Düş Hırkası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Filiz Özdem’in Korku Benim Sahibim’den sonraki romanı Düş Hırkası aklın öteki yüzüne düşüşü anlatıyor. Bir geçitten geçen onlarca insanın, geçidin ortasında dükkân camekânlarıyla birkaç eski binanın çevrelediği avlunun, birbirinin yanından geçerken farkında olmadan birbirine değen hayatların kitabı...
Bir tabağa doldurulmuş bir avuç cam bilyenin birine dokunmak nasıl hepsini döndürür, her dokunuşta bütün renkler nasıl yeniden değişirse, ustaca bir araya getirilen kişilerin her birinin romana katılışıyla bütün metin de farklı bir renge bürünüyor.
“Onun arkasında, suyun üstünde, bilincinin dışında kalan zaman, her biri yıllarca süren yirmi adım uzunluğundaki yolculuğunun zamanından koptu. (...)
Suyun gök kubbesinde mor yıldızlar parlıyordu. Boşlukta duran ve kendi kendine sallanan sedeşi yelpazeler mor yıldızları dalgalandırıyordu. Ötedeki mercan kayalıkları açılıp siyah bir yarığa dönüştü. Yarık döne döne küçülmeye başladı. İğne ucu kadar küçüldüğünde geçitte ne balıklar kalmıştı, ne yıldızlar, ne insanlar, ne Cevat.”

Sevilmek

Günlük güneşlik bir  kış günüydü. O gün polisler Cevat ’a hiç sa­taşmadılar. Caddeden insanın içine  işleyen bir türkü yükseliyor­du. Kederli ve tedirgin bir hava vardı. Yolun alt  tarafından bir uğultu yükselirken, Cevat o tarafa yöneldi. Sokaktan burnunu  uzatınca binlerce insandan oluşan bir cenaze alayı gördü. “He­pimiz Ermeniyiz”  diye bağırarak yürüyen kalabalık onu ürküt­tü. Köşedeki büfenin fayans duvarına  sırtını dayayıp çömeldi. Ardı arkası gelmeyen kalabalığın geçişini seyretti.  Sırtlarında çantaları, ellerinde beslenme sepetleriyle üç ilkokul öğrencisi  kalabalığın arasından sıyrılıp Cevat ’ın yanından geçerken biri ötekilere, “Ne  kadar çok Ermeni varmııış,” dedi. Uzaklaştılar. Kalabalığın ucu sonu  görünmüyordu. Binlerce insan hep aynı şeyi söyleyerek yürüyordu. Yürüyüş  kolundan ayrılan yedi se­kiz kişilik bir grup, Cevat’ın önünden geçti.  Aralarında gözyaş­larını tutamayan kadına, yanındaki, “Gözde, hadi canım,”  dedi. Onların arkasından iki genç kız geçti. Birinin elinden bir karton maske  düştü. Kaldırımın üstünde, cenaze alayında kiminin tak­tığı, kiminin elinde  taşıdığı bir adamın kâğıttan yüzü yatıyordu. Cevat, yerdeki maskenin ince ince  aklar düşen koyu renk saçla­rına, yuvarlak göz boşluklarına baktı, altından  beton görünüyor­du, boşluklardan biri yerdeki tükürüğün üstüne denk gelmişti.  Almak için kızla aynı anda hamle ettiler, Cevat önce kaptı, alıp kendi yüzüne  tuttu. Eli boşta kalan kız eğildiği yerden başını kaldırıp Cevat ’a baktı.  Yüzüne küçük gelen maskenin delikleri adamın gözlerine denk düşmüyor, bir gözü  delikten bakarken, öteki kartonun arkasında kalıyordu. Kız iç geçirerek  doğruldu, sokağa doğru yürüdü. Cevat da ayağa kalkıp keçeleşen bacakla­rının  üstünde bir iki kez yaylandı, sonra onları izledi.
  Biri kırtasiyecinin önünde durdu.
  “Fatoş bir dakika, kalemime uç alacağım,” dedi.
Kızlar yol üstündeki dükkâna girdiler. Cevat hemen yan­daki apartman  girişine benzeyen loş koridora daldı. Bu koridor kilisenin büyük arka kapısına  çıkıyordu. Kapıdan geçti, kilise­nin avlusunda, kuyunun yanına, duvarın dibine  çöktü. Maskeyi hâlâ yüzüne tutuyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.