Geçmişe Yolculuk - İnsanlar, Hatıralar, Olaylar ve Düşünceler

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Geçmişe Yolculuk, İnsanlar, Hatıralar, Olaylar ve Düşünceler

Ninniler, masallar, efsaneler; bahçeler, gazinolar, semtler; karartma yılları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları; dergiler, romanlar, eski sinemalar ve eski insanlar...

Altay Gündüz, 1930’lardan 2000’lere uzanan yaşantısını, ailesini, arkadaşlarını, dostlarını anlatıyor; tanık olduğu önemli olayları yorumluyor Geçmişe Yolculuk’ta: Sevgiyle hatırlayıp sevgiyle yâd ediyor dünü ve ömrünü...

Beylerbeyi

Yaklaşık otuz yıl oldu. Nilgün’le İstinye bayırında otobüsten indik, arka yoldan Emirgân’a geldik. Köşedeki fırından alınmış sıcak çörek ve çay... Nilgün, manevi kızım Nilüfer’in bir numara küçüğü, üç kız kardeşin ortancası. O zamanlar ikisi de İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Fakültesi’nde okuyorlardı. En küçükleri Vildan da Atatürk Kız Lisesi’nde Sanat Tarihi ve Arkeoloji dersini veren eşim Özcan’ın öğrencisiydi.
Nilgün’e, “Otuz yıldan beri, doğduğum ve çocukluğumun büyük bir bölümünde içinde yaşadığım evi görmedim. Gidip bir bakalım mı?” dedim. “Olur, Altay Abi.” Bu kızlar, aramızdaki yaş farkı kırk yıla yakın olduğu halde bana “Abi”, Özcan’a “Abla” derler. Akranlarımız olan dost ve arkadaşlarımıza da öyle. Yeniköy’den bir dolmuş motoruyla Beykoz’a gittik. Çengelköy’de otobüsten indik, Havuzbaşı’na yürüdük.
Havuzbaşı’ndan Çakal Dağı’na yönelen iki yokuş vardır. Sağdaki, Havuzbaşı Deresi Yokuşu’na yöneldik. Yokuşun yaklaşık ortasında, sağda set üstünde Nigâr Hanım’ın masal evi vardı. Nigâr, “resim gibi” demekmiş; duldu, kocasından kalan emekli maaşıyla ve terzilik yaparak geçiniyordu. Evinin yerinde yeller esiyor. Yokuşu çıktık, metruk su haznesini geçtik. Çamlıca Yolu’nda bulunan 23 kapı numaralı evimizin ve bahçesinin halini görünce sarsıldım. Bu kadarını beklemiyordum.
Doğduğum ve çocukluğumun bir bölümünde içinde yaşadığım ev ve bahçe tüm ayrıntılarıyla gözümün önüne geldi. Kireçtaşından yapılmış ve nitelikli bir işçilikle örülmüş kuru duvarların çepeçevre kuşattığı, on dönümlük dikdörtgen biçimli bahçe. Bahçenin güneydoğusunda gülkurusu badanalı, beyaz panjurlu ev. Kısmi bodrumlu ve mansart çatısı Marsilya kiremidiyle örtülü, bir kat ve küçük bir çatı arası odasından oluşan kâgir bir bina. İki beyaz mermer basamaktan sonra gelen, sert ağaçtan yapılmış akaju renkte iki kanatlı giriş kapısı; pirinç kapı kulpları ve kapı tokmağı. Çevresini sarmaşık gülleri sarmış, kahverengine boyalı ve horoz kilitli bahçe kapısı. Kapı açıldığı zaman çalan bir keçi ya da koyun çıngırağı. Kapının iki yanında mor leylaklar ve bahçe duvarının üstünden yola sarkan mor salkımlar.
Evimizin bahçesinde çok sayıda çam ağacı vardı; biri mavi ladin (biz ona mavi çam derdik), ikisi fıstıkçamı. Bahçe kapısından girince solda, büyükbabamın I. Abdülaziz’in (1830-1876) oğlu Veliaht Şehzade Yusuf İzzettin’in (1857-1916) Büyük Çamlıca’daki köşkünden getirdiği kırmızı balıkların yüzdüğü ve Japon Mağazası’ndan ya da Beyoğlu Bonmarşe’sinden alınma yelkenlimi ve kâğıttan yaptığım kayıkları yüzdürdüğüm küçük havuz, yanında gene sarmaşık güllerinin kuşattığı bir kameriye vardı.
“Yoruldunuz mu?” Kısık bir sesle, “Hayır Nilgün, geldik. İşte şurası” dedim. “Ama bu bir gecekondu.” Ah bu sevgili kızlar! Bir gerçeği ya da düşünceyi –ne denli üzücü ya da incitici olursa olsun– çocuklara özgü bir yaklaşımla dolaysız söylerler. Euphemism yapmazlar, aynı anlamı veren yumuşak bir ifade kullanmazlar; Andersen’in masalında olduğu gibi “Kral çıplak!” derler. “Haklısın, o söylediğin şeye dönüştürmüşler.”

Evi, yamalı bohça gibi, galvaniz sac levhalarla kaplamışlar; mansart çatı katını kaldırmışlar, düz damlı bir gecekonduya dönüştürmüşler; beyaz boyalı ahşap panjurlar yok olup gitmiş. Çavuşüzümü bağının olduğu yerde de iki katlı gri renkte sakil bir beton bina lök gibi oturmuş. İçim sızladı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.