Erciyes'in Rüyası Kayseri

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Erciyes’in Rüyası Kayseri, Evliyâ Çelebi’nin deyişiyle “kayserlerin taht yeri” Kayseri üzerine... Şehir sadece, “Rum ülkesinin ortasında Erciyes Dağı’nın kuzey, yıldız ve batı tarafı açık olup faydasız lodos rüzgârı tarafı kapalı olduğundan yaz aylarında güz günlerinde daima havası saba rüzgârı ve nesim rüzgârı” olan güzel havasıyla; yeryüzünde benzeri olmayan ve padişahlara hediye gönderilen sığır pastırması ve et sucuğuyla ele alınmıyor. Antik Dönem’den Selçuklulara, Osmanlı’ya, günümüze uzanan bir bakışla, anıtsal ve sivil mimarisi, dağı, mantısı, müziğiyle şehri mimari ve kültürel açıdan bütün mirasıyla kucaklamaya çalışıyor.
Erkilet’ten Tavlusun’a, Germir’e, Talas’a, Soğanlı’ya, Gesi’ye kadar hemen her köşesini, şehrin geçmiş zamanının izinde adım adım gezdiren Erciyes’in Rüyası Kayseri kitabı sadece yazılarıyla değil, görsel zenginliğiyle de bir tür hafıza kaydı oluşturuyor.
Eski Anadolu’nun uluslararası ticaret merkezi olarak Kültepe-Kaniş’i Fikri Kulakoğlu, Roma ve Bizans Dönemi eserlerini Nilay Çorağan Karakaya, şehrin Selçuklular Dönemi’ni Mustafa Çayırdağ, Osmanlı Dönemi’ni Şeyda Güngör Açıkgöz, Kayseri’de yaşam ve sivil mimariyi Vacit İmamoğlu kaleme aldı. Hüseyin Cömert 19. yüzyılda Kayseri’deki ortak yaşama kültürünü, Melih Duygulu müzik kültürünü, Aslıhan Doğan Topçu suyabatmazdan Türk sinemasına Kayserili tiplemesini, Zahide Kayışoğlu Şahin yörenin geleneksel el sanatlarını, Kenan Mortan ile Osman S. Arolat şehrin ekonomisini yazdı. Filiz Özdem “Kayseri’yi Tatmak”, Kudret Emiroğlu “Pastırmalar Denkte” ve “Kayseri’nin Kıblesi: Erciyes”, Gürsel Korat ise “Kayseri’ye Güzelleme” yazılarıyla yer aldı. Kitaptan seçme yazılarla bir de İngilizce baskısı yapıldı: City of the Caesars: Kayseri.             
Yapı Kredi Yayınları’nın İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Trabzon, Edirne, Diyarbakır, Adana, Konya, Urfa, Balıkesir, Mersin, Mardin, Kars, Antep, Kastamonu, Maraş, Denizli ve Çanakkale üzerine yayımladığı şehir monografisi dizisinin yeni çalışması Erciyes’in Rüyası Kayseri kitabını Filiz Özdem hazırladı, Hakan Ezilmez fotoğraflarını çekti.

Kayseri’de Yaşam ve Sivil Mimari:
Geleneksel Kent ve Bağ Evleri

Vacit İmamoğlu
Prof. DR., ODTÜ Mimarlık Fakültesi

(...)

Mevsimlere Göre Değişen Yaşama Düzeni
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Demokrat Parti’nin 1950 yılında yönetime geçmesiyle Kayseri hızla değişmeye başlamıştı. O dönemlerde kentteki geleneksel yaşam hâlâ devam etmekte; büyük çoğunluk –geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi– yaz aylarında Erciyes’in eteklerindeki bağlarına göçmekteydi. Yazın sıcak ve tozlu olan kentte yaşamak güç ve tatsızdı. Bağlar ise yeşillikler, meyve ağaçları ve üzüm asmaları içinde; genellikle dağ ve tepe eteklerine yayılmış, güzel manzaralı, serin, çekici yerlerdi. Yerli halk yaz boyunca bağının bahçesinin tadını çıkarır, dinlenir, meyvesinin, üzümünün bir bölümünü yer, bir bölümünü kurutur, pekmezini kaynatır; kış için hazırlıklarını yapar; okulların açıldığı günlere kadar orada yaşar, sonra da kentteki evine dönerdi.

Kentin Mahalle ve Sokakları
1950’li yıllardaki mahalleler organik diyebileceğimiz bir doku sergilemekteydi: insan ölçeğindeki sokak ve çıkmazlar dar ve kıvrımlıydı. Sahipsiz ve anlamsız dış mekânlara pek rastlanmazdı. Sokakların iki yanındaki ev ve avlular da değişkenlik gösterir, kâh 3-4 m yüksekliğinde devamlı bir bahçe duvarına bitişik bir iki katlı yapılar, kâh çıkmaları birbirine yaklaşıp tünelimsi bir etki yapan iki katlı evlerle devam ederdi. Sokaklar sürprizlerle doluydu; hiçbir çizgi, hiçbir köşe birbirinin aynısı değildi. Sokak ve meydancıkların benzer yanları, arnavutkaldırımıyla kaplanmış yüzeyleri, iki yanda devam eden taş duvarlar, çeşme başlarının bitmeyen ıslaklığı ve atık suların gittiği bahçelerdi (İmamoğlu, 1992, s. 14).
Mahalle kavramı eski Kayseri yaşamında önemli bir yere sahipti. “Mahalle” kent içinde sadece fiziki bir çevre olmanın ötesinde sosyal bir birimdi de. Komşular arasında belirgin bir hoşgörü, anlayış, sosyal ve ekonomik dayanışma vardı. Aileler mahallelerindeki insanlara karşı saygılı, sorumlu, yakın komşularıyla sıcak bir dostluk içindeydi. Doğum, ölüm, nişan, düğün, Müslüman çocuklarının sünneti ve dinî bayramlar, komşuları bir araya getirirdi. Müslümanlar Hıristiyanlara, onlar da Müslümanlara ilgi ve saygı gösterirdi. Mahalle sakinleri genel olarak okul, çeşme, fırın, bakkal, bazen de hamam gibi ortak tesis ve hizmetlerden birlikte yararlanır, sosyal ve kültürel değerleri paylaşırlardı. Benzer yaş gruplarındaki çocuklar, oturdukları sokak veya alana göre küçük gruplar oluşturur, birlikte oynarlardı. Oyun gruplarını ve çocuklar arası etkileşimi, aynı dinden olmaktan çok, evlerin ve ilgi alanlarının yakınlığı belirlerdi.

Kent Evleri
Tipik eski bir Kayseri evi genel olarak, yoğun kent dokusu içinde, doğal ve gösterişsiz bir şekilde bir avlu veya küçük bir bahçe etrafında asimetrik olarak oluşan, içe dönük bir yapıydı. Çoğu yapıldığı dönemde geçerli olan görüş ve düşünce çerçevesinde, ev sahibinin istek, gereksinim ve tercihleri göz önüne alınarak ustalar tarafından yapılır, kuşaklar boyunca kullanılırdı. Kayseri’de eğitim görmüş mimar kavramı, ancak Cumhuriyet’ten sonra, belki 1930’lu yıllarda çıkmış, o zamana kadar da halk bu tür hizmete pek gereksinim duymamıştı.
Batı dünyasının aksine, Anadolu’da ev, genellikle sahibinin zenginliğini ve soyluluğunu anlatacak bir araç olarak kullanılmamıştır. Kayseri’de de evler genellikle anıtsallıktan uzak, alçakgönüllü, dostça bir havaya sahipti. Yalnız, 19. yüzyıl ortalarından başlayarak, imparatorluğun gelişmiş diğer kentlerinde olduğu gibi,  varlıklı Hıristiyan aileler Avrupa’yı model olarak seçmiş, onlar gibi yaşamayı, onlar gibi gösterişli, dışa dönük evler yaptırmaya başlamışlardır (İmamoğlu, 1992, s. 24).
Kayseri evleri genel olarak farklı yüksekliklerdeki dikdörtgen prizmaların bir araya gelmesiyle oluşmuştu. Sofa gibi önemli hacimler diğerlerinden daha yüksekti. Damlar düzdü, köşeler, pencere ve kapı kenarları sert, keskin çizgilere sahipti. Cephelerde kullanılan taşlar çoğunlukla yumuşak dokulu, yalın ifadeli, özenle yontulmuş yonu taşlarıydı. Yüzeylerde süs ve bezeme kullanımı nadirdi. Evler parlak güneş altında ışık gölge oyunları yaratır, keskin kenarlı prizmalar, temiz yüzleri, diri ve güçlü görünüşleriyle çevreye çekici bir hava verirdi.

(...)

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.