alış veriş aracı olarak sikkeden pek farklı bir fonksiyon icra etmediğini göstermektedir. Bunun tersi yapıldığında, yani paranın piyasadaki oranı ölçüsüz bir şekilde artırıldığında değeri düşer; karşılığı hazinede altın veya gümüş olarak bloke edildiği durumlarda, halkın kâğıt parayla ilgili bir probleminin olmadığı görülür. Dolayısıyla kâğıt paranın tedavülünde en önemli unsurun piyasa emniyeti olduğu ortaya çıkar. Osmanlı Devleti’nin Para Sistemi Osmanlı para sistemi madenî para rejimine dayanıyordu. İlk sikkenin Osman Bey zamanında basıldığı yönünde görüşler vardır. Orhan Bey zamanında ikilik ve beşlik, Fatih döneminde de onluk akçe’ler bastırıldı. XVII. yüzyıla kadar Osmanlı para birimi gümüş akçeydi. III. Ahmed döneminde yapılan bir düzenlemeyle para, akçenin yerine para birimi haline geldi ve akçe 1818’den sonra bir daha basılmadı. İlk altın para ise, Fatih’in saltanatında, 1479 yılında darp edildi. Osmanlı piyasalarında bu paraların yanında, doğu vilayetlerinde İran şâhî’si, Mısır’da pâre, Eflak-Boğdan, Erdel ve Macaristan civarında penz, Kırım’da Kefevî akçe gibi mahallî paralar ve Venedik düka’sı, Ceneviz altını, İspanyol riyal’i, Hollanda esedî’si, Polonya zolota’sı, Avusturya taler’i gibi yabancı paralar hep birlikte tedavülde bulundu; hatta yabancı devlet paralarının bir kısmı Osmanlı darphanelerinde basılırdı. Amerika’nın keşfi neticesinde Avrupa’da altın ve gümüşün bollaşması üzerine, XVI. yüzyıldan itibaren kuruş denilen iri gümüş sikkeler Osmanlı piyasalarına girdi; yabancı para yoğunluğu, ülkedeki darphanelerin birer birer kapanmasına ve piyasada yabancı sikke hâkimiyetinin başlamasına neden oldu. 1688’de mankur veya puldenilen bakır paralar basıldı. Bunların madenî değeriyle nominal değeri arasında fark olduğu için devlet bunların darbını sınırlı tuttu. Nominal ve madenî değerleri arasındaki fark ve kolay kâr, kalpazanlığa konu olmalarına, dolayısıyla 1691’de tedavülden kaldırılmalarına neden oldu. Sultan II. Mustafa, son derece karmaşık olan para sistemini bir düzene koymak ve para birliğini sağlamak amacıyla, tedavüldeki ayarı farklı altın ve gümüş paraları toplayarak yeniden bastırmak istedi. Bilhassa yabancı paraların yerli paraya çevrilmesi için İzmir, Edirne ve Erzurum’da yeni darphaneler açtı. Altının ülke dışına kaçışının engellenememesi, devleti mevcut paraları tağşiş etmek zorunda bıraktı, 1703’te tuğralı, 1713’te zincirli, 1716’da fındıkve 1729’da zer-i mahbûbisimli altın paralar basılıp piyasaya sürüldü. II. Mahmud döneminde piyasada 36 çeşit gümüş paranın mevcut olması, Osmanlı para sisteminin içinde bulunduğu karmaşıklığın boyutlarını açıkça ortaya koyar. Tanzimat’la birlikte para sistemine bir düzen vermek için bazı girişimler yapılır. Bu amaçla önce bu çalışmanın esasını teşkil eden ve aşağıda etraflıca ele alınacak olan kaime çıkarılır; ardından yaklaşık dört sene sonra 1844’te Tashih-i Ayar Fermanı’yla sikke hususu düzenlenir. Fermana göre Osmanlı sikkeleri, 100 ve 50 kuruşluk altın, 20, 10 ve 5 kuruşluk gümüş sikkeler olacaktı. Öncelikle 22 ayar altından 100 kuruşluk Osmanlı lirası, ardından da 17 Haziran 1844’te de 50 kuruşluk yarım liralar hazırlandı. Fermanda yer almamasına rağmen daha sonra 25 kuruşluk ile 2,5 ve 5 liralık altın paralar piyasaya sürüldü. Devlet bu düzenlemeden sonra mali bir tedbir olarak zaman zaman uyguladığı para tağşişine de son verdi. Tanzimat Reformlarının Finansmanı: Osmanlı Devleti’nde İlk Kaime Uygulaması -Osmanlı belgelerinde esham kavaimi, evrak-ı nakdiyye, kavaim-i nakdiyye-i mu’tebere, kavaim-i nakdiyye, varaka-i nakdiyye, nakid kâğıdı, kavaim-i mu’tebere, kaime-i nakdiyye gibi muhtelif isimlerle geçen kâğıt para, bir çeşit iç borçlanma olan ve 1775’ten beri Osmanlı maliyesinde kullanılan esham sisteminin biraz geliştirilmesiyle ortaya çıktı. Esham, pay ve hisse anlamına gelen sehm kelimesinin çoğuludur. Esham sistemi ise, herhangi bir mukataanın yıllık nakdî gelirinin faiz denilen belirli bölümlerinin paylara bölünerek muaccele adı verilen bir peşinat karşılığında parça parça ve kayd-ı hayat şartıyla satılmasından ibaretti. Esham mutasarrıfının geliri, yatırmış olduğu peşinat oranında sabit ve garanti altındaydı. Mukataanın gelirinden hisse satın alan şahıs, aldığı hissenin değerinin –satış şartlarına göre– beş-altı katını peşin olarak hazineye öderdi. Devletin buradaki kazancı, mukataanın beş-altı yıllık gelirini peşin olarak toplayıp hazine için yeni kaynak yaratmasıydı; ancak bu tedbirle gelecek yılların gelirleri de ipotek altına sokulmuş olurdu. Esham faizleri, İstanbul’da mukataa emini veya sarrafı tarafından, genellikle üç veya altı aylık aralıklarla senede iki (bazen üç veya dört) taksit halinde ödenirdi. Kayd-ı hayat şartıyla çıkarılmalarına rağmen, zamanla hisseler alınıp satılır oldu ve bu, hissenin devlete geri dönmesini engelledi. Soruna çözüm olmak üzere alım satımlarda peşinatın %10’u oranına tekabül eden ve kasr-ı yed resmi adıyla anılan bir vergi konuldu. II. Mahmud devri, devletin en karışık dönemlerinden birisi olup padişahın uzun sayılabilecek saltanatı, devamlı iç karışıklık ve savaşlarla geçti. Bunun yanında Yeniçeri ordusunun kaldırılarak yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediye’nin teşkili ve 1830’lu yıllarda yapılan reformların getirdiği mali yük, zaten durumu pek parlak olmayan hazinenin iyice açık vermesine neden oldu. II. Mahmud devrinin bir özelliği de Osmanlı tarihinde sikkenin en fazla tağşiş edildiği bir dönem olmasıdır. Tağşiş, sikkelerdeki değerli maden miktarını azaltmaya yönelik bir mali tedbir olup bu uygulama paranın değerini düşürdüğü gibi, enflasyona da neden olur. 1808-1830 yılları arasında altın sikke 35, gümüş de 37 kere tağşiş edildi ve neticede, II. Mahmud tahta çıktığında 19 kuruş olan 1 sterlin, öldüğü tarih olan 1839’da 106 kuruşa çıktı. Bütün bunların yanında, Tanzimat’ın ilanıyla halka vaat edilen reformların hayata geçirilmesi de büyük mali kaynağa ihtiyaç hissettirmekteydi. Çünkü Tanzimat’la beraber iltizamın kaldırılıp muhassıllık sisteminin kurulmasıyla, devlet, yeni vergi sistemine işlerlik kazandıramadan eski düzeni ortadan kaldırmıştı. Böylece hazine mevcut gelirlerini kaybettiği gibi, yeni sistemin getireceği varidattan da emin değildi. Oysa, devlet çarkının bir şekilde dönmesi gerekiyordu. Dolayısıyla yeni gelir kaynaklarına ihtiyaç vardı. Bu geçiş sürecinde hazineye gerekli olan paranın sağlanması için düşünülen alternatiflerden birisi, sikke yerine geçerli olmak üzere kaime çıkarmaktı. [...] Prof. Dr. Ali Akyıldız

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.