Her Günün Derdi Kendine

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Kendisinden çok uzak olmayan bir yerde, o karanlık gecede ölüm meleğine dönüşmüş bir insanın var olduğu düşüncesiyle uykuya daldı; o insan, sonsuzluğun sırrıyla, sonların en kaçınılmaz olanıyla bir an kucaklaşmış ve mutlak görevini yerine getirmişti: Öldürmüştü.”

Uyuşuk Toscana şehri Valdenza sıra dışı bir cinayetle altüst olur.

Cinayet gerekçesinin ilk bakışta tutkudan kaynaklandığı düşünülür, ancak birbiriyle çelişkili pek çok durum, davayı üstlenen deneyimli Komiser Casabona’nın aklını kurcalar. Üstlendiği meslekte uzun yıllar geçirmiş olmanın verdiği duygusuz ve mesafeli tavrına rağmen güçlü bir sorumluluk duygusuna sahip Casabona anlamakta gecikmez: Bu cinayet, bir ölüm girdabının, akıldışı ve sıkı kuralları olan bir seri katil tarafından belirlenmiş tehlikeli bir oyunun sadece başlangıcıdır. Biri ona meydan okumaktadır ve Casabona’nın bunu kabul etmekten başka çaresi yoktur.

Komiser, başını döndüren iş arkadaşı Cristina Belisario’nun yardımıyla, olayları çözmeye çalışacak ve bunu yaparken, kendi eylemlerinin beklenmedik sonuçları karşısında insanın çaresizliğini derinlemesine düşünmesi gerekecektir.

“Her Günün Derdi Kendine”, Antonio Fusco’dan kaçırılmayacak bir roman. Komiser Casabona ise akıllardan çıkmayacak bir karakter.

Ölüm gerçekleşeli sadece birkaç saat olmasına rağmen, kokusu çoktan küçük evi sarmıştı. İdrardaki amonyak özünün ve diğer organik sıvıların salınmasıyla ortaya çıkan hafif, buruk bir koku. Bir kez bile temas edecek olduğunda üzerinden çıkmayacak bir koku.

İlk başta, eve döndüğünde, üzerindekileri yıkamakla ve uzun bir duş yapmakla onu def edebileceğini hayal edersin. Ama öyle olmaz. Burun deliklerinden içine giren bir kokudur, kafanın içine dolar ve orada kalır. Ne kadar yıkansan da kâr etmez, onun kendi kendine gitmesi gerekir. Doğru zamanda. Unutulması gerekir.

Havada hâlâ titreşmekte olan taze ölümün kokusu böyledir. Çürümüş bir cesedinki, örneğin ölü bir hayvanın ya da bir köpeğin leş kokusuna benzemez. Mide bulandırıcı ve keskin olsa da üzerine sinmez.

İyi bir dedektif, konusunun uzmanı biri farkı hemen yakalar. Daha kurbanla karşı karşıya gelmeden, ölüm zamanını algılar.

Komiser Casabona mesleğinde uzun bir geçmişe sahipti. Orada her ne olduysa, bunun kısa bir süre önce olduğunu eve girdiği ilk anda kokudan anlamıştı.
Girişte verdikleri beyaz galoşları giymiş ve bastığı yere dikkat ederek yavaş yavaş ilerlemekteydi.

Bazı yerlerde, Olay Yeri İnceleme ekibinin etiketlerle numaralandırdığı, işaretli bölgelerden kaçınmak için dans adımlarını tekrarlarcasına yan yan geçerek ilerliyordu. Arabadan eve kadar o kısacık mesafede yağmurdan sırılsıklam ıslanan füme rengi paltosu hâlâ üzerindeydi ve şimdi ıslak ıslak kokuyordu.

Etrafındaki her şeyi dikkatle inceliyordu. Yüz yıllık inceleme tekniklerine uyarak genelden özele, sağdan sola ve yukarıdan aşağı.

Olay yerine gelen ilk polis devriyesi kapı ve pencereleri kapalı bulmuştu ki bu da eve zorla girilmediğini gösteriyordu.

Ev, iki katlı bir binanın giriş katındaydı. Kahverengi sokak kapısının üzerinde bir gözetleme deliği ve sağlam bir emniyet kilidi vardı. Demir çubukları duvarların ve yerdeki deliklerin içine giren cinsten.

Sokak kapısı stüdyo evlerdeki gibi mutfağı içinde bir salona açılıyordu, arta kalan küçük alanda, mavi kumaş kaplı ve ikisi yanlarda, biri ortasında yeşil renk yastıkları olan iki kişilik bir kanepe bulunuyordu. Odanın ortasında dört hasır sandalyeli yuvarlak masif bir masa vardı.

Masanın ortasında renkli seramikten bir meyve tabağı göze çarpıyordu. İçi boştu. Dört sandalyeden biri yerinden oynatılmıştı. Gözlüklerini seyrek saçlarının arasına dayamış olan Kızılhaç’ın genç doktoru şaşkın bakışlarıyla o sandalyeye oturmuş, masada bir rapor yazıyordu. Meyve tabağını da büyük olasılıkla kendine yer açmak için yerinden o oynatmıştı. Sanki her şeyin yerli yerinde bırakılması gereken kendi evinde ya da klinikte veya bir suç mahallinde bulunuyordu.

Başını kâğıtlardan bile kaldırmadan, komisere dalgın bir şekilde, “İyi akşamlar” diye mırıldandı. İçinde bulunduğu durumdan huzursuzdu ve bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordu. Bu sahte tutuma içerleyen Casabona ona karşılık vermedi.

Mutfak lavabosu boştu. Kişilerin varlığına tanıklık edecek kirli ya da temiz ne bir tabak ne bir bardak vardı; kısacası, meydana gelen olayları ve tavırları düşündürecek hiçbir şey yoktu ortada.

Buzdolabının üzerinde büyük ve siyah bir radyo vardı. O sırada kapalıydı, ama alt katta oturan hanımın dikkatini çeken de o olmuştu. Kulaklarının zarını patlatan müzik sesinden rahatsız olmuş, öfkeyle polisi aramıştı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.