Halüsinasyonlar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Halüsinasyonların Sınırsız ve Gerçeküstü Dünyası

Sacks, kitaplarının dünya üzerinde binlerce okur tarafından okunmasını sağlayan kendine özgü yazım tarzını ve yaklaşımını Halüsinasyonlar’da da sergiliyor:
Karısını Şapka Sanan Adam, Uyanışlar, Migren ve Müzikofili gibi eserleriyle tanıdığımız dünyaca ünlü nörolog-yazar Oliver Sacks, son kitabında okurları halüsinasyonların gizemli, şaşırtıcı, yer yer komik yer yer dehşet verici dünyasına götürüyor. Hastalıkları soğuk bir bakış açısıyla gözlemleyip birkaç semptoma indirgemek yerine her hastanın öznel deneyimine odaklanıyor (bu arada kendi halüsinasyon deneyimlerini paylaşmaktan da çekinmiyor), kültürel ve dinsel bağlamları gözden kaçırmıyor ve sadece çağdaş tıbbın son bulgularından değil, 19. yüzyılın öncü tıp adamlarının keşiflerinden de yararlanıyor.

Halüsinasyonların dünyasının ne kadar geniş olduğunu, sadece görsel alanla sınırlı kalmayıp işitsel, dokunsal, kokuyla ilgili, hatta vücudun konumunu yanlış algılamayı içeren halüsinasyonlara da sık rastlandığını gösterirken, halüsinasyonlara maruz kalanların çoğunlukla psikiyatrik sorunlar yaşayan kişiler olduğu yönündeki önyargıyı da yerle bir ediyor Oliver Sacks: Kitapta karşılaştığımız onlarca vaka hikâyesini okuyunca, bu davetsiz misafirlerin, migrenden görme kaybına, yakın ölümünden uzuv kaybına dek çeşit çeşit sebep sonucunda insanın gündelik hayatına bir anda dahil olabildiğini ve bu hayatı cümbüşe ya da kâbusa çevirebildiğini görüyoruz. Sacks incelemesini edebiyat ve tarihe yaptığı göndermelerle zenginleştiriyor. Gerçek olmayan ama gerçeği kusursuz bir biçimde taklit eden halüsinasyonların hikâyesini Sacks’ın kaleminden okumak, bütün ufuk açıcı kitapların yarattığı etkiye yol açıyor: İnsan okuduklarını hemen gidip bir başkasına anlatmak, şahit olduğu tuhaf dünyanın (ve bu dünyayı bütün genişliği ve renkleriyle anlatan böyle bir kitabın) varlığından başkalarını da haberdar etmek istiyor.

 

“Bilge, tutkulu ve her daim merak dolu Sacks, tıbbın bir bilim kadar bir sanat da olduğunu çoktan anlamış bir hekim.” - New York Times

Suskun Kalabalıklar: Charles Bonnet Sendromu

2006 Kasım’ı sonunda, çalıştığım yaşlı bakımevinden acil bir telefon geldi. Bakımevi sakinlerinden, doksanlarında bir hanım olan Rosalie’nin gözlerinin önünde birdenbire bir şeyler belirmeye başlamıştı; Rosalie ona son derece gerçekçi gelen halüsinasyonlar görüyordu. Hemşireler muayene etmesi için psikiyatrı çağırmıştı, fakat sorunun belki Alzheimer belki de inme gibi nörolojik bir bozukluk olabileceğinden de şüphe ediyorlardı.

Bakımevine gelip de ona selam verdiğimde, Rosalie’nin tamamen kör olduğunu fark ederek şaşırdım; hemşireler bundan hiç bahsetmemişti. Birkaç yıl boyunca hiçbir şey görmemişolmasına rağmen, şimdi hemen önünde beliren bir şeyler “görüyordu”.

“Ne türden şeyler?” diye sordum.

“Doğu kıyafetleri giymişinsanlar!” diye bağırdı. “Dökümlü kıyafetleriyle, merdivenlerde bir yukarı bir aşağı yürüyorlar... bana doğru dönüp gülümseyen bir adam görüyorum, ama ağzının bir tarafında kocaman dişleri var. Hayvanlar da görüyorum. Beyaz bir binanın olduğu bir görüntü geliyor gözümün önüne, kar yağıyor; tüy gibi bir kar, döne döne yağıyor. Koşum takılmışbir at görüyorum (güzel bir at değil, beygir), karları ayağıyla süpürüyor... sürekli kuyruğunu savuruyor... Bir sürü çocuk görüyorum; merdivenlerden bir çıkıp bir iniyorlar. Üstlerinde parlak renk giysiler var –gül rengi, mavi–, Doğu kıyafetleri gibi.” Birkaç gündür gözlerinin önüne bu tür sahneler geliyordu.

Rosalie’nin (başka pek çok hastam gibi) halüsinasyon görürken gözlerinin açık olduğunu gözlemledim, hiçbir şey göremese bile gözleri o anda olan bir sahneyi takip ediyormuşçasına bir sağa bir sola kayıyordu. Hemşirelerin dikkatini ilk çeken de bu olmuştu. Hayal edilen sahnelerde böylesi bakışlara ve etrafı tarayan gözlere rastlanmaz; gözlerinin önünde bir sahne canlandırırken ya da zihinlerinde gördükleri bir görüntüye yoğunlaşırken çoğu kimse genellikle ya gözlerini kapar ya da bakışlarını belirli bir noktaya yöneltmeden dalıp gider. Colin McGinn’in “Mindsight”adlı kitabında ifade ettiği gibi, insan kendi hayal gücünde şaşırtıcı ya da alışılmamışbir şey keşfetmeyi beklemez, halbuki halüsinasyonlar sürprizlerle doludur. Genellikle hayal gücünden çok daha ayrıntılıdırlar, gözden geçirilip incelenmeyi beklerler.

Rosalie, halüsinasyonlarının rüyadan çok “film gibi” olduğundan bahsetti; tıpkı gerçek filmler gibi bazen onu büyülüyor, bazen sıkıcı oluyorlardı (“bütün o bir aşağı bir yukarı yürümeler, bütün o Doğu kıyafetleri”). Gelip gidiyorlardı, sanki Rosalie’yle hiçbir alakaları yok gibiydi. Görüntülere ses eşlik etmiyordu ve gördüğü kişiler Rosalie’yi hiç fark etmiyor gibiydiler. Tekinsiz sessizliklerinin yanı sıra, zaman zaman iki boyutlu olsalar da bu kişiler oldukça kanlı canlıydı ve gerçekmişizlenimi veriyordu. Ancak daha önce başına hiç böyle bir şey gelmediğinden, Rosalie merak etmeden duramıyordu: Acaba aklını mı kaybediyordu?

Onu dikkatle sorguladım, fakat zihin bulanıklığına ya da hezeyana işaret eden hiçbir belirtiyle karşılaşmadım. Oftalmoskopla gözlerine baktığımda retinasındaki tahribatı görebiliyordum fakat başka bir kusur yoktu. Nörolojik açıdan tamamen normaldi; yaşına göre hayli zinde, dimağı kuvvetli yaşlı bir hanımdı. Beyni ya da zihniyle ilgili bir sıkıntısı olmadığını söyleyerek içini rahatlattım; gerçekten de aklı gayet başında görünüyordu. Ona, körlük ya da görüşbozukluğundan mustarip kimselerin halüsinasyon görmesinin, tuhaf bir biçimde, az rastlanan bir durum olmadığını ve bu görüntülerin “psikiyatrik” kaynaklı olmayıp beynin görüşkaybına verdiği bir tepki olduğunu açıkladım. Rosalie, Charles Bonnet sendromu (CBS) adı verilen bir rahatsızlık geçiriyordu.

Söylediklerimi sindirdikten sonra, birkaç yıldır kör olduğu halde şimdi halüsinasyon görmeye başlamasına şaşırdı. Ancak halüsinasyonlarının bilinen, hatta ismi bile olan bir rahatsızlığa işaret ettiğini duyduğu için çok memnun olmuşve içi rahatlamıştı. Bana yaklaşarak, “Hemşirelere bende Charles Bonnet sendromu olduğunu söyleyin” dedi. Ardından sordu: “Peki kim bu Charles Bonnet?”

Charles Bonnet, 18. yüzyılda yaşamışİsviçreli bir doğabilimciydi ve araştırmaları entomolojiden poliplerin ve başka mikroskobik hayvanların çoğalmasına kadar genişbir alanı kapsıyordu. Gözünde meydana gelen bir rahatsızlıktan ötürü çok sevdiği mikroskobundan ayrılmak zorunda kalınca önce botaniğe –fotosentez üzerine öncü deneyler yapmıştır– ardından psikolojiye ve son olarak da felsefeye yöneldi. Büyükbabası Charles Lullin’in görüşkabiliyetini yitirdikçe gözünün önünde birtakım “görüntüler” belirmeye başladığını duyunca, Bonnet ondan gördüğü her şeyi dikte etmesini istedi.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.