Eşikte

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları
Ali Teoman’ın ilk romanı

“Bu kitabı er ya da geç mutlaka yazacağını biliyordun. Denebilir ki, bilmenin de ötesinde, bir uğursuzluğu önsemek, tedirgin edici bir kaçınılmazlığın bilincinde olmak gibi bir şeydi bu. Onu hem özlüyor, hem de ondan bucak bucak kaçıyordun. Ancak bütün ürkütücü şeyler gibi, o da ağır ağır kendisine çekiyordu seni. Bu şeytansı çekiciliğin ayartıcılığına uzun süre karşı koyamayacağının sen de ayırdındaydın.”
Öykü ve roman yazarı Ali Teoman’ın kitapları YKY’den yayımlanmaya devam ediyor. 1990’ların başında yazıp 2008’de yayımladığı ilk romanı Eşikte altı yıl sonra YKY baskısıyla okurlarına ulaşıyor. Bu roman, Ali Teoman’ın 2011’deki ölümünün ardından Fransa’da da yayımlanmıştı; Daniel Rottenberg tarafından Fransızcaya çevrilip Sur le seuil adıyla 2013’te çıkmıştı. Avrupa’da Kafkaesk mekânlarda akan zaman, gerçekler, anılar, düşler, tedirginlikler, sevişmeler, adsız kadınlar ve erkekler... Eşikte, Latince hukuk deyimi “ab initio nullum, semper nullum” (Geçersiz işlem geçerli kılınamaz) ile mühürlenmiş, sağlam yapısı ve ustalık dolu anlatımıyla dikkat çeken etkileyici bir roman.
Bu kitabı er ya da geç mutlaka yazacağını biliyordun. Denebilir ki, bilmenin de ötesinde, bir uğursuzluğu önsemek, tedirgin edici bir kaçınılmazlığın bilincinde olmak gibi birşeydi bu. Onu hem özlüyor, hem de ondan bucak bucak kaçıyordun. Ancak bütün ürkütücü şeyler gibi, o da ağır ağır kendisine çekiyordu seni. Bu şeytansı çekiciliğin ayartıcılığına uzun süre karşı koyamayacağının sen de ayırdındaydın.
Uzak bir kente yapılmış uzun bir yolculuk dönüşü olacaktı. Elinde içine en gerekli eşyalarını koyduğun bordo renkli küçük deri bavul ve üzerinde etekleri neredeyse yerleri süpüren beyaz yağmurluğun, o köhne apartmanın dördüncü katındaki küçük dairenin tahtakurusu yeniği kapısının önünde duracaktın bir kez daha. Apartman holü, tepe ampulleri birilerince söküldüğü ya da uzun süre önce patlayıp kimse umursamadığından yerine yenisi takılmadığı için, herzamanki gibi yine o kadifemsi loşluğa bürünmüş olacaktı. Camı çatlak küçük aydınlık penceresinden düşen bir avuç ışık da yetmeyecekti holün sıkıntılı loşluğunu kırmaya. Çünkü, bütün yolculuk dönüşlerinde olduğu gibi, dışarıda erken bir güz akşamı buğulu örtüsünü kentin üzerine çekmekte olacaktı. Elindeki bavulu yağ lekeleriyle kaplı karo mozaik döşemenin üzerine bırakıp, ne yapacağını bilmeksizin, kapının karşısında bir süre durakalacaktın. Sonra pantolonunun cebinden çıkardığın, holdeki törensel sessizliği saygısız şakırtısıyla bozan kabarık anahtar destesinin içinden iki anahtar seçip –ki mutlaka iri, kalın ve cilası aşınıp sarıya dönmüş olacaklardı, çünkü çilingirlerin artık kesmediği türden eski anahtarlardı bunlar– önce üstteki güvenlik kilidini, sonra alttaki ana kilidi açacaktın. Bu denli entipüften bir kapının neden böyle sıkı sıkıya kilitlenmesi gerektiği sorusu gelmeyecekti elbette aklına. Aradan onca süre geçmiş olmasına karşın, anahtarlar, iyice yağlanıp temizlenmiş bir kamanın kınına oturuşu gibi, şaşırtıcı bir kolaylıkla kilidin içine kayıverecek, parmaklarının ufak bir devinimiyle dönecekti. Kilit dilinin nasıl tok bir sesle ve sanki istekli bir esneklikle –trak trak– iki kez sağa kaydığını hissedecektin. Sonuncu çevrimle birlikte, kapının kanadı ilk önce, sanki içerideki hava emilip kapı kasaya yapışmışçasına, açılmaya karşı direnecek, ancak sonra birdenbire elinin itişine teslim olarak, barutu iyi sıkıştırılmamış bir çatapatın kof patlamasını andıran bir sesle açılıverecekti. Biraz daha itince, apartman holünü pes perdeden bir gıcırtıyla yankılandıran kapı açılacak ve yüzüne çarpan toz ve naftalin kokulu bir havasızlık seni karşılayacaktı. Eski eşyalar ve eski evlere özgü bu kokuyu tanıyacaktın. Elinde küçük bavulun, tahta eşiğin üzerinden atlayıp, seni eski ve candan bir dost gibi karşılayacağını bildiğin evine adım atacaktın. Ardından kapanan kapı ile birlikte, apartman holü herzamanki sessizliğine ve durağanlığına gömülecekti. Dış dünyayla ilgin kesilmiş olacaktı böylece. Dışarıda yaşam olanca hızı ve karmaşasıyla sürüp gidecek, sen ise burada, içeride, sığınağının erinçli ortamında olacaktın.
Sana “sen” diye hitap etmeme kızmıyorsun, değil mi? Herhangi bir artniyetim yok, inan. Doğal bir saptama bu yalnızca, nasıl ki bana “ben”, ona da “o” diyorsam...
* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.