Genç Olmak - 80 Yazardan 80 Öykü - 2. Cilt

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“İçinde seksen yazardan seksen öykünün yer aldığı iki ciltlik Genç Olmak, öykü türünün ele avuca sığmaz kıvraklığından, devingenliğinden zevk alan tüm okurlar için hazırlandı. Ama öncelikle çocukluk ve ilkgençlik çağlarını sürmekte olan okurlar için. Bu öncelik öykülerin seçiminde de önemli ölçüde belirleyici oldu.”

Çocukluk... ilkgençlik... gençlik...

Bu evrelerden birinden diğerine yol alındığını herkes bilir de, o gizemli değişim nasıl gerçekleşir, eşik ne zaman, nasıl atlanır kimse tam olarak yakalayamaz. Sanki her şey bir anda olup bitmiştir. Bir anda çocukluktan yeniyetmeliğe geçilmiştir. Bir anda gençliğe... Gerçekten mi? Yoksa, birike birike gelenlerin taşma noktası, geleceğin kaynağı mıdır gözle görülmeyen elle tutulmayan o oynak eşik? Yazınsal türlerin en genci olan öykü de böyle değil midir? Özgül ağırlığı yüksek bir an’a, bir noktaya, yaşamdan kısa bir kesite odaklanır, o noktaya doğru birikerek akar ve oradan açılarak anlatılmamış olanları sezdirir, söze dökülmemiş olanların okuyanın zihninde bütünlenmesini, kavranmasını sağlar.

İçinde seksen yazardan seksen öykünün yer aldığı iki ciltlik Genç Olmak, öykü türünün ele avuca sığmaz kıvraklığından, devingenliğinden zevk alan tüm okurlar için hazırlandı. Ama öncelikle çocukluk ve ilkgençlik çağlarını sürmekte olan okurlar için. Bu öncelik öykülerin seçiminde de önemli ölçüde belirleyici oldu.

Öykülerin dünyasına adım attığınızda sizi ilk olarak akranlarınız karşılayacak. Her biriniz yaşadıklarınız, yaşamakta olduklarınız, acılarınız, sevinçleriniz, meraklarınız, hayallerinizle nasıl tek ve biricik birer evrenseniz onlar da öyle. Tek fark, sizin günümüz dünyasında soluk alıp veriyor olmanız, onlarınsa yazınsal birer varlık olmaları ve hep yaratıcılarının kaleminde hayat buldukları yaşta kalmaları. Yani, her dönemin genciyle akran olmaları, her yeni okurla varlıklarının tazelenerek sürmesi... Kimi öykü kahramanları, dün annenizin babanızın, daha önce onların büyüklerinin akranıydılar; bugün sizin, yarın da çocuklarınızın... Her biri, içinde yer aldıkları öykünün zamanını, koşullarını ve kendi yaşam serüvenlerini taşıyorlar bizlere. Her biri çocuk olmanın, yeniyetmeliğin, gençliğin ortak yanlarıyla birlikte kendi yaşamlarındaki biricikliği katıyorlar hayatımıza. Bir başka deyişle, sınırlarımızı aşmamızı, belki de aklımızın ucundan bile geçmeyecek başka hayatlarla tanışmamızı, o hayatları yaşıyormuşçasına duyumsamamızı sağlıyor, algılarımızı keskinleştiriyor, düşüncemizi ışıtıyor, ufkumuzu genişletiyorlar. Öykü türünün estetik olanaklarıyla keşfetme heyecanımızı kamçılıyor, hayallerimizi besliyorlar.

Öyküler, yazarlarının doğum tarihine göre sıralandı. 

19. yüzyılda doğan ve öykü türünün bizdeki ilk örneklerini veren yazarlardan Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Halit Ziya Uşaklıgil’in öyküleriyle başlayan seçki, 1970 doğumlu Murat Yalçın ve Ahmet Büke’nin öyküleriyle sona eriyor. Zamandizinsel sıralamanın size dolaylı yoldan iki önemli yararı olacak: Birincisi, seksen öykünün tamamını okuyup bitirdiğinizde öykücülüğümüzün gelişim çizgisi hakkında azımsanmayacak ölçüde fikir edinmiş olduğunuzu fark edeceksiniz. Buna koşut olarak dildeki değişimi, sadeleşmeyi, göreceksiniz. Öykülerin orijinal halleri bu nedenle korundu. Baştaki öyküleri okurken belki biraz zorlanacaksınız, sözlüğe bakma gereksinimi duyacaksınız, ama öyküden alacağınız tat bu zahmetinizi fazlasıyla karşılayacak. İkincisi ise, yaklaşık yüz yirmi yıllık bir zaman dilimindeki önemli toplumsal değişimlerin yanı sıra, gündelik hayatımızda, alışkanlıklarımızda, algı dünyamızda oluşan farklılaşmayı öykülerimize yansıdığı ölçüde göreceksiniz. İmgeleminizde, yeniden harmanlanacak zaman haritaları, insan manzaraları oluşacak. Daha da özelleştirerek söylersek, toplumumuzda çocuk olmanın, genç olmanın öykülerde karşılık bulan tarihçesi de diyebiliriz bu ikincisine. Öykülerin yazılış nedenleri, çıkış noktaları bu olmasa da...

Yazarların kısa yaşamöykülerinde yapıtlarının tümüne değil, ağırlıklı olarak öykü kitaplarına yer verildi. Öyle umuyoruz ki, okuyacağınız her öykü, o yazarın kitaplarındaki öykülere ve diğer yapıtlarına götürecek, sizleri. Elbette, bu seçkide yer almayan, ama öykücülüğümüze önemli katkıları olan farklı kuşaklardan başka yazarların yapıtlarına da... Böylece, her seçki gibi belli sınırları olan bu seçkiyi kendi seçimlerinizle aşmış olacaksınız.

Çocukluk ve ilkgençlikteki okumaların hayat boyu unutulmayacak o benzersiz tadına varmanız, zaman içinde kendi bireşimlerinizi oluşturmanız dileğiyle...

Nursel Duruel

Ölü Bir Sincaba Ağıt

Akçakavaklar pamuklamaya başladığında tüylü görkemli kuyruğu, titrek bıyıkları, sincabî rengiyle ilkbaharın cümbüşüne katılırdı. Bodur meşelerin ve ulu gürgenlerin altına oturduğumuzda, meşe palamutu ve çam kozalağı stoklarının kıyıda köşede kalmış son taneciklerini küçük ön patilerinin arasına alıp kemirirken, üstümüze kavak pamukçuklarından haziran karları yağdırırdı. Birden, okuduğumuz kitabın sayfaları arasına düşen bir palamut parçasından, yarısı dişlenmiş bir fındıktan, mevsimsiz bir kozalaktan anlardık orada olduğunu. Sokağın köşesindeki mahalle fırınından aldığımız, ninelerimizinkini anımsatan kurabiyelerden küçük parçalar koparıp ağacın tam dibine koyar, sessiz ve hareketsiz beklemeye başlardık. Şimdi, körpe dalların, taze yeşil yaprakların arasına gizlenmiş, kuyruğunun ucundan bıyıklarına kadar dikkat kesilmiş, çevreyi, bizi ve asıl kurabiye kırıntılarını gözlüyordur. Küçücük boncuk gözleri ışıl ışıl, zaman zaman ürperen, ürperdikçe harelenen kürkü pırıl pırıldır. Birazdan, bol tüylü ünlü kuyruğu havada, dört küçük ayağı ve tırnaklarıyla ağacın gövdesine tutunarak, hızlı, ürkek ve çevik, inecek aşağıya. Kurabiye kırıntılarını ön patileri arasına alıp küçücük kafasını huzursuz bir dikkatle bir o yana bir bu yana çevirerek kemirecek. Sonra, sessizliği bozan ilk yaprak hışırtısında, ilk dal çıtırtısında ya da bir kuşun kanat çırpışında, şimşek gibi tırmanacak ağaca. Yapraklar arasında uçuk bir kızıl kahve renk, incecik bir dal çıtırtısı, havada asılı kalan bir ürkeklik, birkaç ağaç ötede bir küçük çocuğun sevinç çığlığı olacak.

Baharın ilk güneşiyle birlikte, dünyayı değiştirmenin sırlarını saklayan ders notlarını, kitapları – diyalektiğin üç kuralı, beş yasası; devrimin genel geçer yasallıkları; strateji, taktik...– koltuğumuzun altına sıkıştırıp kenti çevreleyen ormanlara, parklara, güneşli çayırlara çıktığımız; yaşamayı, dünyayı, tarihi, insanı, kendimizi müthiş ciddiye alıp geleceğinden asla kuşku duymadığımız bir devrimin öncüleri olmanın tüm yükü omuzlarımızda, dersten derse, konferanstan konferansa, kitaplıktan kitaplığa koştuğumuz; inancımızın amentüleri olan kitapları sayfa sayfa, satır satır didiklediğimiz ve hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkıveren bir dostluğu ilmek ilmek, duygu duygu, anı anı örmeye, beslemeye, büyütmeye çalıştığımız günlerden kalan ufacık, ürkek, güzel bir sincap...

Anımsıyor musun? Ulu ağaçların nefti gölgesinin düştüğü karanlık, rutubetli, esrarlı avlulara bakan perceremizin önündeki yeşil örtülü çalışma masamızın soluk ışığı geceyarılarını aşardı. Yüreğimizde, birbirimizle bile paylaşamadığımız bir kuşku, bir heyecan... “Dönebilecek miyiz? Nereye? Ne zaman?” Kışlada savaşı bekleyen askerler gibi iğne üstünde, huzursuz, ama göreve hazır; yatılı okul öğrencileri gibi haşarı, taşkın; uzun Rus kışlarına hazırlanan sincaplar gibi ciddi; baharla birlikte akçakavaklardan dökülen bembeyaz haziran karları gibi hafif; ilk müminler gibi coşkulu ve inançlı; doğru yanda olduğumuzdan, gerçeğin ve geleceğin anahtarını elimizde tuttuğumuzdan, tarihi değiştireceğimizden emindik. Anımsıyor musun?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.